7 Nisan: Ruanda ve Bir Daha Asla

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
13 Nisan 2022 Çarşamba

Soykırımdan söz ederken örneklenen katliamlar arasında Ruanda’da yaşananlar, Holokost sonrasında ‘Never Again – Bir Daha Asla’ yakarışlarını boşa çıkartan kıyım olarak tarihe geçer. 1897-1918 yılları arasında Alman Doğu Afrika’sının bir parçası olan bölge, I. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin kararı sonucu, komşu Burundi ile Belçika’nın kontrolüne girer. Bölgedeki kolonyal dönem boyunca Belçika, Hutu çoğunluğa karşın Tutsi azınlığı ile yakın ilişkiler kurar, onları destekler. Çoğunluk üzerine azınlığın hükmettirilmesi süreci, henüz Ruanda bağımsızlığını kazanmadan çok önce, o coğrafyaya şiddeti getirir, sonraki dönemlere miras bırakır.

1959’daki bir Hutu darbesi sonrasında ülkedeki Tutsilerin önemli bir bölümü komşu ülkelere sığınır… İki yıl sonra ise muzaffer Hutular, Belçika tarafından desteklenen Tutsi yöneticileri sürgüne zorlarlar. Hemen sonrasında Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan bir referandumla, Ruanda, Belçika’dan bağımsızlığını kazanır. Tarih Haziran 1962’dir.

Ülkedeki gerilim bundan sonra da artarak devam eder. Ne Hutular siyaseten elde ettikleri ile yetinirler ne de Tutsiler etkisiz hale getirilmelerine razı olur. Tutsilerin, ılımlı Hutuların liderliğinde kurulan hükümetlere davet edilmeleri, böylece Ruanda’nın geleceğinde söz sahibi olmaları bu kez radikal Hutuların tepkisini çeker.

Ruanda ve Burundi devlet başkanlarını taşıyan uçağın düşürülmesi ile başlayan süreç katliama kadar gidecek, radikal Hutu gruplarının halka yaptıkları çağrılar, işin acısı, karşılıksız kalmayacak, milyonun üzerinde Tutsi, Hutu komşuları tarafından öldürülecektir. Para, uyuşturucu, bazen yiyecek ile ödüllendirilen, bazen de nüfuz ile efsunlanan yığınların yol açtığı soykırımın gerçek boyutu hiçbir zaman tam olarak bilinmedi. Bu sayının milyon civarında olduğu ifade edilmekte…

Tabiri yerindeyse sokak sokak insan avına çıkanların ilk hedefi dönemin başbakanı ile yanındakiler ve Belçikalı görevlilerdir. 1994 yılının 7 Nisan’ı itibarı ile oluşan siyasi kargaşa sonrasında ülkeyi düzlüğe çıkartacak hiçbir ılımlı lider kalmaz. Radikal Hutu gruplarının liderleri ordu desteği ile geçici bir hükümet kurarlar ancak iç savaş haline evrilen duruma müdahale etmeleri artık mümkün değildir.

Belçika, ülkedeki görevlilerinin öldürülmesi üzerine buradaki kuvvetlerini geri çeker. Birleşmiş Milletler ise Ruanda’da aktif halde bulunan tüm barış güçlerinin iç savaşa taraf olmamasını ve yalnızca kendilerini savunmalarını ister. Böylece, kimin kimi neden öldürdüğü belli olmayan bir girdap oluşur. Kıyım, başkent Kigali’de başlayıp tüm Ruanda’ya yayılır. İşin içine komşu Uganda’dan sınırı aşıp giren ayrılıkçı militanlar da katılır.

İşin ilginci, sonunda Ruanda Vatansever Cephesi iç savaşta, tüm ülkede hâkimiyeti sağlar. Genelde ılımlı Hutular ile Tutsi muhalefetinin milislerinden oluşan RPF’nin beklenmedik başarısı sonunda 2 milyon Hutu ülkeyi terk ederek başta Zaire’ye ve diğer komşu ülkelere kaçar. Sefalet ve açlıktan kırılan bölge bu sefer geniş çaplı bir mülteci sorununa sahne olacaktır.

Ülkenin göreceli bir istikrara kavuşması, ılımlı bir Hutu olan Pasteur Bizimungu’nun başkan olarak atanmasına kadar sürecektir. Yardımcısı ise bir Tutsi, Paul Kagame olur. Bu, 1993 Ağustos’unda taraflar arasında Tanzanya’da varılan anlaşmaya uygundur ve bir anayasa üzerinde mutabakat sağlanmasına yönelik atılan en cesur adımdır. 2003 yılında kabul edilen anayasa etnik referansları kaldıracak, buna uygun yapılan seçimlerde Paul Kagame Ruanda’nın on yıllık bir dönem için seçilmiş ilk başkanı olarak görevine başlayacaktır.

Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali, Ruanda ile eski Yugoslavya coğrafyasında yaşanan soykırımı değerlendirirken, “Ruanda’da yaşadığımız başarısızlık Yugoslavya’dakinden on kat fazladır. Bosna’daki katliamlar özellikle NATO bağlamında Avrupa ve ABD’yi yakından ilgilendiren bir insanlık trajedisiydi. Geç olsa da müdahale edildi. Ruanda ile ise kimse ilgilenmedi…”

Gerçi BM Barış Gücü olarak beş bin kişilik bir kuvveti bölgeye göndermiş, Fransa da üstüne düşeni yapacağını beyan ederek BM onayı ile Zaire’den birliklerinden bir kısmını Ruanda’ya kaydırmıştı. Ancak her şey sona ermiş, kıyımdan geriye büyük bir mülteci ordusu ile yüzbinlerce yitip giden insan kalmıştı.

II. Dünya Savaşı etnik temizliğin Nirvana’ya ulaştığı bir dönemdir. Savaş içinde gelişen savaşta Yahudiler, Romanlar, Slavlar, rejim karşıtları, asosyallikle itham edilenler, kısaca Ari ırkın tahammül edemeyeceği tüm unsurlar şöyle veya böyle ortadan kaldırıldılar. ‘Never Again – Bir Daha Asla’, böylesi felaketlerin bir daha yaşanmaması için dillendirilen bir dilek olmaktan ileri gidemedi, ne yazık ki. İnsanlık, bunu basit bir slogan olarak algıladı ve arkasını gerektiği gibi dolduramadı.

İşte Bosna, işte Ruanda, işte Yezidi soykırımı, Suriye’de, Rohingya’da yaşananlar, Çin’de Uygurlara reva görülen zulüm. Ve şimdi ucu nereye dayanacağı meçhul Ukrayna’daki Rus katliamları…

‘Never Again’, bayanlar, baylar! Nazi çizmeleri altında yitip giden milyonların anısına haksızlık etmeyelim, onların yok edilişlerini anlamsızlaştırmayalım!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün