Olmaz olamaz

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
23 Mart 2022 Çarşamba

Türkiye hep ama hep ilginçlikler ülkesi olmuştur özellikle Türkiye’de siyaset yapmak ömürlük bir iştir. Hatta kendi ömrünüz bitsede çoluğunuz çocuğunuz, gelininiz, damadınız, halanız, amcanız, teyzeniz, yeğeniniz, kuzeniniz, torununuz hep siyasetçi olur. Ama yetenek böyledir, çoluğa çocuğa da geçer. Ayrıca siyasetçi hiç vazgeçmez, hep yeniden başlamak ister, yenilen pehlivan güreşe doymaz misali.

Malumunuz memleketimizde demokrasi ikide birde darbelerle kesilir. Bu arada siyasetten yasaklanırsanız biraz bekler sonra dönersiniz. Mesela 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra siyaset yasağı gelen Bülent Ecevit 1987’de tekrar siyasete döndü ve 13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulunda genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kaldı. 2004’te hastalanan ve 2006’da vefat eden Bülent Ecevit, 1987’den 2004’teki DSP Olağan Kurultay’ından sonra aktif siyasi yaşamını sonlandırdı. Benzer durumda Türk siyasi tarhinin en uzun soluklu siyasetçilerinden Süleyman Demirel’de 1980 Darbesi’nden siyaset yasaklarıyla çıktı. 1973 - 1980 yılları arasında çocukluğunu ve gençliğini yaşamış her Türk vatandaşının hemen her günü, gazetelerden ve önce tek kanallı sonra birkaç kanallı televizyonlardan Demirel ve Ecevit arasında geçen tartışmaları, uzlaşmazlıkları, ideolojik çatışmaları izleyerek geçmiştir. 1980 sonrası Demirel için kaderin insana ne kadar güzel sürprizler hazırladığının adeta sembolü gibidir. 12 Eylül 1980  Darbesi ile başbakanlığı sona eren ve Hamzakoy'da yaklaşık bir ay gözetim altında tutulan Demirel, 7 Kasım 1982 halk oylamasında kabul edilen 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesi ile 10 yıl siyaset yasaklıları kapsamına alındı. Ancak partisinin eski yöneticileriyle bağlantılarını sürdürdü. 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması ile siyaset yasakları kalkınca 24 Eylül 1987’de Doğru Yol Partisi genel başkanlığına seçildi. 1991’de yapılan genel seçimlerden sonra başbakan seçildi. 1993’te cumhurbaşkanı seçildi ve 2000 yılına kadar görevine devam etti. Süleyman Demirel hem Türkiye ve hem de dünya siyaset tarihinde bir kararlılık, dayanıklılık, dirayet abidesidir. Yönetimde kaldığı dönemler bir yana Demirel her zaman partisiyle içiçe olmuş, bir duruş sergilemiş, savunduğu düşüncelerinin daimi takipçisi olmuştur. Siyaset uzun soluklu bir iştir. Yılmak, korkmak, çekinmek, sıkılmak, aman olmadı olmuyor deyip vazgeçmek bir siyasetçi için düşünülemez. Siyaset adeta bir yaşam biçimidir ve sonradan edinilemez, edinilirse de yürümez, eğreti durur. Siyasetçinin telefonu hiç susmaz, yedi yirmi dört hayatınızı büyük kalabalıklarla birebir paylaşırsınız.

Bugünlerde, Demirel ekolünden gelen Tansu Çiller’in yeniden siyasete dönme kararlarının, niyetlerinin seslendirildiğini duyuyoruz. Ama mesela 22 yıldır Tansu Çiller’in değil sesini, görüntüsünü, herhangi bir sosyal medya paylaşımını duydunuz mu bilmiyorum? Ben duymadım. Parti kurmak, kurulu bir partinin içinde yer almak, parti yapmak, çay partisi düzenlemek gibi bir şey değil zannımca. Öyle bırakıp gitmek, olmadı deyip size inanmış milyonları, partiniz için çalışan binlerce insanı yüzüstü bırakmak, spontane siyasetçi olmak maalesef olmuyor. Sonra dönmek istediğinizde o yüzüstü bırakıp gittiğiniz kalabalıkları yerinde bulamıyorsunuz. İnsanlar başarısızlıklarınızı, umarsızlıklarınızı, aldığınız büyük hatta dev sorumlulukları yerine getiremeyişlerinizi çok iyi hatırlıyor. Ve size açılmış krediler bitmiş oluyor. Tansu Çiller’in 1991’de DYP İstanbul milletvekili olarak başlayan siyasi hayatı 2002’de aktif siyasetten çekileceğini açıklamasıyla son bulmuştu. Öyle biliyorduk. Öyle duyduyduk ama öyle değilmiş, bir anda ne olduysa aktif siyasete dönmeye karar vermiş Tansu Çiller. Tabidir ki yeniden başlayayım mı diye bana soracak değil. Ama bu karar kendisini en son olarak 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Adalet ve Kalkınma Partisince Yenikapı Meydanında düzenlenen ‘Büyük İstanbul Mitingi’nde gördüğümüzden beri çok ilginç geldi.

Tansu Çiller’in başbakan olarak da görev yaparak iktidara taşıdığı Doğru Yol Partisi’nin doğal lideri  Süleyman Demirel’e göre, ANAP dört eğilimi savunduğundan demokrat değildi ve milli iradenin üstünlüğüne inanmayan bir partiydi. Demirel’e göre, DYP ile ANAP arasındaki farklar şunlardı: ”Doğru Yol milliyetçi, muhafazakar ve demokrat bir partidir. ANAP değildir. İkinci büyük farklılık kalkınma görüşündedir. ANAP tüccardır. Doğru Yol Türkiye’nin sanayi ve tarımla kalkınabileceğine inanır. ANAP, Türkiye’yi 83’ten başlatır. Doğru Yol ise 46 köküne dayanır. ANAP sosyal devletçi değildir. Biz sosyal devletçiyiz.” ANAP şehirlerde, DYP ise kırsal kesimde destek bulmuştur. ANAP’ın ‘şehirlerin partisi’ olarak adlandırılmasının en önemli sebebi, ANAP’ın merkez sağ söylemde yaptığı değişikliktir. “Ezilenlerin, mağdurların sesi” gibi klasik merkez sağ söylemi yerine ANAP, güçlülerin, zenginlerin partisi görüntüsü verirdi. Özal’ın meşhur olan “Ben zengini severim” sözü de bu çerçevede değerlendirilebilir. Belki de Tansu Çiller, Boğaziçili bir profesör olarak partisinin tabanına uyumlanamamıştır. Ama kendisinden sonra gelen Mehmet Ağar da DYP’nin küçülmesine ve sonunda siyaset sahnesinden çekilmesine engel olamamıştır. Ancak tabidir Çiller’in kendi döneminde yaşanan skandalların önünü bir türlü alamaması, döneminin ve partisinin de sonunu hazırlamıştır. Kendisinden sonra gelenlerin düzeltmesi mümkün olmayacak şekilde…

35 yaşındaki sol görüşlü Gabriel Boric seçimin ikinci turunda oyların yüzde 55,7'sini alarak Şili'nin yeni devlet başkanı oldu. Boric, Şili'de bu göreve seçilen en genç isim olmayı başarmışken bizim siyasetçilerimiz neden acaba karabatak kuşu misali bir görünüp bir kaybolurlar anlamak mümkün değil. Devirlerin değiştiğini, eski siyasetçilerin artık 1970’ler, 80’ler, 90’lar ve 2000’lerin bile çok uzaklarda kaldığını, o eski dinamiklerin yerini ikide birde yerine dibine soksak da sosyal medya kullanıcılarının hemen her tepkilerini anlık verdikleri bir dünyanın başladığını anlamaları zor galiba. Oldukça katılımcı bir dünya var artık; hiçbirşeyin kolay kolay gizlenemediği. Gençlerin işleri kendilerince yönetmek istedikleri bir dünya…

Benden söylemesi, hayatların bu denli zorlaştığı dünyamızda, Boğaz dünyanın en güzel yeri… Boğaz manzarasında demli bir çay içmek paha biçilemez hele de yanında bir poğaça olursa tadından yenmez. Şu üç günlük dünyada hırsa ne gerek var. Zaten hayat isterse getirir ayağımızın ucuna kadar, zorlamak uzaklaştırır.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün