Pragmatizm ve ilişkilerde yepyeni dönem

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
16 Mart 2022 Çarşamba

Her daim söylediğimi, yeri gelmişken bir kez daha söyleyeyim.

Sokaktaki herhangi bir Türk Yahudi’sine, “Hayatınızda neyi kaybetmek istemezdiniz?” diye sorulursa vereceği cevap diğer bir dindaşına göre genelde aynı olacaktır:

Kendimin ve aile fertlerimin sağlığının, onurlu ve bağımsız bir şekilde yaşayacak kadar maddi varlığımın ve Türkiye-İsrail iyi ilişkilerinin kaybedilmesini istemezdim” diyecektir, muhtemelen.

Geçtiğimiz hafta, 2008’den sonra ilk kez bir İsrailli liderin Türkiye’ye resmi ziyaret yapması ve ziyaretin olumlu görüntü ve mesajlarla arz-ı endam etmesi Türk Yahudilerini ziyadesiyle mutlu kıldığını söylemek pek de mümkün.

Özellikle 2010’daki Mavi Marmara olayı Türk-İsrail ilişkileri tarihinin en olumsuz ve o güne kadar görülmedik kadar acılı ve zorlu zamanı olmuştu. Ve 2000’lerde uçsuz bucaksız Konya Ovası semalarında İsrail jet pilotlarının uçuş talimi yaptığı günlerden, büyükelçilerin ve elçilerin karşılıklı olarak çekileceği ve ilişkilerin sadece özel sektörlerin karşılıklı ticareti seviyesine kadar ineceği günlere gelinecekti.

Yakın zamanda ise, Türkiye’nin izlediği dış politikasının bölgede kendisine çok az sayıda dost bırakması neticesinde pragmatizm devreye girecek ve farklılıklara rağmen komşularla ve diğer bölge devletleriyle iyi ilişkilerin tekrar rayına oturtulması yönünde ciddi adımlar atılacaktı. Bölgenin bir barış vahası olması adına, bölgesel büyük bir güç olan Türkiye, nihayet konumunun gereğini yerine getirmeye karar vermiş olacaktı.

Bunlardan biri de İsrail ile ilgili olacaktı. ABD ve Batı’nın müttefiki İsrail ile iyi ilişkilerin Batı’nın da desteğini alacağı gerçeği, ihtiyacımız olan ekonomik ilişkiler ve İsrail’de, Netanyahu hükümetlerine kıyasla daha ılımlı bir iktidarın iş başında olması de göz önünde bulundurularak, İsrail’in doğal gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması projesinden hareket edilecekti.

Türkiye, İsrail ile yakınlaşma adına önemli bir adım atacak, İsrail de durumu bir müddet gözlemledikten sonra bu adıma olumlu cevap verecekti.

İsaac Herzog’un Ankara ziyaretini yakından takip etmiş biri olarak, ziyaretin önemli ve olumlu bir başlangıç teşkil ettiğini söylemek mümkün. Yakın geçmişin travmatik tarih yapraklarının (Gazze savaşları, Mavi Marmara olayı, Mescid-i Aksa’da zaman zaman yaşanan olayların burada yarattığı infial) etkileri nedeniyle her iki tarafta da temkinli bir iyimserliğin söz konusu olduğunu belirtmek gerek.

Herzog’un basın toplantısında, açık açık, ünlü Anglosakson, “Agree to disagree- anlaşmamakta anlaşma” sözüne refere edercesine söylediği, “Her konuda anlaşamayacağımız konusunda peşinen anlaşmak zorundayız’’ sözleri yeni dönem ilişkilerinin bu düzlem üzerinden ilerleyebileceğini vurguluyordu aslında.

Evet bu söz, ‘özellikle Filistin meselesinde aynı yöne bakmıyoruz ama bir sürü ortak çıkarlarımız bağlamında anlaşabileceğimiz yığınla konuda her iki ülkenin bilançosuna olumlu katkılar yapacak adımları atabiliriz’in dolaylı mesajıydı muhtemelen…

İsrail Devlet Başkanı’nın, “Amacımız, ülkelerimiz ve halklarımız arasında dostane ilişkilerin gelişmesinin temellerini atmaktır” sözü de geçmişte kaçan bu fırsatın tekrar yakalanabilmesi yönündeki tarihi adımı simgeliyordu.

Bizim tarafta ise, Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği şu sözler de ziyaretin amacını özetliyordu adeta:

Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişmesi ve güçlenmesinin her iki ülke açısından olduğu kadar bölgesel istikrar ve barış için de büyük bir öneme sahip. Bölgemizde barış, huzur ve birlikte yaşama kültürünün yeniden hakim kılınmasına katkı sağlamak bizim elimizdedir. Pozitif bir gündem üzerinden ikili iş birliği ve bölgesel diyaloğumuzu ilerletebildiğimiz ölçüde fikir ayrılığı yaşadığımız konuları ele almamız da kolaylaşacaktır.”

Ezcümle, bu yeni dönemin anlamı, farklılıklara rağmen başlatılacak iyi ilişkilerin bölgesel sorunların da çözülebilmesine katkı sağlayacağı gerçeğinde yatmakta.

***

Herzog’un Ankara ziyareti Türkiye’de genelde olumlu karşılanırken, ‘anadan doğma İsrail karşıtlarının’ tepkisini çekmesi beklenilen bir gelişmeydi. Onlar için, bizim çıkarımıza da hizmet etse, İsrail’le ilişkiler asla geliştirilmemeli.

Bu tür bir yaklaşımın, sürekli dile getirdikleri, ‘Filistinlilerin mağduriyetinin’ sona ermesi anlamında ne gibi katkıda bulunabileceği tam bir muamma. Aksine, iyi ilişkilerin bu konudaki iyileştirmelerin hatta zor da olsa, paradigma değişikliklerinin önünü açacağı gerçeğini nasıl anlatacağız?

Bu arada iktidara en yakın gazetede, ‘ünlü’ bir gazetecinin son yazdığı yazısındaki, “İsrail’i haritadan silmek, sadece İslam dünyasını değil, bütün dünyayı rahatlatacak bir mutlu olay olacaktır” sözlerine ne diyeceğimizi bilemiyoruz.

Merhum Yaser Arafat’ın çok yıllar önce bile terk ettiği, köhnemiş ve bugün reel politikada karşılığı sıfır olan bu temenniyi nereye konumlandıracağız, bu umut dolu tabloda?

BM kararıyla kurulan 74 yıllık ve 9 milyon nüfuslu bir ülkeyi haritadan silmek ne demektir bu çağda? Masa başında savaş oyunu mu oynuyorsunuz?

İnsanın en büyük trajedisi, saplantıyla inandıklarının hayatı boyunca gerçekleşememesini görmek olmalı. Çözüm ise gerçekleri, neden-sonuç ilişkisi odağından görebilmek ve bunun üzerinden, varsa yanlışları düzeltmeye çabalamak değil midir?

***

Erdoğan ve Herzog başta bölgesel barış ve kendi halklarının refahı için çok önemli bir adım atmış durumdalar. Yeni bir hayat kurmanın, hayatın anlamı adına yenilikler içinde olmanın en başat örneğini sunmuş oldular toplumlarına ve dünyaya, tıpkı Herzog’un basın toplantısında dile getirdiği Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirinde olduğu gibi:

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı/yetmişinde bile, mesela, zeytin

dikeceksin/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil/ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için/yaşamak, yani ağır bastığından.”


Kötülüğe inat; iyilik için, hayatı anlamlı ve onurlu yaşamak ve yaşatmak için, insanlık ve barış için yeni, yepyeni adımlar atanlara, selam ola.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün