Geriye kalan hikâyeler

Avram VENTURA Köşe Yazısı
11 Ağustos 2021 Çarşamba

Son yıllarda o kadar çok tanıdığım, bildiğim insan çeşitli nedenlerle ayrıldı ki aramızdan… Kimi aile yakınlarından, kimi çocukluktan, kimi iş dünyasından, kimi de sosyal çevreden bir şekilde yolumun kesiştiği insanlar. Bu yitirdiklerimle, her geçen gün giderek eksildiğimi, biraz daha yalnızlaştığımı duyumsamamak elde değil. Ayrılanlar, arkalarında ortak anılarımızla birlikte,  zaman içinde paylaştığımız hikâyeleri de bırakıp gidiyor. Biz kalanlar ise, ancak bu ortak hikâyelerimizi anlatarak onları anıyoruz.

Bu insanları düşünürken, Murathan Mungan’ın Herkes ve Birkaç Kişi şiirinin son dizelerini anımsadım:

“Aslında onların hikâyesidir anlatılan

Diğerleri dinler, seyreder, geçer gider

Geçer gider herkes

Hikâyelerdir geriye kalan”

Şairin dediği gibi, zamanını dolduran geçip gidiyor, yitirdiğimiz bu insanlardan geriye yalnızca hikâyeleri kalıyor. Anlattıkça, bizimle birlikte onlar da yaşıyorlar. Her biri, birer anıya dönüşmüş olarak!

Hikâyeler önemlidir. Bir bakıma onların, yaşanmışlığın birer kanıtı olduklarını söyleyebilirim. Kendi payıma, geride anlatılacak bir hikâyesi olmayan insanlar için üzülmeliyiz diye düşünüyorum. Nasılsa gelmişler, bir süre için dünya sahnesinde figüran rolü üstlenmişler, perde kapandığında ne yaptıkları bir yana, adları bile unutulmuş! Elbette ki herkes bir başrol oyuncusu olamaz, ama hakkını vererek rolünü oynayanlar, bu sahnede mutlaka kendilerini gösteriyor, o anları paylaşanların belleklerindeki yerlerini koruyorlar.

Doğan Cüceloğlu, “Var mısın?” adlı söyleşiler kitabında, öykünün bilgi, deneyim ve olayların anlamını bulduğu ilişkiler bütünü olduğunu söyledikten sonra şunları ekliyor: “Aslında her birimizin yaşamı bir öykü; sen bir öyküsün, ben bir öyküyüm. Farkında olsalar da olmasalar da insanlar kendi öykülerini yaşıyorlar. Ben de öyküsünü yaşayan insanlarla konuşuyorum, onları dinliyorum, öykünün öyküsünü görmeye çalışıyorum.”

Kuşkusuz bu söylediklerim bireysel tarihimiz içindeki yaşanmışlıklar. Öykünün kahramanı da genelde biz oluyoruz. Oysaki yüzyıllar öncesinden günümüze kadar gelmiş, gerçeklerden, söylencelerden, kurgulardan derlenmiş hikâyelerin, yalnızca bir toplumu değil yeryüzündeki insanların büyük bir çoğunluğunu etkileyebildiğini okuyoruz.

Dünyada var olan inançların yazılı ve sözlü kaynaklarını göz önüne alacak olursak: Bunlardan her biri yalnız insan ilişkilerinin düzenlenmesi ve onları erdemli birer birey yapma amaçları doğrultusunda, o inancı yaymaya çalışanların öyküleriyle desteklendiğini görebiliriz. Paganlık döneminden gelen inançlar, insanların zengin hayallerinden olduğu kadar, ortak söylencelerden beslenirken, kutsal kitaplarda anlatılan gerçek kahramanların hikâyeleri, tarihsel birer örnek olarak her zaman yerlerini koruyor. Tüm metinlerde farklı kültür ve geleneklerin etkileri görülürken, anlatılan bu hikâyelerin, inananlarına gerekli iletileri ulaştırmak için birer araç olduklarını söyleyebiliriz.

Günümüze kadar tarih sahnesinden kimler gelip geçmedi ki… Kiminin ne adı kaldı, ne sanı; kiminin hikâyeleriyse, binlerce yıldır daha da zenginleştirilerek anlatılıyor.

Ne mutlu insanlığa katkıları ve iyilikleriyle anılan o insanlara!

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün