Dayanma gücü satırlarda saklı

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
4 Ağustos 2021 Çarşamba

Yaz geldi olanca haşmetiyle...Yazda bir kararlılık, istediklerini önüne katıp götürme becerisi, hiç gitmeyecekmiş gibi bir tavır vardır. İşte o tavrı gelir gelmez hissettirdi bize. Fırtınalarla da gelse, bizi korkutsa da kendi saltanatını sürmeyi hemen becerdi, bize de ona ayak uydurmak düştü tabii. En güzeli onun bu sert kararlılığını kitaplarla yumuşatıp sıcak güneşinin, mavi denizinin, altın kumunun tadına varmak… Gerçi bu sene bu tatlara eskisi kadar varamadığımız kesin. Seller, yangınlar, hastalık… Bunlara ancak okuyarak dayanabiliyorum ben. Kitaplarla az da olsa kaçıyorum gündemin ateşinden. Hayata dayanma, onu sevme, onun için ümit etme hep bizim için yazılmış kitapların satırlarında saklı, inanın…

‘Yalnız Bir Adam’, çok hoş bir aşk romanı olmuş. İçinde tarih de var, biyografik bir tat da… Enver Paşa’yı hepiniz bilirsiniz. Seven de vardır onu aranızda, sevmeyen de… Anlamış da olabilirsiniz yapmak istediklerini, sonuna kadar karşı çıkmış da… Ama bu kitapta âşık ve duygusal bir askerden söz ediliyor Enver Paşa denince… Onun hemen hemen hiç bilmediğimiz bir yönüyle, bir romanda buluşturuyor Tuna Serim bizi… Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın aşkına hem hayret edecek hem de bayılacaksınız.

Yakın tarihimizin en çok tartışılan ismi Enver Paşa... Onu kısaca tanımlamak gerekirse:
Namusluydu, korkusuzdu, büyük bir yurtseverdi ve âşıktı, hem de deli gibi.
Uçurumun kenarına gelmiş ülkesi için yaptığı şeyler çok eleştirildi, tartışıldı.
Belki çevresindekilerin dediklerini dinleseydi yüz bine yakın askerin ölmesi engellenebilirdi... Dinlemedi, çünkü kendinden başkasına inanmıyordu...Gönlünde tek aşk vardı, tek tutkusu, eşi Naciye Sultan... Ama ülke ve dünya öyle karanlık ve karmaşık bir durumdaydı ki bu aşkı doyasıya yaşayamadı, biraz mektuplarda, biraz gidip gelen mesajlarda... Şu mektup ne güzel anlatıyor Enver Paşa’nın büyük aşkını:

“Naciye...
Sen Allah mısın ki, bu kadar anında imdadıma geliyor, yine kulunu ihya ediyorsun! Lütûfnâmene cevap vermemek değil, bugünkü halimle yazacağım yazılar sizi müteessir edecek diye kasdi yazmamaya cebr-i nefs ettim. Fakat bununla da bütün gün azab içindeyim.
Sultanım, gönlüm o kadar dolgun, teessürüm o kadar ziyade ki, yanımda bir yabancı olmasa gözyaşlarımı tutamayacağım. Size darılmak mı hayır; fakat gecikmenin sebebini anlayana kadar kalbim daima mahzun ve mağmum kalacaktır. Kim bilir belki de yarın akşam sizi görünce her şeyi unuturum. Ruhum kulunu affettin mi?”

Hedefleri, yapmak istedikleri tavizsiz ama aşkında yüreği kelebek kanadı gibi titreyen bir adam… Tarihi dönemlere ışık tutan sağlam hayal güçlerine ve iyi araştırmalara dayalı romanlara bayılıyorum. Eminim bu sıcak yaz günlerinde siz de keyifle okuyacaksınız.

 Deneme, şahane bir tür. Yazarın önce kendi için yazdığı, ona katılıp katılmamanın tamamen size kaldığı bir tür… Deneme deyince hiç kuşkusuz akla Stefan Zweig de geliyor.

 

1909-1941 yılları arasında kaleme aldığı denemelerine bu son baskıda çevirmen Ahmed Arpad, yenilerini de ekleyerek kitaba yeni tatlar katmış. ‘Geleceğe Güven’, yazarı yakından tanıyanlar için şaşırtıcı, yazarla yeni tanışanlar içinse açıklayıcı nitelikte bir kitap.

20. yüzyıl edebiyatının kuşkusuz en önemli isimlerinden biri olan Zweig, insanlık durumuna gösterdiği duyarlılık ve olaylara, kişilere hümanist yaklaşımıyla tanınan bir aydındı. Zweig, derin karakter analizleri ve detaylı betimlemeleriyle çağının en önemli yazarları arasında yer almıştı.

Zweig’ın 1909-1941 arasında kaleme aldığı bu denemeler, yazarın dünya görüşünün gelişimine önemli bir ışık tutuyor. I. Dünya Savaşı’na giden süreçten, ölümünden bir yıl önceye kadar geçen zamanda Zweig’ın düşüncelerinin ne tür evrelerden geçtiği, bugün öne çıkan hümanist yönünün nasıl sivrildiği bu yazılarda gözler önüne seriliyor.
“Yıldızlarla güneşin tepemizde olduğu andan bu yana dünya hiç böylesine çılgınlaşmamış, insanları böylesine kıyılmamıştır. Birbirinden değişik çıkar yollara inansak da gelelim bir araya. (...) Politik görüşlerimiz ne olursa olsun birleşelim, karşı çıkalım, direnç gösterelim! Gösterelim insanlara bu çılgınlığa yığınların nasıl direndiğini, bir azınlığın dünyamızı nasıl yok ettiğini.”

Kitabın en güzel yanı, tam yaza uygun bir kitap olması… Başka bir kitapla eş zamanlı okunabilir türden. Nerede kalırsanız kalın, yazarın sağlam kalemi, çevirmenin nefis başarısı, onu bıraktığınız yerden aynı tatla okutuyor. Havuz ve deniz kenarı gölgesine yakışır.

Bir başka tavsiyem de şahane bir araştırma: Köksal Alver, Edebiyat sosyolojiye ne anlatır, diye sormuş. Bu sorunun cevabına bakıyorsunuz kitapta; M. Kayahan Özgül, Sosyoloji, edebiyatın nesi olur, sorusuyla aralarındaki ilişkiye bakmış. Kurtuluş Kayalı, Türk romanı ekseninde Türkiye’yi okuma teşebbüsü ile sosyolojik metinlere yansıyan Türkiye fotoğrafı arasında bağlantı kurulabilir mi, gibi neredeyse başlı başına bir araştırmaya el atmış kitapta; Handan İnci-Ayfer Tunç ise Edebiyat ve sosyolojinin imkânları başlığıyla iki ilmin olanaklarını gözler önüne sermiş. Ayşen Şatıroğlu da sosyoloji ve edebiyatı iki başlık altında incelemiş.

‘Edebiyat ve Sosyoloji’

Kitap, beş yıl önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünün nefis bir çalışması olarak çıkmıştı.… Açılımı toplum bilim olan sosyolojinin hammaddesi insan olan edebiyata olan etkisi, edebiyatın da insanı nasıl derinden etkileyen bambaşka bir büyüsü olan bir ilim olduğuna ilişkin çok güzel, nitelikli ve uzun araştırmalara dayalı bir çalışma… Bir daha okudum. Bu yaz yine arkadaş oldu bana…

Dostlarımız başımızın tacı, kitaplar ise gizli sevdamız…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün