Tarımda GDO (Siyaset, Rekabet, Çözüm)

Sami AJİ Köşe Yazısı
2 Haziran 2021 Çarşamba

Bu üç harf adeta iş hayatımın bir parçası oldu.

Gün geçmiyor ki, GDO hakkında gazete veya televizyonlarda bir haber, yazı, yorum açık oturum çıkmasın. Bazen bu haberlere cevap yetiştirmek için epey zaman harcıyorum. Son 12 yılda konuyla ilgili olarak, ülkemizde ve dünyada o kadar bol kararname, genelge ve uygulama tebliğleri yayınlandı ki, sekiz sene evvel yazdığım makaleyi tekrar gündeme getirdim.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmanın teknolojisini anlatmak herhalde tüm gazetenin birkaç nüshasını kaplayabilir. Bu yüzden kısaca tarihçesinden bahsedip, günümüze geleceğim. Tüketici açısından ve sadece tarıma bağlı kalarak, GDO ile ilgili görüşümü sizlerle paylaşacağım.

Niçin GDO? Bu GDO’lu tohumlar aniden mi ortaya çıktı?

II. Dünya Harbi’nin sonunda yaralarını sarmaya çalışan dünyamız hemen 60’lı yılların başında ana tarım ürünleriyle ilgili ciddi problemleri çözmenin şart olduğunu gördü. Aşırı gübre, aşırı böcek ilaçları kullanımı ve nihayet aşırı sulamanın bir taraftan tarım arazilerine zarar vermeye başladığı diğer taraftan ciddi bir ekolojik denge bozukluğuna yol açtığı fark edildi1.

Buna paralel olarak o yıllarda mevcut tohum geliştirme metotları ve tarımsal tekniklerle, insanların beslenme ihtiyaçlarına cevap verilemeyeceği ve hızla artan nüfusun da gıda taleplerinin karşılanmayacağı anlaşıldı.

Dolayısıyla, hem gübreye, hem tarım ilaçlarına asgari ihtiyaç duyacak, az suyla idare edebilecek ve aynı zamanda dönüm başına verimi arttıracak bir tohum yaratmak lazımdı. Hemen hemen tüm medeni dünya üniversiteleri böylesi sihirli tohumu yaratabilmek için çalışmalara başladı.     

Farklı canlı türleri arasında, genlerin aktarılabileceği fikri 1946 yılında ortaya atılmıştı. Fikrin tatbikata konması için DNA’larla ilgili yeni buluşları beklemek gerekecekti.

Özellikle, Herbert Boyer, Stanley Cohen, Rita Levi-Montalcini ve Paul Berg’in (son üçü, ileride Nobel ödülü alacak bilim adamlarıdır) biyokimya sahasındaki çalışmaları sayesinde 1972-1973 yıllarında GDO’lar laboratuvarlarda yaratılmaya başlandı.

Bu denemelerin soya ve mısır gibi temel tarımsal ürünlere tatbiki ve nihayet ticari bir şekilde üretilmesi 1994’te, yani 20 senelik bir süreç sonunda başarıldı. (Bu süreç içinde gerek kamu gerekse özel kuruluşların araştırma ve geliştirme laboratuvarlarında ve arazilerde sayısız bilim adamları ürünlerin gelişmelerini, toprakla etkileşmelerini, çevre insan sağlığına fayda veya zararlarını yakından takip etmişlerdir.)

Diğer bir deyimle GDO’lu ürünler, son analizde neredeyse 50 yıllık bir geçmişe sahiptir.  

Ancak ve özellikle, AB ülkelerinde 2000’li yıllardan itibaren bu tip ürünlerin tüketime sunulmasına tepkiler başlamış, başta sivil toplum kuruluşları, bazı üniversiteler tarafından yoğun bir şekilde GDO’lu gıdaların veya hammaddesi GDO içeren nihai ürünlerin tüketilmesi yasaklanmaya çalışılmıştı. (Bence bu muhalefet ABD’li firmaların tohumlarda tekel konumuna gelebilecekleri endişesinden kaynaklandı.)

2021 yılının ilk çeyreğini aştığımız bugünlerde Kanada, ABD, Brezilya, Arjantin, Ukrayna, en büyük GDO’lu tahılların üreticisi ve tüketicisidirler. Aynı zamanda da önemli ihracatçıdırlar. En büyük alıcıları ise başta Çin ve ikinci sırada da AB ülkeleri gelir.

Artık GDO, çok süratli bir şekilde, tüm ülkelerde kabul görmeye başladı. Bazıları insan gıdası olarak kullanılmasına hâlâ direnmekle birlikte, bu tip ürünlerle beslenen hayvanların et, süt ve yumurtalarının tüketilmesine izin vermekte. Bu yönde en ilginç bildiriyi İngiltere’nin en büyük dört süpermarket zinciri - Tesco, Marks and Spencer, Sainsbury ve Cooperative - 11 Nisan 2013’te aynı anda yayınladılar…

Özetle, “Sayın tüketicilerimizden özür dileyerek bundan sonra tavuk eti ve ileri işlenmiş ürünlerinde ve yumurtalarda GDO’suz olduklarına dair garanti vermemizin mümkün olmadığını bildirmek isteriz. GDO’suz hammadde bulmak hemen hemen imkânsız hale geldi veya çok yüksek fiyatlarla temin edilmektedir. Bu süreci devam ettirmemiz mümkün değildi… Esasen FSA (İngiltere’deki gıda standardı ajansı) çok açık bir şekilde, GDO içeren yemlerin tavuklara hiçbir şekilde zarar vermediğini ve bu kümes hayvanlarından üretilen et ve yumurtaların hiçbir şekilde insan sağlığı için tehlike arz etmediğini açıkça vurgulamıştır,” demekteler.

Benzer eğilimler diğer AB ülkelerinde de görülmeye başlandı. Tüketiciye sunulan ürünlerin ‘GDO İÇERİR’ veya benzeri şekilde etiketlenmesi kuralı yıllardan beri kaldırıldı.

Buna paralel olarak -ülkemizde dâhil olmak üzere- onaylanan genlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır.

Son olarak İsrail’in tutumunu da aktarayım: İsrail GDO’lu ürünlerin ithaline, satılmasına, küçük büyük herkes tarafından yenmesine ve içilmesine hiçbir engel koymamıştır. Tam tersine GDO’lu tohum ve tarım teknolojisinin geliştirilmesi ve yeni nesil tohumların yetiştirilmesi yönünde başta Weizmann Enstitüsü olmak üzere, tüm ilgili birimlerde çok geniş araştırma ve geliştirme çalışmaları yapılmakta. Aynı zamanda Rabanut (dinî otoriteler) GDO’lu gıdaların, Kaşerut ile bir ilgisi bulunmadığını, dolayısıyla bu yönden denetime tabi tutulmadıklarını açıkladı.

Ezcümle, gıda ile ilgili alışverişlerinizi rahatlıkla yapın, rahatlıkla tüketin, kendinizi de strese sokmayın.

---

1 Zirai ilaçlardan iyi temizlenmemiş hububatlardan dolayı özellikle geri kalmış ülkelerde her yıl yüzlerce kişi hayatını kaybetmektedir.

2 Şaka gibi gelecek ama GDO teknikleri hayvanlar âlemine de tatbik edilmeye başlandı. En çarpıcı örnek sivrisinekler. Sinek ısırmalarından bıkan Florida halkının dertlerine eğilen ilim adamları çeşitli ilaç formülleri yerine sinekleri sinekle yok etmeyi başardı. Takriben 20 milyon erkek sivrisinek üreterek bunları tabiata saldılar (Bilindiği gibi erkek sinekler ısırmaz). Bu sivrisinekler doğada yetişen dişileri tohumladılar. Ancak bu ilişkiden doğan yavru sinekler hastalıklı bir spermden doğdukları için ısıracak ergenliğe erişmeden ölüyorlar.  

Karikatür: Sabancı Üniversitesi profesörlerinden, Sayın Selim Çetiner’in izni ile ve ona teşekkürlerimi de sunarak, yazıma ekledim (“Tarla ve Sera” dergisi, Ağustos 2011 nüshasında yayınlanmıştır).

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün