Eksik olan-3

Tanrı Şeytana sorar; madem yeryüzünden geliyorsun, hizmetkarım Eyub´a rastladın mı oralarda. Onun hiçbir benzeri yoktur yer yüzünde. Şeytan yanıtlar; boşuna değilmiş Eyub´un senden bu kadar korkması. Onun yaşamını, evini çitlerle bir hapishaneye çeviren sen değil misin?

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
20 Ocak 2021 Çarşamba

Zweig’ın trajedisi

Ülkesinden ayrılmak zorunda kalıp Avrupa’da sürgüne çıktığında ana kucağından koparılmış bir çocuğun çaresizliğini yüreğinin derinliklerinde hissedecekti Zweig. Nihayet Amerika’nın güneyine doğru yola çıkan bu inançlı Avrupalı, Brezilya’nın sıcağı ile karşılaştığında muhtemelen yüreğinin buz tuttuğunu hissedecekti.

Vatanından, aşık olduğu dilinden ve kültüründen sonsuza kadar ayrıydı artık. Yaşamına son verme nedenleri arasında ebedi aşkının ihanetinin iç dünyasındaki yansımalarının ayrı bir yeri olacaktı kuşkusuz.

***

Almanya’daki Yahudi entelejensyasının kendini ülkenin kültürel - politik yaşamı ile bütünleştirdiğini düşündüğü zamana rastlayacaktı Nazizm’in de yükselişi. Başkaları gibi Zweig da, Freud ve Einstein gibi vatanından sürgüne çıkarılanlar arasında olacaktı.

Aşkın hüsranı kuşkusuz onun kadar değilse de Yahudi entelejensyasının büyük bir kısmının yüreğini yaralıyor olmalıydı?

Yanlış birine mi aşık olmuşlardı Zweig ve diğerleri, kendilerini içinde büyüdükleri kültürle bütünleştiren bütün bu insanlar da yanlış sevgili mi seçmişlerdi?

Mahler’den Kafka’ya, Husserl’den Edith Stein’a ne bunalımlar yaşatmışlardı içlerinde kim bilir; Yahudiliklerinin mirası olarak içlerinde büyüttükleri tutuk evinde soluk alamıyorlardı; kurtulmayı düşlüyorlardı bu büyük hapishaneden.

O tutuk evi ki temelleri dışarıdan değil içeriden atılmıştı. Mümkün değildi çünkü esaretin yalnız fiziksel olarak inşası. Tutsaklığın zincirleri yalnız dışarıdan geçirilemezdi ebediyen toplumların ve insanların boynuna. Schopenhauer da, Spinoza da teyit edecekti bunu. Aklı sorumlu tutacaktı Spinoza önce; tutsaklık ilmiklerini tutkular dünyasında örer önce diye yazacaktı.

Özgürlük her şeyden önce bilinç gerektirecekti.

Zweig da Freud da tutsaklığın zincirlerini Almanya’daki diğer Yahudi entelektüellerin bir kısmı ile birlikte parçalamaya soyunanlar arasında olacaklardı; Yahudi olmanın iç dünyalarındaki, bilinçaltlarındaki tutsaklığından kurtulmayı deneyeceklerdi.

Asimilasyon öcüsünün tutsaklığını aşmaya çalışacaklardı; yırtılacaktı iç dünyaları.

 

Korkuyu aşmak; asimilasyon zincirlerini kırmak

Cemaat yaşantıları, korku yaşantılarıdır aynı zamanda; iç tutsaklıkların dış dünyadaki baskı ile birlikte dehşet üretmesidir, korku salmasıdır.

Özellikle düşüncenin yasaklandığı coğrafyalarda, özgürlüğün öcüleştirildiği bir düşler dünyasında yazılır cemaatlerin anayasası. Buna göre özgürlüğün, aklın ve yalnızlığın içinde var olmayı seçenin yeri olmayacaktır bu coğrafyaların küçük toplumlarında (communauté) Birey yasaklı olacaktır burada. Cemaat itaat ve topluca hareket etmeyi bekleyecektir üyelerinden.

Dış dünya korku ile izlenen yer olacaktır. Oradan korunmak asimilasyondan korunmaktır. Gözden kaçırılmaya çalışılacaktır ki içe kapanma, zihinsel tutsaklığın ve çürümenin harcını atandır.

Unutturulmaya çalışılacaktır ki; tüm dünyanın gözünü kamaştıran Yahudilik, her zaman başkaldıran, cemaatin sessiz yasalarına, baskıcı tutumuna karşı mücadele verenlerin Yahudiliği olacaktır. Akılsız ve itaatkâr çoğunluk aslında benimsemediği ve dışlamak istediği bu Yahudilerle sadece gurur duyacaktır. Spinoza, Freud gibi heretik olmayı göze alanlarla, asimilasyon zincirlerinin körelttiği kültürel – felsefi yaşamlara soluk getiren Yahudilik, boyun eğen çoğunluğun ilginç bir şekilde övünç kaynağı olacaktır. Salt gururun küçültücülüğü içinde onlarla aynı genetiğe ait olmanın esrikliğinde mutlu olacaklardır!

 

Freud’dan Kafka’ya bunalımın trajedisinde yaşamak

                                                         Çıplak çıktım anne göğsünden

                                                         Çıplak döneceğim oraya

                                                                                             Eyub

 

 

Asimile olmuş bir ailenin oğlu Walter Benjamin de Zweig’la aynı tarihsel ve ruhsal parçalanmışlıkların içinde olgunlaştıracaktı düşünce dünyasını. Aynı döneme denk düşmeyecek midir Kafka’nın bunalımı da; Avusturya’nın I. Savaşa katılma törenlerini, Prag’daki penceresinden izlerken önündeki mektuba içini dökecektir; Yabancı gözlerle seyrediyorum onları diyecektir

Freud muhtemelen aynı tarihlerde “Yahudi gelenekselliğinin” dünyasına başkaldırmış olacaktır. Tanrı tanımazlığa doğru dalgalı denizlerde yol alacaktır.

Cemaatin güvenli limanından uzaklaşmak tarihsel ve ruhsal yırtılmalara kucak açmak demektir. Hele bu liman o sıralarda Hitler Almanya’sına açılıyorsa. Ama Spinoza’nın yüzyıllar öncesinde dediği gibi zor olacaktır özgürlüğün yolları her zaman; kendi yaşamından biliyordu filozof, düşünce özgürlüğünü kabul etmeyen cemaati onu tecrit etmemiş miydi? Yasaklı olarak ilan edilmemiş miydi?

Spinoza gibi büyük bir Yahudi kültürünün içinde büyümezse de kuşkusuz biliyordu Zweig tüm bunları. Derrida da yazacaktı ayrıntıları ile onun Yahudiliğini.

Freud’la gündeme gelecek olan Yahudiliğin yeni baştan tanımı olacaktır. Yahudi entelektüelin asimilasyon dolambacındaki özgürlük arayışı, Yahudiliğin kendi içinde inşa ettiği hapisten kurtulma denemesi olacaktır. Anahtarının kimsede olmadığı bir büyük tutuk eviydi çünkü bu. Oradan çıkıp Yahudiliği yeni baştan inşa etmek gerekiyordu.

Belki de Spinoza’ya düşsel mektuplarını yazarken düşünecekti Freud; miras yolu ile devir alınmadığında Yahudilik var olmaz mıydı? Miras yolu ile devir aldığı ama içine sığamadığı bir Yahudiliğin dışında kalamaz mıydı entelektüel Yahudi? Diğer bir deyişle resmi, geleneksel kısıtlı bir Yahudi tarih algısının dışında yaşanamaz mıydı? Eyub’un yakındığı gibi bir hapishane olmak zorunda mıydı Yahudilik?

Devam edersek ayırt etmeyen bir Yahudilik inşa edilemez miydi? “Başka bir Yahudilik biçimi” mümkün değil miydi? Bu var oluş tarihsel olarak belirlenmişse bile tarih Hegel’in de gönderme yaptığı gibi ancak akılla inşa edilen değil miydi? Miras yolu ile devir alınan Yahudiliğin ne akılla ne tarihle ilgisi vardı zaten.

İşte yolları sık sık ayrı düşse de iki tanrı tanımaz olarak kendisi de, Einstein da Yahudi değiller miydi?

Tanrısız Freud, Einstein, Maran Derrida, hepsi Yahudi olacaklardı sonuç itibarı ile. “Varsayalım ki bir vatanım var” diyen Kafka bile Yahudi değil miydi?

O zaman Yahudi olan nasıl belirlenecektir veya kim Yahudi’dir?

Asimile olmuş Yahudi entelektüel söylendiği gibi ‘hayali Yahudi’ imgesine denk düşen midir?

 

Bu topraklarda Yahudi olmak  

Anlatılanlar ve Yahudiliğin alternatif var oluş biçimleri hiç tanıdık gelmeyecektir bu topraklara ve Yahudi’sine. ‘Sakıncalı piyade’ olmakla damgalanma tehlikesini taşıyabilecektir bu soruların tek bir tanesini bile gündeme getirmek.

Özgürleşmenin tohumlarının tarihsel olarak ekilmediği bu topraklarda din de siyaset de kendi tekil yorumlarında var olup, despotikleşmeye doğru yelken açmaya elverişli duracaklardır. Toplumun yöneticileri de coşku içinde bunun savunusu içinde olacaklardır.

Yahudi toplumu bir minyatürü olacaktır bunun. Kendi yöneticileri de asimilasyon ve kutsalın öcüleştirilmesi ile yöneteceklerdir toplumlarını.

Eksik olanın farkına bile varmayacaklardır; Freud’suz ve Benjamin’siz yaşamı normalleştirilirken ellerinden düşürmedikleri Tora’da mesela Eyub’a bile bakmak zahmetinde olmayacaklardır; “Kaygısız değilim ve sukunda değilim ve rahat değilim” diyordu halbuki Eyub.

Devam edecek

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün