Beş yıl önce, Tokat´ta

David OJALVO Köşe Yazısı
9 Aralık 2020 Çarşamba

2015 yılının ağustos ayı. Sabiha Gökçen Havalimanından uçuşum gecikmeli gerçekleşiyor. İstikamet Tokat. Orada, sevgili dostumun evinde bir hafta kadar kalacağım. Yıllık iznimin bu bölümünü Tokat’ta geçireceğimi söylediğim arkadaşlarım şaşırıyorlardı. “Neden Tokat?” diye soruyorlardı. Aynı soru, evinde kalacağım Amerikalı dostuma da sayısız kez yöneltilmişti. Bir Amerikalının Tokat’ta ev alması alışılmışın dışındaydı. En sonunda onun verdiği yanıtı benimsemiştim. “Tokat, neden olmasın?”

***

Tokat Havalimanı, gördüğüm en küçük havalimanıydı. Uçaktan inişimle, dostuma kavuşmam, birlikte kent merkezine giden minibüse binmemiz sadece birkaç dakika almıştı. Sıcak günlerdi. Merkeze vardıktan sonra, usulca Sulu Sokağı yürüdük, Erenler Mahallesindeki mütevazı evine vardık. Bahçedeki masada, gölgede otururken pastane kurabiyeleri eşliğinde çaylarımızı içtik. İlerleyen günlerde Sulu Sokak’ın zengin tarihini daha yakından görecek, kentin eski mahallelerini gezecek, müzeyi, mevlevihaneyi, Deveciler Hanını ziyaret edecektik. Eski mahalledeki evlerin kapıları hafızamda zengin imgeler bırakacaktı. Programımızda günübirlik bir Amasya seyahati ve Ballıca Mağaralarına inmek de vardı. Mahperi Hatun Kervansarayına gidişimizin ayrı, özel bir anısı kalacaktı.

Dostumun evini ne kadar çok sevdiğini biliyordum. Evin küçük bahçesinde zaman geçirip kitap okumak, yazı yazmak, Selçuklu hanlarıyla ilgili internet sitesini geliştirmek onu çok mutlu ediyordu. Tokat Kebabı’ndan domatesine, sabahları ‘yağlı çörek’ satan seyyar satıcıdan, güzel gözlü eşeklerine kadar kentin tüm detaylarına hakimdi. Bir kebapçıda içtiğimiz ezogelin çorbasının tadı damağımızda kalacaktı. Yaz akşamlarının son gölgelerinde, tatlı bir rüzgar eşliğinde Tokat’ın kent ışıklarını seyredecek, Anadolu’da zamanın derinliğini hissedecektim.

Erenler Mahallesindeki küçük evin sağ yanında genişçe oturma odasının, tek penceresinin altındaki sedirdi yatacak yerim. Rahattı. Odanın kenarında, masadaki abajur lamba yetiyordu ortalığı aydınlatmaya. Böylesi bir loşluk gözlerimi olduğu kadar, ruhumu da dinlendirir. Köşeme çekildiğim o birkaç akşamda pencereden dışarı bakarken neleri düşünmüştüm acaba? Netlikle hatırladığım tek detay, belki Kafka’nın bu odada yazmak isteyebileceğiydi. Baskın kalan duygu, dostumla birlikte geçirdiğim günlerin mutluluğuydu.

Tokat’ı dostumun engin bilgisi ve içinden gelen heyecanıyla tanıdım. Latifoğlu Konağının altındaki kafede yaptığımız zengin kahvaltılar esnasında ve günlerin genelinde çok şey konuştuk. İstanbul ve New York’taki yaşamlardan yansımalar ve kesintiler. 2014 Ekim’inde ilk kez gerçekleştirdiğim Stockholm seyahatinin izlenimleri ve de. 2015, İsveççeyi öğrenip öğrenmeme konusunda düşüncelerimin ve içsel tartışmalarımın yoğun geçtiği yıldı. Süreci değerlendirmek ve bir karara varmak üzere dostumla yaptığımız sohbetlerimiz değerliydi. Karar, kasım başında verilecekti. 2015’in kısa yazı, bazı açılardan iyimser kalabildiğim son yazdı.

***

Tokat’ta dostumu bir kez daha, 2017 Ağustos’unda ziyaret edecektim. Bu kez Sivas Havalimanı üzerinden. Her iki yolculuğum da köşe yazılarıma ara verdiğim döneme denk gelir. Dolayısıyla, bir Tokat yazısı kaleme alamamış olmam içimde kalıvermişti.

Bir ülkeyi, bir kenti, bir tarihi kalbiyle, safça, günlerin getirdiğinin ağırlığına algılarını kapatarak sevebilir, yaşayabilir mi insan? Dostum bunu başardı.

Bu pandemi karanlığında, geçmiş zamanı selamlıyorum köşe yazımla. Şimdi komşu mahalleye tereddütle yolculuk yaptığımız bu yılda, kimi iyi anılar uzaklaşıyor. Biraz yakına, yanıma çağırmak istedim onları. Yazıp anlatmanın bir değeri de burada saklı değil miydi?

 

Etiketler: