Bayanlar baylar, İstanbul kimin?

2010 yılında, İstanbul’un ‘Dünya Kültür Başkenti’ olması nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ‘Ben İstanbulum’ başlığı altında bir kitap yayınlamıştı[1]. İşte o kitapta, Giovanni Scognamillo’dan, Stelyo Berberakis’e, Liz Behmoras’tan Roni Margulies’e, Markar Esayan’dan Jaklin Çelik’e, çok sayıda ‘Bay ve Bayan’ İstanbullu, İstanbullu olmanın ne demek olduğunu kendi üsluplarıyla dile getirmişlerdi.

Köşe Yazısı
7 Ekim 2020 Çarşamba

Dün İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 97. yıldönümüydü. İstanbullular olarak hep birlikte bayram ettik. Ama hangi İstanbullular? Başlıktaki sorunun cevabı basitmiş gibi görünüyor. İstanbul İstanbullularındır, öyle değil mi? Ya da milliyetçi duygularınız baskınsa, İstanbul Türklerindir der işin içinden çıkarsınız. Fakat gelin biraz beyin jimnastiği yapıp azıcık kafa karıştıralım... 

Geçenlerde telefonum çaldı. Numara tanıdıktı, ancak arayan genç kadın anlaşılan beni tanımıyordu: “Merhaba, İzel Hanımla görüşebilir miyim?” Bu tarz aranmalara alışkın olduğumdan tepki vermedim, sesimi hafifçe kalınlaştırarak, “Buyrun? Ben İzel...” diye cevapladım. Genç kadın utandı, “Ay çok pardon Bay İzel ben sizi şey sandım...” “Ya sabır!” dedim içimden. Hayır, beni ‘şey’ sanması önemli değildi, asıl sorun bana yakıştırdığı ‘Bay’ sıfatıydı. Tahminim, telefonun öbür ucundaki muhatabımın daha yaşlı olması halinde bana ‘Mösyö İzel’ diye hitap edeceği yönündeydi. 

‘Bay’ ya da ‘Mösyö’ sıfatı kötü bir şey mi? Türk Dil Kurumunun sözlüğüne bakacak olursanız, sözcük eskimiş olsa da hiç de öyle kötü durmuyor. Hatta tam aksine içinde iltifat bile barındırıyor: “Mösyö = Bay = 1) Malı mülkü, parası çok olan, varsıl, zengin (kimse); 2) Er kişilerin ad veya soyadlarının önüne getirilen saygı sözü.” Ne güzel, sevdim bunu! Peki, kadınlar niçin kendilerine ‘bayan’ diye hitap edilmesinden hoşlanmıyorlar acaba? Cevabını kadının kendi sesinden verelim: “Esas kimliğin söz konusu olduğu durumlarda yalnızca cinsiyet belirten 'kadın' kelimesinin ayıp olarak algılanıp, yerine bayan sözcüğü kullanıldığında bir art niyet ararız!”

Kadınlar art niyet arıyormuş! ‘Bay’ diye hitap edildiğinde ‘bağzı’ erkekler de art niyet aramalı mı acaba? Konu nereden nereye geldi? Yukarıda ‘İstanbul kimin?’ diye sordum, geldim işi ‘mösyö ile madam’a bağladım, art niyetli miyim ne?

Dost sohbetlerinde sıra nostalji yapmaya gelince kaçınılmaz olarak “Nerede o eski İstanbul” geyiği başlar. Laf lafı açarken, iç çekmeler arasında, anılar, eski yaşam tarzı dile getirilirken bir çeşit mozaik düşer dile. İnsan mozaiğidir kastedilen, Mösyö Yani’nin, Bay Viktor’un, Madam Karin’in Melahat Hanımlarla, Selim Beylerle bir arada yaşadıkları “Bir zamanlar İstanbul” mozaiği... Baştan aşağı ayrımcılık kokan bu eski karışıma mozaik diyorsak, şimdikine ne demeli acaba, ‘patchwork’ mü?

İnternette biraz araştırdım, İstanbulluların acaba kaç tane dernekleri varmış diye baktım. Bulamadım. Daha doğrusu bir tane İstanbul Kültür Derneği buldum, ama o da İstanbul’da değil, Atina’da! Öte yandan İstanbul’da toplam 7.732 hemşeri derneği bulunduğunu öğrendim. Bunlardan 718’ini Sivaslılar kurmuş. Tokatlılar ise sıralamada ikinciymiş. Bu derneklerin kurulma amaçları elbette gurbette yaşayan hemşerilerin kendi kültürlerine sahip çıkmaları ve aralarında özlem gidermeleri olarak açıklanabilir. Peki, ama İstanbul’da oturan İstanbulluların kültürü ne durumda? Ne olursunuz şimdi bana yeniden Mösyö Yani, Bay Viktor, Madam Karin muhabbeti yapmayın! Kendimden örnek vereyim: Bildiğim kadarıyla anne tarafımın ailesi 20. yüzyılın başında Selanik’ten gelmiş İstanbul’a. Ondan öncesi de malum, İspanya’dan kovulmuşlar... Babamlara gelince, onlar da İstanbul’a Doğu Avrupa’dan 19. yüzyıl ortalarında gelip yerleşmişler. Anlayacağınız ben de bir İstanbullu olarak Sivas ya da Tokat’tan göç edenlerden farklı değilim. 

 

2010 yılında, İstanbul’un ‘Dünya Kültür Başkenti’ olması nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ‘Ben İstanbulum’ başlığı altında bir kitap yayınlamıştı[1]. İşte o kitapta, Giovanni Scognamillo’dan, Stelyo Berberakis’e, Liz Behmoras’tan Roni Margulies’e, Markar Esayan’dan Jaklin Çelik’e, çok sayıda ‘Bay ve Bayan’ İstanbullu, İstanbullu olmanın ne demek olduğunu kendi üsluplarıyla dile getirmişlerdi. Markar Esayan şöyle yazmıştı: “İstanbul’da azınlık olmak hem benzersiz bir zenginlik, hem de zaman zaman biraz burukluk. ‘Nerelisin?’ diye sorduklarında ‘Yedi sülale İstanbulluyum!’ demekten öyle gurur duyuyorum ki... Babam Ermeni, annem Rum, büyükannem Musevi, dedem Rus, kuzenlerse Müslüman olunca renkli ve unutulmaz anılarla yüklü bir çocukluk da kaçınılmaz oluyor. Her yıl onlarca bayram kutladık. Kiliseden sinagoga, şekerlerle bayram ziyaretlerinden el öpmelere... Üç dine özgü ritüeller, açılan sofralar, komşular arasındaki dayanışma; mutlaka ne pişerse, hele ki bir de kokusu yayıldıysa komşudan komşuya taşınan tabak tabak yemekler... Kurtuluş’ta, Sıraselviler’de gece ayini sonrası ellerinde mumlarla yürüyen Hıristiyanlar ve onlara eşlik eden Müslüman komşular...” Ben ise yazımı şöyle sonlandırmışım: “İstanbul’u biraz olsun yaşayan, O’nu seven herkes tartışmasız İstanbulludur!”

Şimdi de diyorum ki; İstanbul’da ne kadar yaşadığı hiç önemli değil, bu kente ‘taşı toprağı altındır’ diye bakmayan, ayçiçeği çekirdeklerinin kabuklarını yerlere atmayan, bulduğu her boş araziye gökdelen dikmeyen, çöpünü denize dökmeyen, restorasyon yapıyorum diyerek tarihi yapıları katletmeyen, İstanbul’un suyunu, havası, toprağını severek kendisini İstanbullu hisseden herkes İstanbul’un doğal sahibidir. Bay-bayan veya bey-hanım olsun hiç fark etmez.



[1] Ben İstanbulum / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ Yayınları, Nisan 2009

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün