‘Bora ine tha perasi’ *

6 Eylül 1955 akşamüstü saatleri. İstanbul Osmanbey’de, Pangaltı’ya karşıt bir sokakta ellerinde tek tip sopalar olan bir güruh daha önceden belirledikleri düşünülen apartmanların önüne gelip Türkiye’de yüzlerce yıldır yaşayan Rum vatandaşların evlerine girmeyi planlarlar.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
9 Eylül 2020 Çarşamba

6 Eylül 1955 akşamüstü saatleri.

İstanbul Osmanbey’de, Pangaltı’ya karşıt bir sokakta ellerinde tek tip sopalar olan bir güruh daha önceden belirledikleri düşünülen apartmanların önüne gelip Türkiye’de yüzlerce yıldır yaşayan Rum vatandaşların evlerine girmeyi planlarlar.

Amaç, bugün bile ortaya çıkarılmayan kimilerin yönlendirme ve tahriki ile insanoğlunun en eski, ilkel ve onca zihni ve sosyal gelişmeye rağmen fıtratından atamadığı yağmalama güdülerini hayata geçirmekti.

Azgın topluluk, sloganlar eşliğinde o sokağın ilk apartmanına girmek istediği anda binanın Karadenizli bakıcısı elinde Türk bayrağı ile “Burada herkes Türk’tür, hadi yallah” der ve göstericiler bir sonraki binaya yürür. Oysaki o apartmanın üç katında Rumlar yaşamaktaydı ve evlerinin yağmalanması ve başka olumsuz hadiselerin vuku bulması cesur ve insanlığını kaybetmemiş bir Müslüman Türk tarafından engellenmiş olacaktı.

Aynı saatlerde, Osmanbey’deki güruha benzer bir kalabalık Büyükada iskelesine yaklaşır. Amaç aynıdır. Rumların evlerine girecekler ve neyin intikamını aldıklarına pek aldırmaksızın yüzlerce Rum veya onlardan sandıkları farklı dinden vatandaşları en acımasız şekilde mağdur edeceklerdi. Büyükada’da korkunç bir panik oluşur, kimi genç Yahudi kadınlar tecavüz korkusundan adanın en ücra tepe noktalarına Müslüman aileler tarafından kaçırılır ve hayatları boyunca onları terk etmeyecek olası bir büyük travmadan kurtulurlar.

Büyükada’ya gelen bu bilinçsiz ve tahrik edilmiş insan topluluğu Türk futbol tarihinin efsanevi ismi Lefter’in evini de basar. Olaylardan sonra konuşan Lefter, “15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım, o gün ise kayalar ve boya tenekeleri ile karşılaştım. En üzüldüğüm, harçlık verdiğim çocukların evimi taşlamasaydı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalkıştılar” diyecekti.

7 Eylül sabahı ise Çanakkale kıyılarına, aynı tür sopaları ellerinde tutan insanları taşıyan bir motor yanaşır. Amaç oradan küçük mavnalarla Rumların yaşadığı Bozcaada’ya gitmekti. Ancak askerler o insanların sahile inmelerine izin vermez ve belki de Çanakkale’de yaşayan bir avuç Yahudi vatandaş ila Bozcaada’daki Rumlar İstanbul’daki korkunç olayların benzerlerinden kurtulmuş oluyorlardı.

xxx

Her şey bir gün önce Selanik’teki Atatürk’ün evine bomba konulması haberiyle başlayacaktı. Gerçekten de bir bomba evin bahçesinde patlamış, ama sadece camlar kırılmıştı. Lakin İstanbul’un önemsiz ve 30 bin tirajlı gazetesi Ekspres, 6 Eylül günü yıldırım baskıyla tam 290 bin gazete basacak ve olayı tahrik edici bir anlatımla İstanbullulara iletecekti. İlginç bir tesadüf de, 5 Eylül günü Anadolu’nun bazı şehirlerinde, kalabalık insan topluluklarının otobüslere binerek İstanbul’a doğru yol almaları olacaktı. Bazılarına neden gittikleri sorulduğunda ‘ganimet toplamaya’ şeklinde cevap vereceklerdi. 

Ve İstanbul’da öğlen sonrası saatlerinde önce bazı üniversite öğrencileri daha sonra da ‘Kıbrıs Türktür Cemiyeti’ üyeleri şehrin, özellikle Rumların evlerinin ve işyerlerinin bulunduğu semtlerinde protesto mitingleri düzenleyecek ve daha sonra bu topluluklara şehre otobüslerle gelen, ellerinde sopalar ve diğer yıkıcı aletler bulunduran, kimlikleri belirsiz insanlar katılacak ve sonra olanlar olacaktı. 

Sabaha kadar süren olaylar, İstanbul’da azınlıklara karşı düzenlenen, şehrin tarihinin en karanlık ve şiddet, talan, yağmalama, binaları ateşe verme, tecavüz ve cinayet dolu hikayelerini yaratacaktı.

7 Eylül sabahı bilanço çok ağır olacaktı. Şehrin, azınlıkların bulunduğu bölgedeki saldırılar neticesinde 14’ü Rum, 1’i de Ermeni vatandaşı olmak üzere 15 kişi öldürülmüş ve 300 kişi yaralanmış, 400 kadın da tecavüze uğramış olacaktı. 4200’den fazla ev, 1000’den fazla işyeri yağmalanmış, 73 kilise ile 1 sinagog yakılmış olacaktı.

İzmir’de Yunan Konsolosluğuna ve bazı Rum evlerine benzer saldırılar da olacaktı.

Dönemin Adnan Menderes hükümeti olaylar karşısında göründüğü kadarıyla, meselenin kontrolden çıkmasının şaşkınlığı içinde, 6 Eylül gece yarısı, iş işten geçtikten sonra sıkıyönetim ilan edecek, asker sokağa inecek ve yağmacılar kaçmaya başlayacaktı.

Hükümet sorumluluktan kaçarcasına olayları ‘komünistler’e ihale etmeyi düşünecek ve aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir ve Hasan İzzettin Dinamo’nun da bulunduğu onlarca aydını tutuklayacaktı. Oysaki olayların failleri çok başka yerdeydi. Zaten aydınların tamamı birkaç ay sonra suçsuz bulunup serbest bırakılacaklardı.

Dönemin CHP Başkanı İsmet İnönü, 12 Eylül’de yapılan Meclis görüşmelerinde Menderes hükümetini suçlayacak, olayların üzerine gidilmesini söyleyecek ve “Hakikatler ne kadar acı, hatta ne kadar utandırıcı olsa bile, olduğu gibi gösterilmesi büyük milletimize karşı temize çıkmanın tek çaresidir” diyecekti.

Lakin, tarihin bu karanlık sayfasının üzerine gidilmeyecek, mesele kapanmaya çalışılacaktı.

1960 Yassıada davalarında Adnan Menderes ila başbakan yardımcısı görevinde olan Fatin Rüştü Zorlu ve dönemin İzmir Valisi bu karanlık sayfadan sorumlu ve suçlu bulunacaklar ama nedense Selanik’te bombayı attığı iddia edilen ve Yunan makamlarca gıyabında suçlu bulunup ceza verilen zat beraat edecekti…

xxxx

7 Eylül sabahı Beyoğlu’nun Kristallnacht görünümlü caddesinin kenarında, perişanlığı büyük bir üzüntü ve dehşet içinde seyreden Rum vatandaşların birbirlerine ‘Bora ine tha perasi’ * dedikleri rivayet edilir.

Lakin, kalpler bir kez kırıldı mı tamir edilemezdi.

O meşum günden sonra Türkiye’deki Rumlar zaman içinde kitleler halinde göç edeceklerdi, yüzyıllardır yaşadıkları ve aşık oldukları Dersaadet’ten ve İzmir’den.

Bugün iki bin nüfusla varoluş direnci gösteriyorlar adeta.

Lakin, ‘fırtına’ya yakalanacak kimse kalmayacak bile bir süre sonra. 

Ve bir karanlık sayfa, muhtemelen gerçek suçlusunu bulmadan tarih sahnesinde unutulmaya yüz tutacak...

 

*”Fırtınadır, bu da geçer”

 

Not: Yazının başındaki Osmanbey, Büyükada (Lefter’in hikayesi hariç) ve Çanakkale’ye ait anlatılan küçük hikayeler, bugün yaşayan ve o günleri gören tanıkların hafızalarında kalanlardan tarafıma aktarılanlardır.

   

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün