Fakirdik artık daha fakiriz

6 Ağustos 2020 ekonomi finans tarihimize en kötü günlerden biri olarak eklendi. İki günlük kur hareketi neticesinde, tüm zamanların en yüksek Dolar/TL, Euro/TL ve Sterlin/TL rekor seviyelerini gördük.

Prof. Dr. Burak ARZOVA Köşe Yazısı
2 Eylül 2020 Çarşamba

6 Ağustos 2020 ekonomi finans tarihimize en kötü günlerden biri olarak eklendi. İki günlük kur hareketi neticesinde, tüm zamanların en yüksek Dolar/TL, Euro/TL ve Sterlin/TL rekor seviyelerini gördük. Sadece bununla kalmadı, kısa dönem (2 yıllık tahvil) ve uzun dönem (10 yıllık tahvil) tahvil faizlerinde de artışların kaydedildiği bir gün oldu. Hareketin başlamasından hemen önce yurt dışı piyasalarda TL sıkışıklığı seçen yabancıların TL talebi nedeniyle gecelik faizler %1000 ile ifade edilen rakamlara ulaşmıştı bile. Uzun zaman dolar kurunu 6,85 TL sabitte tutmaya çalışmanın yaklaşık maliyeti 100 milyar USD civarında gerçekleşti. Neticede Türkiye 06 Ağustos 2020 günü çok ciddi bir devalüasyon yaşadı ve şimdi iki gün önceye göre daha fakir hale geldik. Satın alma paritesi cinsinden alım gücümüz yine azaldı. Türkiye yabancılar için bir cennet (artık 100 USD karşılığında 740 TL alıyorlar oysa bir ay önce 100 USD karşılığında 685 TL alıyorlardı) haline dönüşürken, vatandaşın alım gücü de aynı oranda düştü. 

Aslında bugünlere bir anda gelinmedi. Türkiye’nin en büyük risklerinden biri denenmiş politikaları yeniden farklı sonuç alacağı ümidiyle denemek iken, diğeri bu deneyi serbest piyasa ekonomisinin gerçeklerinden uzaklaşarak yapmaya çalışmasıydı. 

Defalarca test edilmesine ve üzerinde uzlaşılmasına karşılık, açık bir ekonomide hem faizin hem de kurun aynı anda kontrol edilebileceğini sanmak büyük yanılgı iken, diğer yanılgı faizin enflasyonun nedeni olduğu görüşüydü. Oysaki iktisadın en temel kuralı, enflasyon düştüğü ölçüde faizin de ona bağlı olarak geri geldiği gerçeğidir. Faiz enflasyonun nedeni değil sonucu iken, yapay yolla faizi indirdiğimizde enflasyonun da düşeceğini sanma yanılgısına düştük. Enflasyonun en temel nedenlerinden biri olarak kura bağlı maliyet enflasyonunu görüp, serbest piyasa ekonomisinde kuru sabit tutmaya çalıştık. Üstelik belirlediğimiz 6,85 değerinin neye göre belirlendiği, ‘adil’ olarak algılanan bu kur seviyesinin hangi ekonomik gerçekliklere bağlı olduğunu tartışmadan, bu değeri sabit kur değeri olarak belirledik.

Ekonomik önlemleri uzlaşmacı ve top yekûn almak yerine her akşam ve hatta hafta sonu çeşitli tedbirler uygulayarak, yabancı yatırımcı için ön şart olan öngörülebilirliği ortadan kaldırdık. Öngörülebilirlik ortadan kalkınca, yabancı yatırımcı yavaş yavaş hem sermaye piyasalarından hem de tahvil piyasalarından çıkış yaptı. Tahvil piyasası daralıp, yaprak kımıldamaz hale gelince, faizin doğal oluşumunu önlemiş olduk. Giden yabancıların yerini yerlilerle dolduracağımız gibi bir yanılgı içine girdik. 

Bu arada bütçe disiplininden ciddi sapmalar gösterdik. Oysa bütçe disiplini bizim elde kalan son çıpamızdı. COVID-19 krizinde gelirleri artırmak kolay değilken, bu harcama makul karşılanabilir tutarların çok üstüne çıkınca, bu kez kamu kesimi borçlandı. Üstelik iç borçlanmada daha önce vazgeçtiğimiz yabancı para cinsinden borçlanmayı seçerek kur riskini de üstlenmiş olduk. 

COVID-19 krizi tüm dünyayı derinden etkilediği bir ekonomik yapıda, dünyadan farklı bir çıkış hikâyemiz olacağına inandık ve bunun için hem bireysel borçlanmayı, hem de kurumsal borçlanmayı çok kolay hale getirdik. Tarihi düşük seviyedeki düşük faizlerle artan talep, etkin alanlara gideceği yerde betona ya da bireysel borçlanma üzerinden dolar ya da altına gitti. Oysa negatif faizin olduğu, yatırımcının TL mevduatta adeta cezalandırılır hale geldiği bir ekonomide başka yere gitmesi imkânsızdı. Nitekim öyle de oldu. Bunu söyleyenleri de felaket tellalı olmakla ya da ekonomiyi bilmemekle itham ettik. 

Oysa Türkiye ekonomisinde iç talep artınca bunun ithalata etkili olup, cari açık doğurduğu bilinen bir gerçek. COVID-19 döneminde tüm dünyada seyahatler durdu. Türkiye’nin de turizm gelirleri cari açığın finansmanına destek olamayacak ölçüde gelişeceği çok açık ortada dururken, ne pahasına olursa olsun büyümeyi tercih ettik. Oysa büyüme beraberinde cari açık da getirir. Bu kez hem yabancının çıkışı rekor düzeye ulaşmışken, dünya ticaret hacmi düştüğü için ihracat gelirleri bir önceki yıla göre düşecekken ve turizm gelirlerinde beklenen getiri sağlanmayacakken, cari açığın finansmanında yaşanacak sıkıntıyı göz ardı ettik. 

Merkez Bankası rezervlerini de hesapsızca sabit kur uğruna kullanınca, bugün gördüğümüz kur hareketi beklenen bir durum haline geldi. 

Türkiye’nin temel sıkıntılarını sıralarsak;

1 Serbest piyasa ekonomisi gerçeklerinden kopuş,

2 Enflasyon verileri özelinde veri güvenliği konusunda tereddütler oluşması ve bunların giderilmemesi,

Finansal piyasalara yönelik önlemlerin toplu halde gelmemesi, ekonomide keyfi uygulama algısının oluşması,

4 Ekonomik kararların geniş katılımla müzakere edilmeden, oldu bitiyle gelmesi ve sonrasında piyasaya yönelik düzenlemelerin yapılması,

5 Ekonomide plansızlık nedeniyle öngörülebilirliğin ortadan kalkması,

6 Türkiye ekonomisinin yabancı sermaye akımlarına aşırı bağlı halde olması,

7 Bütçe disiplinin kaybedilmesi, bütçenin harcama ayağında kamunun özensiz hareket etmesi,

8 Yapısal reform takviminin bir türlü ortaya konulamaması,

9Uluslararası piyasalarda, yabancıların operasyon gerçekleştireceği korkusu ile Türk Lirası varlıklara ulaşımın sınırlandırılması, 

10 Merkez Bankası rezervlerinin hoyratça kullanılması neticesinde tarihi düşük seviyelere düşülmesi,

11 Ekonomide kanıtlanmış teorilerin reddedilip, bireysel inanca dayalı teorinin başarılı olacağına inanılması.  

Şimdi asıl konu gelinen bu kur seviyesinin vatandaşı nasıl etkileyeceği hususu: 

Aslında bu durumu yaklaşık iki yıl önce hem de yine ağustos ayında yaşadık. Kur şoku arkasından fiyat artışlarını ve bu fiyat artışlarına bağlı olarak yüksek enflasyonu doğurdu. 

06 Ağustos 2020 tarihinde Dolar/TL 7,30’u aşarak rekor seviyeye ulaştığında, döviz bürolarında Dolar/TL değeri 7,45 i gösteriyordu. Bu demektir ki, şimdiden dolarla işi olsun olmasın çok kişi fiyat ayarlamalarını bunun çok daha üstünde 8,00 Dolar /TL seviyesine göre gerçekleştirecek. Kur kısa sürede geriye gelmez ve bu seviyelere yerleşirse, yüksek kur seviyesi, uzun dönemde yüksek enflasyona, alım gücünün yeniden düşmesine, faizlerin artmasına ve ekonominin yeniden durgunluğa girmesine sebebiyet verecektir. 

Doların yeni bir hamle gerçekleştirebileceğine yönelik inanç, doğru ve güven veren ekonomi politikalarıyla kırılmazsa, dolarizasyon artarak devam edecektir. Çünkü TL’de kalan kazançlı çıkar denilen her söylemde dolarda olan kazançlı çıktı. TL varlıkların mutlaka güçlendirilmesi ve halka güven verilmesi lazım. 

Neticede yüksek kur nedeniyle oluşacak enflasyon, istihdam da işgücü kaybına da sebebiyet verebilir. Alım gücünün düştüğü, maliyetlerin arttığı ortamda, yatırımların aynı seviyede kalması da beklenmeyecektir. 

Dolayısıyla oldukça zor bir yeni dönem hepimizi bekliyor. Allah yardımcımız olsun.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün