Amerikan ırkçılığı hakkında bazı düşünceler

Kuzey Amerika’ya ilk kölelerin gelişi 1619 yılında İngiliz kolonisi Virginia’nın Jamestown şehri yakınlarına getirilen 20 civarında köle ile başladığı genellikle kabul görse de, öncesinde İspanyollarca 16. yüzyılda getirilen köleler olduğu da bilinmektedir.

Umut UZER Köşe Yazısı
24 Haziran 2020 Çarşamba

Kuzey Amerika’ya ilk kölelerin gelişi 1619 yılında İngiliz kolonisi Virginia’nın Jamestown şehri yakınlarına getirilen 20 civarında köle ile başladığı genellikle kabul görse de, öncesinde İspanyollarca 16. yüzyılda getirilen köleler olduğu da bilinmektedir. Daha sonra, 1776 yılında Amerika Birleşik Devletleri İngiltere boyunduruğundan kurtulup bağımsızlığını ilan etti. Ancak Amerikan İç Savaşının sonlandığı 1865 tarihine kadar kölelik Amerika’nın güneyinde etkili bir ekonomik ve toplumsal kurum olarak yaşamaya devam etti. O tarihten sonra ayrımcılık farklı şekillerde özellikle segregation adıyla 1960’lı yıllara kadar etkisini sürdürdü. Özellikle 1964 Medeni Haklar Yasası ile her türlü ırk temelli ayrımcılığın sonlandırılması öngörüldü. En son 2008-2016 arasında siyahi bir başkanın seçilmesiyle ırklar arası ayrımcılığın azalacağı öngörüldü ama maalesef bu gerçekleşmedi. 

2008 yılında Barack Obama başkan seçildiğinde Amerika’da araştırmalar yapmakta ve ders vermekteydim. Dolayısıyla siyahi toplum için bu başkanlık seçiminin sembolik ve duygusal yönlerini ilk elden gözlemleyebildim. Ancak Obama döneminde bile, Harvard Üniversitesi öğretim üyelerinden siyahi kökenli Henry Louis Gates’in 2009 yılında kendi evinde gözaltına alınması benim için öğretici bir an oldu. Harvard kampüsünde bastonuyla yürüyen bu ufak tefek akademisyeni defalarca gördüğüm için bu olay beni daha yakından ilgilendirdi. Evine gelen polisi terslediği için hemen kelepçelenen bu yaşlı adamın, daha sonra bırakılsa bile, maruz olduğu muamele Amerika’daki siyahi toplumun tecrübelerinin benim bir yabancı olarak yaşadıklarımdan daha farklı olduğunu bana öğretti. 

Daha önce Virginia’da yani güneyde doktora eğitimimi alırken beyaz olduğum için olsa gerek hiçbir sorun yaşamadım. Tabi polis şiddeti sadece ırkçılıkla açıklanamaz ama sorunun büyük bir parçası olarak siyahi topluma karşı uygulanan sistematik ırkçılık olduğunu kabul etmeliyiz.  

Amerika’nın kuzeyinden gelen bir beyaz arkadaşımın vurguladığı gibi Virginia’daki bazı otoyolların Amerikan İç Savaşında Amerika Konfedere Devletleri, yani Güney’in Başkanı Jefferson Davis’in adını taşımasının kendisini ürküttüğünü vurgulaması veya Güney’in en önemli komutanlarından Robert Lee’nin heykellerinin bazı şehirlerde bulunması, Güney’in Amerikan İç Savaşını kaybettiğini ancak barışı en azından bazı güney eyaletlerinde kısmen kazandığını gösteriyordu. Ayrıca, Kuzey Carolina’da bulunan Fort Bragg gibi bazı askeri kışlalara gene Güney’in komutanlarının isimlerinin verilmesi de ciddi bir çelişki olarak ortada duruyor. Bir süredir bu isimlerin değiştirilmesi de gündemde. 

Öbür taraftan Konfedere Devletlerin “kahramanlarının” heykellerini korumak amacıyla Virginia’nın Charlottesville kasabasında 2017 yılında yapılan ırkçı ve antisemit gösteri bir kişinin ölümüyle sonuçlanmış ve Amerika’da ırkçılığın şaha kalkmasında Amerika Başkanı Donald Trump’un önemli etkisi olduğu söylenmişti. 

Virginia Üniversitesinin bulunduğu Charlottesville kasabasında yaşamış biri olarak, üniversitelerin bulunduğu bölgelerin oldukça liberal olduğunu hem kişisel gözlemlerime dayandırabilirim hem de ünlü felsefeci Richard Rorty’nin sözleriyle destekleyebilirim. Rorty’e göre bu kasabayı ve diğer üniversite kasabalarını (college towns) “muhafazakâr denizlerde liberal adalar” olarak nitelemek doğru olacaktır. Ama yabancı da olsanız beyaz olmanın belli bir avantaj getirdiği doğru olsa gerek. 

Geçmişte sivil haklar lideri Martin Luther King’in suikasta kurban gitmesi, Rodney King adlı bir kişinin 1991 yılında birkaç polis tarafından coplarla acımasızca dövülmesi aslında polis şiddetini ortaya koyuyordu. King ağır yaralı olarak bu saldırıdan kurtuluyor ama kitlesel gösteriler o zaman da gerçekleşiyordu. Bugün ise artık herkesin telefonunda kamera olması bu tür şiddet olaylarını daha da gözler önüne serdi. 

George Floyd’un Mayıs 2020’de boynuna beyaz bir polisin diziyle bastırması sonucu ölmesi ile ortaya çıkan kitlesel protesto gösterileri ise siyahlar ile beyazlar arasındaki eşitsizliğin bugün de devam etmekte olduğunu ve polis şiddetinin boyutlarını göstermesi açısından önemli bir gelişmeydi. Ancak George Floyd maalesef boğularak öldürülen ilk siyahi değildi. 2014’te New York’un Staten Island ilçesinde başka bir siyahi adam gene boğularak öldürülmüştü. Her ikisinde de kurbanların “Nefes alamıyorum” haykırışları akıllarda kaldı.   

Tabi son olaylarda polislerin beyazlara karşı da şiddet uyguladığı görüldü. Dolayısıyla ABD’de bir polis şiddeti sorunu ve ırkçılık meselesi olduğu açıkça ekranlarda seyredilebiliyor.

Bütün bunlara karşı polisin aşırı şiddet uygulamasına karşı reform hareketleri hızlandı. Ayrıca Nascar araba yarışlarında Güney’in yani Konfederasyonun bayrağının sergilenmesi yasaklandı ve çeşitli yerlerde bulunan heykeller yerlerinden kaldırılmaya başladı. Buna karşı beyaz halkın bir kısmı, İç Savaş dönemi şahsiyetlerinin heykellerini ve Güney’in bayrağı gibi sembolleri mirasları olarak görmekte ve bunun sonucu olarak olanlara karşı bir beyaz tepkinin de gelişmesi beklenebilir. Bunun örneklerini polis teşkilatlarından kitlesel olarak istifa ederek meslektaşlarına haksızlık yapıldığını vurgulayan polislerde görebiliyoruz. Ayrıca yukarıda bahsedilen heykeller ve anıtlar meselesi de Trump tarafından gündemde tutuluyor ve bunların kaldırılmasına karşı çıkıyor. Aslında Trump her ne kadar köleliği kaldıran Abraham Lincoln’in Cumhuriyetçi Partisinin üyesi olduğunu vurgulasa da diğer söylemleri siyahi halkı kendinden uzaklaştırıp, ırkçı beyaz unsurları kendi saflarına çekmeye yarıyor. Kendisi güç kaybetse de, sonbahardaki seçimlerde sonucun ne olacağını kestirmek şimdiden mümkün gözükmüyor.  

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün