Korona pozitif olmaya pozitif bakış

Dünya Sağlık Örgütü tarafından Covid-19´u hafif belirtlerle evde atlatacağı belirtilen yüzde 81´i ve geri kalan yüzde 19´u ilgilendirecek iki önemli nokta var: Yüzde 81´in hastalığa bağışıklık kazanması konusu ve bu insanların yüzde 19´a nasıl bir faydaları olabileceği.

Selin SEVİNDİREN Perspektif
31 Mart 2020 Salı

Türkiye’de 11 Mart’ta ilk Covid-19 vakası görüldüğünden beri artık her birinizin en azından bir tanıdığı ya da tanıdığınızın tanıdıkları arasından bir kişi bu hastalığı geçiriyor olsa gerek.  Hastaların yüzde 81’inin hastalığın belirtilerini hafif göstererek, hastaneye başvurmadan hatta test bile yaptırmadan Covid geçirdiğini ele alırsak vaka sayısının yanına bir sıfır eklemek mantıklı olacak, hatta iki sıfır ekleyin demeye bile cüret edenler olacaktır. Benim konuşmak istediğim konu vaka sayıları değil, bunun bir basamak ilerisi yani hastalığı hafif geçirenlerin bu hastalığa bağışıklık kazanması konusu ve iki basamak daha ilerisi, bu insanların topluma nasıl bir faydaları olabileceği. 

Fakat ilk önce soralım hastalığı hafif geçiren bu kişiler iyileştikten sonra hala bulaştırıcılar mı? Almanya’dan bir bilimsel makale[i] şöyle diyor: İlk belirtileri göstermeye başladıktan 10 gün geçtikten sonra, hastanın bulaştırma riski azalıyor. Öte yandan Çin’den bir başka yayın[ii] belirtiler kaybolduktan 14 gün sonra virüsün çok bulaşıcı olmasa da vücutta görüldüğü yönünde. Karantina kurallarını çok sıkı takip ettikleri bilinen Çinli dört sağlık çalışanı iki kez arka arkaya negatif çıktıktan sonra eve gönderildiler. Fakat 5 gün sonra yeniden pozitif çıktılar. Bu kişiler yeniden enfekte olmalarından ziyade yüksek ihtimalle vücutlarında tedaviden sonra azalan virüslerin yeniden çoğalmasıyla yeniden testte pozitif çıktılar. Yalnız bu sefer hastalar hastalık belirtisi göstermedi.  Bu Covid-19’un virüsü SARS-CoV-2’e özel bir durum değil zira Zika ve Ebola virüsleri de vücutta aylarca kalıyor. Ayrıca bu kötü bir haber de değil çünkü bir virüs ne kadar vücutta takılırsa bağışıklık sisteminiz o kadar kuvvetli antikorlar üretir. Bu durumda yüzde 81’in iyileştikten iki hafta sonraya kadar geçen sürede sosyal mesafesini korumaya devam etmesi, evdekilerle asla içecek, yiyecek paylaşmaması gerekiyor.

Peki, yüzde 81 hayat boyu Covid-19’a bağışıklık kazandı mı? Tam olarak bilmiyoruz çünkü daha fazla araştırma yapılmalı. Üzerine Japonya ve Çin’de hastalığa ikinci kez yakalanan tek tük anekdotlar duyuldu; başka birçok sebebe (işini yanlış yapan laborant, yanlış negatif gösteren test, uyuyan virüsün yeniden aktive olması gibi) bağlanabilecek şekilde olsa da. Fakat yüksek ihtimalle bu sorunun cevabı SARS-CoV-2’e bağışıklık kazanıldığı şeklinde. Şimdi rahatlatan cinsten bir bilimsel makaleye odaklanalım. Çin Tıp Akademisinin dört maymunla yaptığı ve sonuçlarını 14 Mart’ta yayınladığı bir deney[iii]  var. (İyi ki de üç maymun ile yapılmamış çünkü onlara güven olmaz.) 

Maymunlar SARS-CoV-2 ile enfekte edildiler ve hastalık belirtileri üç gün sonra pik yaptı. Araştırmacılar maymunları kendi hallerine bıraktılar. Bir tanesi hastalık belirtileri gösterirken feda edildi ve otopsisinde değerlerine bakıldı. Akciğer başta olmak üzere, kalp, bağırsak, omurilik, iskelet kas dokuları, burun, ağız ve idrar kesesinde virüsün 104 ila 107aralığında çoğaldığı görüldü.  Kalan üç maymunun 28. günün sonunda iki negatif test ile iyileştikleri ve kanlarında virüse karşı yüksek meblağda antikor ürettikleri test ile teyit edildi. Biri kendi haline bırakıldı, kalan ikisi yeniden aynı virüsle enfekte edildi.  Kendi haline bırakılan maymun bir daha belirti göstermezken, iki maymun çok kısa süre için çok az ateşlendi ve daha sonra hiçbir belirti göstermediler. Testleri her seferinde negatif çıktı. Enfekte edilen maymunlardan biri beş gün sonra feda edildi ve otopsi sonuçları baştaki hasta maymunun otopsi sonuçlarıyla karşılaştırıldığında ciğerlerde dahil hiçbir virüs çoğalması ile karşılaşılmadığı gözlemlendi. 

Bu deney insanlara genetik olarak oldukça yakın olan maymunların aynı Covid-19 virüsü türüne ikinci kere yakalanmayacağını açıkça ortaya koydu. Daha evvel bahsedilen tek tük anekdotlarda ise hastaların yeniden pozitif çıkmalarının sebebinin yeniden enfeksiyon olmadığı ve başka sebepler olması gerektiğini desteklemiş oldu.

Çevremizdeki diğer korona virüslerine özellikle de soğuk algınlığına sebep olanlara bağışıklığımız üç ay kadar sürüyor. Fakat SARS-CoV-2 ile ne kadar süreceği belirsiz. Yine de hayat boyu olması ihtimaller dahilinde. Bu virüs şu ana kadar az da olsa rastgele mutasyonlar geçirdi, fakat virüse evrim geçirtecek kadar önemli ölçüde değil.

Gelelim bu yazının can alıcı bölümüne, hastalığı atlatmış kişilerin kanından hazırlanmış plazma durumu ciddi olan hastalara nakledilerek tedavi olarak kullanılabilir mi? 27 Mart’ta Çin’de beş ağır hastanın 20 Ocak-25 Mart aralığındaki verilerine dayanılarak yayınlanan bir bilimsel makaleye [iv] göre evet. Antikor açısından zengin plazma kandan ayrıştırılıyor ve bir serum gibi hasta olan kişilere veriliyor. B Aşının bulunmasından önce de kullanılan bu yöntem en son EBOLA ve SARS salgınlarında da etkili bir yöntem olarak kullanıldı.

Hepsi solunum makinesine bağlı beş Covid-19 hastasının dördüne hastanede kaldıkları sürenin 20.gününde, hipertansiyon ve kalp kapak hastalığı olan beşinci hastaya ise 10.gününde plazma nakli yapıldı. Bağışlanan plazmaların içinde SARS-CoV-2’ye karşı antikorların bulunduğu testler ile teyit edildi. Bağışçılar 10 gündür hiç belirti göstermiyordu. Beş hastaya ilaç tedavileri devam ederken ilave olarak verilen plazma sayesinde 1 ila 12 gün içinde tüm hastaların korona testleri negatif çıktı. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) iyileşen Covid-19 hastalarından hayati tehlike teşkil eden hastalara plazma nakli için klinik denemelerin hızla başlatılmasını onayladı. Türkiye de bu konuda adım attı. Sağlık Bakanlığından onay alan ve Maliye Bakanlığından 20 milyon EUR fon alan Kızılay hastalığı geçirmiş ‘kahramanlara’ kan bağışı yapmaları için seslendi. Sonraki hafta plazma alımları başlayacak, bio bankalar kurulacak.

Hastalığı geçiren ve bağışıklık kazananların hastalığın tedavisi dışında önemli bir faydaları daha olabilir o da işlerinin başına dönerek ülkelerinin ekonomileri ayağa kaldıran ilk insanlar olabilmeleri. Özellikle sağlık çalışanlarından hastalığı atlatanlar tehlikenin geçmesiyle cephede daha ön sıralara geçebilecek ve zaten kısıtlı olan sağlık ekipmanları daha verimli şekilde kullanılabilecek. Tabi bütün bunlar hastalığı bir kere geçirenin bir daha geçirmeyeceğinden emin olduktan sonra gerçek olacak. Bunun için daha fazla bilimsel araştırma gerekiyor. Velhasıl şunu söyleyebiliriz ki bilim insanlarının üzerinde anlaştığı bir konu var o da bu hastalık bağışıklık kazandırmıyorsa buna çok şaşıracakları. 

 

PCR testi nasıl çalışır? 

Dünyanın her tarafında yapılan korona testlerinde boğazdan ya da burundan alınan örnekte virüsün genetik dizilimi var mı yok mu diye bakılıyor. Korona için kullanılan PCR testinde 100 harften oluşan bir parça DNA kısmına bakılıyor. Virüsün tüm DNA’sı 30 bin harf. PCR testinin açılımı Polymerase Chain Reaction. Türkçesi Polimeraz Zincirleme Tepkimesi olan PCR ne demek kelime kelime bakalım. Polimeraz molekülleri bağlayarak polimer (molekül sırası) yapan bir enzim. Isıya dayanıklı bir bakteriden elde ediliyor. Sıralama yapan bir makine gibi düşünün, hem de tam olarak istediğimiz sıralamayı. Zincirleme tepkime ise 1,2,4,8,16 … şeklinde çift çoğalmaya verilen isim. 

Test için gerekli malzemeler tüpün içindeki örneğe eklenen çoğaltıcı polimeraz (makine), DNA yapıtaşları olan A, T, G ve C nükleotidleri (hammaddeler) ve korona virüsünün DNA dizilimini başlatacak primerler (şablon).

Toparlayacak olursak tüpteki DNA virüsün DNA’sını içeriyor ise, birkaç saatte birkaç yüz tepkimede birkaç milyar kopyaya çoğalıyor, gözle görülür hale geliyor ve test pozitif sonuçlanmış oluyor. Eğer saatler sonunda beklediğimiz çoğalma olmamışsa tüpün içine attığımız virüsün şablonu (primeler) örnekteki DNA’yı çoğaltmaya öncül olamamış demektir, test negatiftir. Örnekte virüs olsaydı virüs şablonu da işe yarar onunla eşleşip tutunur, polimeraz da kopyalama görevine başlayabilir, onu görebileceğimiz kadar çoğaltırdı. Böylece PCR testi ile aktif olarak hastada virüsün bulunup bulunmadığı kontrol edilmiş oluyor. 

 

Antikor testi yapmak neden önemli?

Antikorlar bağışıklık sistemimizin virüsle mücadelesi sırasında ortaya çıkıyor ve virüsün konak hücreye tutunduğu S proteinlere bağlanıp, onların hücreye girişini engelliyor. Antikor testleri PCR testlerinden tamamen farklı. Kanda antikorların varlığı hızlı -10 dakikalık- bir testle sonuçlanıyor. Kişi hastalığın başındaysa test pozitif vermiyor. Tersine kişi hastalığında ilerlemiş veya bitirmişse antikor testi pozitif çıkıyor. Almanya, ABD, İngiltere gibi ülkeler milyonlarca antikor testi üretilmesi için düğmeye bastı. Türkiye de yaygın bir şekilde bu testleri yapmaya başlayacaktır.

Belirtilerin ilk ortaya çıkmasından 10 gün sonra IgM antikorları üretiyoruz. Birkaç günden birkaç haftaya kadar olan zamanda ise IgG antikorları üretiyoruz ve IgM antikorları üretmeyi durduruyoruz. IgG seviyesi iyice çıkınca tamamen iyileşmiş oluyoruz. Testin nasıl yapıldığına gelince, virüsün sağlıklı hücrelerimize giriş yapmak için kullandığı S proteinlerinin aynıları laboratuvarda imal ediliyor. Daha sonra iyileşmiş hastanın kanı ile karıştırıldığında, kanda eğer bu virüse karşı üretilen antikorlar varsa, S proteinleriyle birleşme gerçekleşiyor. Test pozitif vermiş oluyor. Testler IgM ve IgG antikorlarının ne seviyede olduğunu rahatlıkla ölçebiliyor.

Bu testi yapmak hem kişinin bağışıklık sisteminin virüse nasıl cevap verdiğini görmek açısından önemli, hem nüfusta gözden kaçan toplam vaka sayısını sağlıklı bilmek için önemli. Bu salgını doğru bir şekilde kontrol etmek için elzem. Bir toplumda hastalık yüzde 50-60 oranında geçirilmişse, virüsün yayılma hızı düşüyor, çünkü virüs çoğalabileceği bir insan bulmakta zorlanıyor ve yok oluyor. Buna sürü bağışıklığı deniyor. Böyle bir durumda o toplum artık katı izolasyon kurallarını gevşetebiliyor. Bir kişi Covid-19 virüsünü 2 ila 2,5 kişiye bulaştırabiliyor. Kızamıkta ise bu rakam 12. Toplumun kızamığa sürü bağışıklığı edinmesi için yüzde 90’ı bağışıklık kazanmalı, bu da çok zor olacağından herkes aşı oldu. Covid-19’da bu oran yüzde 50 ila 60 arasında. 

2015 Zika virüsü için Senofi aşı çalışmaları yapıyordu. İki yıl sonra Brezilya’nın Salvador şehrinde yapılan test sonuçları toplumun yüzde 63’nün hastalığı geçirdiğini gösterdi. Toplum sürü bağışıklığı kazanmıştı ve aşı için artık talep olmadığından çalışmalar 2017’de durduruldu. Covid-19 için de aşının geliştirilebilmesinden önce sürü bağışıklığı yaşanması ihtimaller dahilinde. 

İngiltere başta sürü bağışıklığı yöntemini denedi ancak katastrof olabilecek sonuçlarından korkarak vazgeçti. İsveç ise hala bu yöntemde ısrarcı. Bir de Türkmenistan var, o bambaşka bir yöntem kullanıyor. Vatandaşlarına 'korona virüsü' kelimesini kullanmayı yasakladı. Salgından söz eden göz altına alınıyor, hatta maske takan bile. Ülkeler hangi  strateji ile yürürlerse yürüsün siz evden çıkmayın, sağlıkla kalın.