Videodaki flu çocuk

Videodaki flu çocuk: Herkese gösterilen bir çocuğun istemeden bize gösterdikleri

Yankı YAZGAN Köşe Yazısı
11 Mart 2020 Çarşamba

Bugünkü çocuklar kitap okumuyor, felsefe, tarih bilmiyor, apolitik diye yakınanları adeta haksız çıkartmak için yapılmışçasına bir çocuk videosu şubat içinde yayılıp izlendi. Çocuk A, 10 yaşından beklenmeyen sözleri, bakışı ve duruşu ile gündelik tartışmaların nesnesi ve bir bakıma da ‘meşhur’ oldu. Şöhretini ne yapacağını bilememesi bir yana, sonrasında içine çekildiği ‘basın toplantısı’ ile iyice teşhir malzemesi haline geldi. Çocuk hakkında (sosyal) medyadaki iyi niyetli ‘harika çocuk’ yorumlarının hemen yanında beliren çocuğu hedef alan ‘tecavüz etmek lazım’ söylemleri veya küçültücü/dışlayıcı ‘ucube’ saptamaları, şöhret/teşhir sarmalı çapraşıklaştırdı, yasal mekanizmaları harekete geçirdi. “Hemen bu konuda konuşmayı, medyada yaymayı ve yorum yapmayı durdurun, çocuğun korunması gerekiyor”, yorumunu yapan (benim gibi) uzmanlara “nerelerdeydiniz?” sitemleri, akıl fikir sistemlerimizi uzmanlara taşeron olarak havale ettiğimizi düşündürdü.

Olan bitene bir kez daha bakınca ilginç ya da değişik gelen sözler söyleyen (ne yaptığını bilir ama yaşı ve çocukluğu gereği kontrol edemez durumdaki) küçük bir çocuğu dünya aleme ‘gösterme’ (ve aynı zamanda işaret etme) amaçlı sosyal medya aktivitesi yavaşlamış gözüküyor; benzer durumlar her an tekrar olabilir. Çocuğun gülünecek, olağandışı harika ve üstün olarak gösterenlerin topluma ders niyetiyle bile olsa malzeme yapmasını önleyebilir miyiz? Kaynaklarda bu konuda Türkçe yayımlanmış yazıları bulabilirsiniz. Medyada çocuğa nasıl yer vereceğimize ilişkin etik ve hukuki tartışmaları okumak daha derin düşünmemizi sağlıyor. Ne yapmalıyız?

Belki ilk yapacağımız, sosyal medyada görülen bir çocuğun içinde olduğu bir gerçek hayat parçasına yaklaşırken daha insaflı olmayı, çocuğun bu durumdan nasıl etkilenebileceğine (“Ne var, meşhur oldu işte”, diyenleri yorumlarda okuyabilirsiniz) kafa yormayı akıl etmek. Sosyal medyanın bizi hemen bir yorum yapmaya, aklımıza geleni (hele adımızı sanımızı gizlediğimiz hesaplardan, perde arkasından) söylemeye davet edici ortamına kapılmamak, konu/özne bir çocuk olduğunda bu önlemi çifte katlamak, resim ve isimleri başka mecralara taşımamak…

Peki, çocuklardan çocukların yararına olan veya çocukların zararına olmayacak şekilde bahseden, çocukların kendi söz söyleme özgürlüklerini gözeten ama bunu yaparken istismar edilmelerini önleyecek şekilde düzenlenmiş ‘gösterme’ler nasıl mümkün olabilir? Bu soruyu, psikolojik olduğu kadar ve ondan daha çok etik yanları olan bu soruyu, düşünürken aklıma Greta Thunberg geldi. Greta (18 yaşının altında) iklim krizini tüm dünyaya duyuran çocuk olarak hepimize (kendi halini değil) dünyanın halini, gösterirken, onun kendi halini biz dolaylı bir biçimde görmüş olduk. O kadarı bile, farklılık ya da tuhaflıktan rahatsız olanların saldırganlığını doğurdu. Greta’nın otizmli bir kişi olması, otizmin getirdiği bazı özellikleri (ses tonunu iyi ayarlayamaması, yüz ifadesi heyecanlandığında duygu kontrolünü kolayca kaybetmesi gibi) iklim krizini de yadsıyan on binlerce kişinin hedefi oldu. Başka bir insana, hele bir çocuğa acımasızlık ile ideolojik önyargıların bir aradalığı Greta veya Türkiye’deki çok kitap okuyan çocuk arasında pek ayrım yapmadı. Bu çapraşıklık belki siz okurlardan birçok kişinin bile hatalı olabileceğini, ilk bakışta aklına getirmediği davranışları (tweet’in altına gülen surat yorumu koymak, dalga geçmek gibi) doğuruyor. Çocuğun bir şey göstermekten ziyade ‘gösterildiği’ durumlara karşı çıkmak için bir kola reklamı ya da parti propagandası aracı olmanın ötesine taşımak için bir başlangıç noktası, bir tartışma başlangıcı.

Ahlakçılık ile etik temelli düşünme arasındaki çizginin nereden geçtiğine karar vermek de zor olabilir. Örneğin, çocuklarımızın şirin resimlerini herkese açık sosyal medya hesaplarımıza koyuyorsak, onların güzelliğini, akıllılığını ya da onlar için yaptığımız pastaları, partisine gelen arkadaşlarının çokluğunu ya da kayak yapıp, tenis oynadığını, dans ettiğini ve en popüler olduğunu herkese duyurmak istediğimizde bir çocuk hakları ihlali yaptığımız söylendiğinde tepkimiz nasıl olur? Avrupa ülkelerinin bazılarında mevcut olan ve çocukların 18 yaşları öncesinde kendilerine ilişkin internetteki ayak izlerinin silinmesini içeren ‘unutulma hakkı’nı kullanmak isteyen çocuklarımıza ne deriz? Yazıyı yarım bırakmıyorum, tartışmayı başlatıyorum. İster benimle, ister kendi aramızda.

Korkmak cesaretin parçası

BirGün Pazar’da son 10 yıl içinde yayımlanmış yazıların bir kısmını da içeren son kitabım ‘Korku Sal Cesur Desinler’in giriş yazısından bir alıntı, merak edenlere kitap ve yazar hakkında (!) bilgi veriyor:

Bu Kitap: Bu kitaptaki yazılarda, korksa bile cesaretini yitirmeyen insanlardan ilham aldığım fikirlerle beyin ve davranış bilimlerinin bulgularını bir araya getirmeye çalıştım.

Dünyada ve ülkemizde olan bitenler ve etkileri de ister istemez yerini aldı: korkutucu bir eşitsizlik, yok oluş kaygılarımızı tetikleyen iklim krizi, salgınları önleyen aşılara ve bilime düşmanlık, bireysel silahlanma, zorunlu göçler, boy boy zorbalık. Bunların insan üzerindeki etkileri ve bu etkilere direnenler.

Ülkemizde barış ve şenlik özlemi ile geçmiş onlarca yılın tortusu bu yazılara arada sızarsa moralinizi bozmasın; asıl ‘neşenin gücü’ dikkatinizi çeksin istiyorum. Zira, “mizah beynimizi basit bir hücreler toplamı olmaktan, bizi de akıllı bir makineden ibaret kalmaktan” kurtarır.

Bu Yazar: Küçük parçalar halinde yazmak hoşuma gidiyor, yazarkenki ruh halimle daha uyumlu. Önceki bir kitabımda tanımladığım gibi kırıntı toplarcasına, parça parça yazıyor, sonra da bu parçaları dilediğim gibi adeta bir lego oyuncağıymışçasına söküp takarak (tasarım dili ile söylersek, de-/re-konstrüksiyon) yeni nesneler oluşturmayı seviyorum.

Okura ilişkin tek endişem beni doğru anlayıp anlamadığı, daha doğrusu kendimi doğru anlaşılabilecek şekilde anlatabilmek. ‘Anlatmak’, Marquez’de olduğu gibi bir yaşama amacı haline bile dönebilir. O noktadan uzakta olsam da bu amacı anlıyorum, bir türlü tatmin edilemeyen ve insanın yazdıkça yazasını getiren ‘tam ve eksiksiz’ anlaşılma arzusunun hedefi. Çokça kullandığım “aslında, diğer yandan, yanı sıra” gibi kelimeler bu arzunun varlığının kanıtı sayılabilir.

Anlatma, tam ve eksiksiz anlatma arzusu oracıkta dürtüp duruyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün