Korkacak birşey yok, Paris baharda güzeldir

Köşe Yazısı
6 Mart 2019 Çarşamba

“Büyüdüğüm aile ortamında tek konuşulmayan (veya sırası geldiğinde üstü örtülerek değinilen) konu Holokost idi. Ailem, Almanya ve Polonya’da epey telefat vermişti. Babaannem üç kardeşini yitirmiş, anneannemin ise birçok yakını Selanik’ten toplama kamplarına götürülmüş, bir daha kendilerinden haber alınamamıştı. Ama bunlar çok sonradan öğrendiğim gerçeklerdi. Ailede yakın tarih konuşulmazdı. O yıllardan sağ çıkabilenler tarifi güç bir suçluluk duygusu içindeydi. Bunun nedenlerini çok sonra, Claude Lanzmann’ın dokuz buçuk saatlik ‘Shoah’ filmini sabırla izledikten sonra sorgulamaya başladım. Tuhaftır, ama beni asıl etkileyen ve ailemdeki suskunluğun nedenini anlamamı sağlayan bir çizgi roman oldu. Amerikalı çizgi roman sanatçısı Art Spiegelman, ‘Maus’ adlı muhteşem eserinde, Holokost’tan sağ kurtulmayı başaran babasıyla hesaplaşıp onu sorgularken, suskunluğunun nedenlerini anlamaya çalışıyordu...

Ölümünden kısa süre önce Paris’te yaşayan büyük halamı ziyarete gitmiştim. Toplama kampına götürülürken, Fransız direnişçileri tarafından kurtarılmış, savaş biter bitmez hayatını kurtaran kişiyle evlenerek mutlu bir yuva kurmuştu. Babaannemin hayatta kalmayı başarabilmiş tek kız kardeşiydi. Konuşmayı çok sevdiği, hatta bir makineli tüfek kadar seri konuştuğu için ailedeki lakabı tatara Riva idi. Ama onca gevezeliğine rağmen, o da Holokost konusuna hiç değinmezdi.

Güzel bir bahar günü, güneşli bir havada, evinin yakınındaki bir parkta kısa bir yürüyüş yapmıştık. Koluma girmiş, hiç durmadan konuşuyordu. Yüzündeki o endişe ifadesini hiç unutamam. Aslında o ifadeyi betimleyecek tek sözcük var: Korku! Riva Halam, Le Pen’den korkuyordu... Le Pen’in söylemleri ona Hitler’i anımsatıyordu. “Türkiye’de size hiçbir şey olmaz, ama Fransa’da başımıza korkunç işler gelebilir diyordu... Faşizm gölgesinin bir gün mutlaka Avrupa kıtasını yeniden karartacağına inanıyordu. O günü görmedi ama korku içinde öldü.”

Yukarıdaki satırları 2006 yılında yayınlanan ‘Güldiken’ dergisine yazdığım makaleden cımbızladım. Yazıda sözü geçen Riva Halam göçeli aradan çok sular aktı, çok şey değişti. Le Pen yaşlandı, yerine kızı Marine Le Pen geldi. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde finale kaldıysa da, Macron ezici bir çoğunlukla ipi göğüslemeyi başardı. Bütün bunlar 2017 yılının mayıs ayında gerçekleşti. Paris’te bahardı.

Derken geçtiğimiz kış, birden ortaya Sarı Yelekliler çıkıverdi. Aslında pek öyle aniden bitmediler. Avrupa’yı ve doğal olarak Fransa’yı etkisi altına alan ekonomik sarsıntının sonucunda doğdular. Ne istediklerini tam olarak biliyorlar mı? Tartışılır. Macron yönetiminin uyguladığı politikalara karşı olduklarını söylüyorlar, zamlardan hoşlanmıyorlar. Zamdan kim hoşlanır ki? Zenginlerden nefret ediyorlar. Kim sever zenginleri zenginlerden başka? Soldalar mı, sağdalar mı? Kendileri bile bilmiyor. Devrim yapmak istiyorlar ama kimi devirmek istedikleri de pek belli değil. Heterojen bir yapıları var. Belirlenmiş bir siyasi ideolojiye sahip değiller. Hal böyle olunca da ortak bir ideoloji ve ortak bir düşman bulmaları gerekiyordu...

Fazla aramaları gerekmedi, çabucak buldular: Yahudi düşmanlığı her daim hizmetinizde! Hele ki ortalıkta kendisine zemin arayan “aşırı sağ ideolojiyle harmanlanmış bir milliyetçi Marksizm’i içinde barındıran antisemit bir söylemin”1 mimarı olan Alain Soral gibi bir ‘değer’ varsa.

Zemin zaten hazırdı. Antisemit suçların 2018 yılında yüzde 74’lük bir artış gösterdiği Fransa’da zemin mi ararsınız... Son olarak Yahudilere ait 100 mezar taşı tahrif edildi, 2006 yılında öldürülen genç Fransız Yahudisi İlan Halimi’nin anısına dikilen ağaçlar yerlerinden söküldü. Paris’te Simone Veil’in posterlerinin üzerine gamalı haçlar çizildi, 69 yaşındaki filozof Alain Finkielkraut’a, karısıyla evine giderken, “Pis Yahudi! Defol git Fransa bizimdir! Siyonist pisliği!” gibisinden ‘sempati’ sözcükleriyle ‘eşlik’ edildi.

Riva Halamın kabusu gerçeğe mi dönüşüyor? Hiç sanmıyorum. Birinci cemre havaya düştü bile. Baharın gelmesi yakındır. Paris baharda güzeldir. Havası aşk ve özgürlük kokar. Şovenizme baskın gelir. Siz asıl Slovakya’ya, Polonya’ya, Macaristan’a, Avusturya’ya bakın. Holokost’la zihinsel olarak hesaplaşmamış olan ülkelere. Faşizmin karanlık gölgesini orta Avrupa’da göreceksiniz. Tıpkı yüz yıl önceki gibi. Ama bu artık bir başka yazının konusudur...

1 Alain Soral ile ilgili bu tanımı Ali Akay’ın T24 internet gazetesinde 22 Şubat’ta yayınlanan ‘Nereden Nereye...’ başlıklı makalesinden aldım. Makalenin tamamını bulup okumanızı öneririm.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün