Transnistria Cumhuriyeti

Sami AJİ Köşe Yazısı
31 Ekim 2018 Çarşamba

“Böyle bir ülke tanımıyorum… Hiç duymadım” mı diyorsunuz? O zaman siz gündemi, takip etmiyorsunuz demek!

Sayın Cumhurbaş-kanımız, 15 gün evvel nerede idi? Hatırlayın. Moldovya’da değil miydi? (Sonra Gagavuzya’yı da ziyaret etmişti.)  Şimdi, yukardaki haritada, Moldovya’nın doğusuna doğru gidin, tam Ukrayna’ya girmeden önce ince bir şerit gibi uzanan 4200 kilometrekarelik bir alan göreceksiniz. İşte Transnistria Cumhuriyeti buradadır. (Transdinyester olarak da adlandırılıyor.)

Bayrağını yukarda görmektesiniz. Orak çekiç hem bayrakta hem de armasında mevcut. Bu sembolü halen büyük gururla teşhir eden tek devlettir.

Peki, ‘Transnistrialılar’ niye hâlâ bu bayrağı kullanıyorlar? Basitçe, sosyalist ideolojisine inanıyorlar diyebiliriz. Diğer sebebini de daha aşağıda okuyacaksınız.

Nüfusu 475 bin (15 Ekim 2015 sayımına göre). Başkenti hepimizin yakından (!) bildiği ‘Tiraspol’.

Para birimi ‘Transdinyester Rublesi’. Hemen tanıyacaksınız: üzerinde ünlü Rus Çariçesi Büyük Katerina’nın resmi yer alıyor. (Siz yine de fazla uğraşmayın, Rus rublesi de geçerlidir. Yani dolarınıza takribi 65 ruble alırsınız.)

Bütün diğer ülkeler gibi, parlamentosu var; başkanı var, posta idaresi, polisi ve ordusu da var. (Her Transinistrialı askerdir derler.)

Özetle her şeyi ile dört dörtlük.

“Bu Cumhuriyet ne zaman kuruldu yahu?” diye sorarsanız, vallahi o zaman hafızanız çok zayıf diyeceğim(!)

Kuruluş tarihi 1992. Ve en önemlisi 1990 ile 1992 yılları arasında süren bağımsızlık savaşı sonucunda devletlerine kavuştular.

Bu da güzel! Kime karşı savaştılar? Moldovyalılara karşı. Bu harbin iki sene sürmesinin sebebi her iki tarafın da işi ağırdan almalarındandır. Bir taraftan polis asker karışımı bir kuvvet, karşı taraftan ise, milis, asker ve Rus gönüllülerden oluşan karışık bir ordu vardı. Muharebe gündüzleri sürmekte idi. Gece olunca her iki tarafın askerleri civardaki barlarda toplanmakta beraberce eğlenmekte ve içmekteymişler. Ayrılmadan evvel de birbirlerine ateş açmayacaklarına dair sözleşiyorlarmış. Bu yüzden bu çatışma “Sarhoşların savaşı” olarak anılmaktadır. (Bunu da mı duymadınız!)

“Böyle bir şey nasıl olur?” mu diyorsunuz? Cevabı çok basit: Transnistria nüfusunun üçte biri Moldov, üçte biri Ukraynalı ve üçte biri de Rus. Bir anlamda, yakın akrabalar birbirlerini vuruyorlardı.   

Ancak iki tarafın kayıpları önemli sayılacak bir rakama ulaşınca, Rusya işe müdahale edip Moldov güçlerini kovar, ateşkes sözleşmesi imzalanır ve Transnistria halkı bağımsızlığına kavuşur. Bu sözleşme günümüzde de yürürlüktedir.

Halen 1500 kişilik bir Rus birliği orada bulunmaktadır. Moldova, Rus askerlerinin çekilmesini hem Avrupa Birliğinden hem de Birleşmiş Milletlerden talep ediyor; şimdilik, bu isteğe pek kulak asan da yok gibi. 

Fakat ortada hâlâ önemli bir problem var. Birleşmiş Milletlere üye hiçbir devlet bu cumhuriyeti tanımamaktadır. Sadece Rusya Federasyonu, yarı gayri resmi olarak onlarla ilişki içindedir.

İş onunla da bitmiyor. Transnistrialıların büyük bir bölümü, Rusya ile birleşmek ister. Azınlıkta kalan bir kısım halk, Moldovya ile federe devlet sistemi dahilinde birleşerek AB’ye girmek ister.

Bu safhada mesele daha da karışıyor. Avrupa Birliği, Moldovya’nın, Ukrayna sınırını tam kontrol altına almasını talep eder. Aksi halde, Moldova’nın üyelik süreci zorlaşabilir. Ama şimdilik sınırdaş iki ülkenin -Moldova ve Transinistrianin- fiilen antlaşması çok güç görünüyor.

Lütfen yukarda izah ettiğim durumu bizim Kıbrıs sorunumuzla kıyaslayın. Bu meselemizin neredeyse 60 yıldır niçin halledilmediğini daha iyi anlayabiliyoruz.

Asırlarca birbirleriyle iç içe yaşamış insanlar, çeşitli nedenlerle diyalog kuramayınca, hatta diyalog kurmaları engellenirse, karşılıklı konuşup antlaşmaları teşvik edilmezse ve bu konuda sürekli eğitilmezlerse, traji-komik olaylarla karşılaşmamız mukadderdir.

Not: Bu bölge biz Yahudiler için maalesef çok korkunç olaylarla anılır. Özellikle Romanya ve Ukrayna, Alman orduları tarafından işgal edilince, her iki ülkeden Yahudiler, Transnistria’ya sürülmüş ve oradaki kamplarda ikamete tabi tutulmuşlardır. Doğru dürüst bir barınma, beslenme ve sıhhi koşullardan mahrum kalan bu insanlar, insafsızca ölüme terk edilmişlerdir. Yaşanan trajediler ve kayıpların büyüklüğü (200 bin dindaşımızdan bahsediliyor) ayrı bir yazı konusudur.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün