İçeride ne varsa, dışarıda da o var

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
22 Eylül 2021 Çarşamba

Bir şehri tanımak için, yürümek gerek. Sokaklarında yürümek, parklarında gezmek, dolanmak, öyle acele acele, koştura koştura değil de izleyerek, her nefesin hakkını vererek, her anın, her bakışın tadını çıkararak yürümek gerek. Gözlemleyerek ve sorgulayarak da. Gördüğü her ağacın, her çiçeğin, her kuşun, her binanın detayını fark etmeye çalışarak. Her insanı görerek. Anlamaya bakarak. Kendi yaşam alanlarımızla ortak yanlarını ve mutlaka ki farklılıklarını da görerek. Merak ederek. Araştırarak ve sorgulayarak.

Giden nereye giderse gitsin, kendi olarak gittiği sürece her yer aynı olur insana da yeniye açık gözlerle dolandığı sürece eski bildik yerler bile yepyeni sürprizlere mekan olur. Tam da bu yüzden belli bir parkurda bir hedefe gider gibi değil de şehirde kaybolurcasına yürümek gerek. 

Yürüyorum ben de. Daha önce hiç gelmediğim bir şehirdeyim. Şehrin altını üstüne getirircesine, yürüyorum. Sokaklarında, parklarında, ormanlarında, plajlarında. Olmadık yerlerde karşıma çıkıyor. Önce anlamamıştım. Bir arazi sanatı sanmıştım. Oysa ikinci, hatta üçüncü kere karşıma çıktığında, merak ettim. Araştırmaya başladım. İzlerini takip ederek, bu sefer peşlerinden gittim. Bu şehir, birçok gizli armağan sunuyor meraklısına. Armağanı almak için ise, çaba sarf etmek gerek. Bu da şehrin o gizli armağanlarından biri. Neden mi bahsediyorum? Labirentlerden. San Fransisco’da yürüdükçe parklarda karşıma çıkan labirentlerden. Karşısına geçmiş bakıyordum düşüncelere dalmış. Derken biri seslendi, içimdeki soru dışarıdan sorulmuştu: 

-        Yürümek istiyor musun?

-        Yürümeli miyim?

-        İnsanlar yürüyorlar.

Yürüyeyim o zaman. Zaten yürüyorum. Günlerdir, kilometrelerce yürüyorum. Labirenti de yürüyeyim. Bazı labirentler kaybolmak için yapılmış. Çıkmaz sokakları çok. Girdiğiniz yolda ilerlerken duvara toslayabilirsiniz. Bunlar öyle değil. Girişi tek. Döne dolana merkeze getiriyor insanı. Sonra da hazır hissettiğinizde tekrar çıkış yoluna geçiyorsunuz. Bu labirentlerde yanlış yol yok. Her yol, tek yol. Tek merkez. Yürüdükçe kendi merkezinize geliyorsunuz. Bir çeşit meditasyon hali. Nitekim insanlar önünde duruyor. Seyrediyor. İçinde yürüyor. Belki düşünceleriyle mücadele ediyor, aralarında kayboluyor. Derken merkeze ulaşıyor. Belki meditasyon yapıyor, belki içsel düşüncelere dalıyor. Hayatın keşmekeşinde uyandığı sabahın bilinmezliğinde labirentte belki de hayatın özünü buluyor. Kendisini buluyor. Var oluşunun tüm anlamı ve kim bilir belki de tüm anlamsızlığı ile. Çünkü, çalışmalarında tarihe alternatif bir bakış sunan ve Mayaların Dünyası kitabında labirent sembolünü anlatan Sam Osmanagich’in dediği gibi: “Tünele girmek bilinmeyene, gizli yanımıza girmek demek. Mayaların Şamanlığa kabul edilenleri bu labirentte eğittiklerini düşünüyorum. Burası, bilinmeyene ve yaşamın gizli yanına karşı duydukları korkuyu sembolik olarak alt ettikleri yer. Bir kez diğerinin karanlık yanını keşfettiğimizde artık onu kontrol altına almak olası hale geliyor. Oxkinton’da şamanlar, kendi ruhlarının karanlık yanıyla yüzleşmek ve bu karanlık yanı bilinçleriyle kaynaştırmak zorundaydılar. Diğerlerinin iç ‘şeytanı’ ile karşılaşıp kontrol altına almak için labirent sınavını geçmek zorundaydılar; ancak ondan sonra kusursuz bir tinsel bütünlüğe hazır hale geliyorlardı… Bu bütünlük, onları boyutlar arası ve dünya dışı yolculuklara çıkarıyordu.” 

Tüm bu sürecin sonunda, geldiği gibi labirentten çıkması da gerekiyor insanın. Ama girdiği gibi çıkmıyor, değişmiş, dönüşmüş, her ne ise meselesi biraz daha çözümlemiş, daha fark etmiş çıkıyor. Amaç biraz da bu zaten. Labirente girmeye cesaret ediyorsan, oradan çıkmaya da cesaret edeceksin.

Labirentler binlerce yıldır birçok kültürün mitolojisinde farklı hikayelerle yer etmiş. Kimi zaman mağarasına hapsolmuş minotoru, kendi canavarlarımızı öldürmenin hikayesini, kimi zaman aydınlığa giden yolda özümüzü, Kudüs’ümüzü bulmanın yolunu hatırlatır.  Karanlık tüneller, bazan canavarlarla mücadeleler, çözülmesi gereken sorunlar… Belki de labirent hayatın kendisidir. Kaçırdığımız özü hatırlamanın bir sembolü. Dışarıda yürürken, içimizde kendi yolumuzda yürümeyi bize hatırlatan bir araç.  Yukarıda ne varsa aşağıda da o var diyen bir araç. “Dışarıda ne varsa içeride o var” diyen ya da daha doğrusu “İçeride ne varsa, dışarıda da o var” diyen bir araç.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün