Şofetim-Şevkat ve Hakikat

Rav İzak ALALUF Köşe Yazısı
4 Eylül 2019 Çarşamba

Midraş’a göre Büyük İskender ile Katsya kralı arasında bir buluşma gerçekleşir. Katsya, karanlık dağların ötesindeki bir krallıktır. Katsya Kralının efsanevi veya tarihi bir kişilik olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Hikâyeye göre kral ve ailesi Yahudiliği kabul etmişlerdir ve bu kişiler, hahamlarımız tarafından örnek şahsiyetler olarak gösterilirler. Midraş Bereşit Raba 33/1 de yer alan bu öykünün bir kısmını okuyalım:

“Makedonyalı İskender, karanlık dağların ötesindeki Katsya Krallığına gitmişti. Onu onurlandırmak için çıktılar ve kendisine altın bir kap içinde altın bir ekmek verdiler. Onlara “Sizin paranıza mı ihtiyacım var?” dedi.

“Kendi ülkenizde yiyecek bir şeyiniz yok muydu da bize geldiniz? Öyleyse neden geldiniz?” diye cevap verdiler.

“Sadece sizin nasıl yargıladığınızı bilmek istedim” dedi onlara.

Onlarla otururken, arkadaşından şikâyetçi olan bir adam geldi. Şikâyetçi “Bu adam bana bir yıkıntı sattı ve ben orada bir hazine buldum. Ben bir yıkıntı satın aldım, hazine satın almadım!” dedi.

Satan kişiyse “Ben araziyi içindeki her şeyle birlikte sattım” dedi.

Katsya Kralı onlardan birine “Oğlun var mı?” diye sordu. “Evet” dedi ona. Diğerine “Kızın var mı?” diye sordu. Evet” dedi ona. Katsya Kralı “Git bu kızı bu oğulla evlendir ve para ikisinin olsun” dedi.

İskender’in oturup gülmekte olduğunu gördüler. Katsya Kralı ona “Ne o? İyi yargılamadım mı?” diye sordu. “Sizde olsaydı nasıl yargılardınız?” İskender “İkisini de öldürürdük ve kraliyet her ikisinin parasını alırdı” dedi.

Yeri gelmişken, daha derin bir düşünceyle, meselenin temeli oldukça şaşırtıcıdır. Genellikle iki kişi alıcı ve satıcı, bulunan hazinenin kendilerine ait olduğu iddiasıyla gelirler! Buradaki anlatımda ise, her ikisi de hazineyi almayı reddetmektedir!

Bu serinin açılışında bir aşama daha ilerleyelim ve ‘tsedek’ ve ‘hesed’ kavramlarının ötesinde, bu ikisine kayda değer ölçüde bağlı olan bir başka kavramı ekleyelim: Hakikat ‘emet’ kavramı.  Teilim 85/11’de bu üç kavramı da görebilmekteyiz.  “Şefkat ve hakikat buluştular; adalet ve barış öpüştüler”. Eğer adalet zaten varsa, hakikate ne gerek vardır?

İlk bakışta, eğer adalet varsa o zaman hakikate gerek olmamalıdır. Bu bir tür gereksiz ikileme gibidir. Ancak bazı kaynakları kullanarak cevaplarımızı keşfetmeye çalışacağız.

Masehet Dereh Erets Zuta’da Ş.alom bölümünde şöyle bir öğreti vardır: “Orada öğrendik: Raban Şimon ben Gamliel şöyle der: ‘Dünya üç şey üzerinde varlığını sürdürür; Hakkın üzerinde, hakikatin üzerinde ve barışın üzerinde. Rav Muna şöyle dedi: ‘Ve üçü aynı şeydir: Hak yerine getirildiği zaman, hakikat yerine getirilir, barış yapılır. Ve üçü tek bir pasukta söylenmiştir. Pasukta söylendiği gibi:  ‘Kapılarınızda hakikat, hukuk ve barış ile yargılayın.’ Hukukun olduğu her yerde – barış vardır.”

Bu kavramlar, birbirlerine çok yakın da olsalar, aynı değildir. Hak ve adaletin peşinde gerçekleştirilen arayış çok önemlidir. Ama daima hakikati ortaya çıkarmaya ihtiyaç vardır. Hakikat gün ışığına çıkana kadar araştırmak ve bunun peşini bırakmamak gerekir.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün