“Ben” ile başlayan cümleler

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
24 Ekim 2018 Çarşamba

Ben, kıymetli bir sözcük değil mi? “Ben” kıymetli de ondan… Dolayısıyla kişinin kendisine ait olan nesi varsa, kimi varsa kıymetli, çünkü önce kendisi değerli… Bundan dolayı kişi, kim olursa olsun, kendini sever, kendine güvenir, kendinden en iyisini bekler, en iyisini hak ettiğini düşünür ve kendiyle ilgili büyük konuşur.

“Ben asla bunu yapmam,” der mesela… “Bu bana uymaz, ben onun yerinde olsam, benim başıma asla böyle bir şey gelmez, benim hiçbir zaman bu taraklarda bezim olmaz, bana kalsa başka türlü yapardım, ben olsam bir kere daha düşünürdüm, benim kim olduğumu biliyor musun sen?” türünden çeşit çeşit cümleler kurar. Bir narsizimdir gider konuşmada…

Hâlbuki ben diye bir şey var olduğu, değerli olduğu kadar; herkesin bir ben olduğu düşünürse ben denen şey, biricik olabilir ama asla tek değildir ve inanın, her şey herkesin başına gelebilir hayatta.

Asla yapmam dediğinin tam da ortasında bulabilir insan kendini! Yanlış olduğunu, kötü olduğunu, günah olduğunu, kim bilir belki de ayıp olduğunu bile bile yapar, hatta bunları yaparken kendine şaşar.

Ya da buna asla katlanamam, dediği neyse bir de bakar ki bal gibi de katlanıyor o dert her neyse, bazen o derde çareler bulduğunu, işi kendi kendine kolaylaştırdığını bile fark eder. Kişi için “asla” diye bir sözcük yoktur. Çünkü insanın benliğinin en sevdiği, en barışık olduğu sözcüktür asla!

Asla yapmam değini yaparken, asla gitmem dediği yere giderken, asla görüşmem dediğiyle ortak olurken bile bulabilir kendini.

Büyük konuşmak, insanın en büyük zaafıdır. Kendine güveni o kadar büyüktür, kendine verdiği değer o kadar emsalsizdir ki, önce yapmam der, sonra yapmam dediklerini yapar, sonra da onları yapmaya geçerli çok net açıklamalar yapar kendine…

“Benim kızım olsa asla müsaade etmem böyle biriyle evlenmesine,” der; sonra bir bakar ki bal gibi, kendi eliyle gelin etmiş kızını o adama… “Ben çocuğuma asla bakıcı tutmam,” der, sonra bakıcıyı tutmak bir yana yatılı olarak eve almış, hayatı düzene sokmuş bile kendince. “Yurt dışında asla yaşamam” der; bir tayin gelir, hayır denemeyecek bir teklif çıkar karşısına, bir de bakar ki başka bir toprak parçasına memleket diyor. En önemlisi de “Benim çocuğum olsa, onu asla böyle yetiştirmem,” der, sonra bir de bakar ki ne yaparsa yapsın, çocuk kendi doğrusunda, kendi ben’inin tercihleriyle devam ediyor yoluna.

Yani ben, dediğimiz şey hayatın karşısında en büyük zaafımız ve en büyük yenilgimiz. Ben için, bana bir şey yaparken, başka bir ben’ in alanına dokunmamıza izin vermez hayat. Hatta kendi ben’imiz için karar almamıza bile…

O zaman biraz oluruna bırakmak, biraz tevekkül olmak, biraz Yaradan’a sığınmak, biraz kadere inanmak; insanı kendi ben’ine biraz uzaktan bakmasına, hatta başarırsa ondan az da olsa uzaklaşmasına yardımcı olur.

O zaman hayatı daha olduğu gibi, daha sakin, daha kabul verir bir şekilde yaşar, gider.

Görür ki bunlar olurken ben yanında sen, o, biz siz onlar da var. Anlar ki insan yalnız kendi doğruları, kendi istekleri, kendi tekliği içinde tam anlamıyla “hiç kimse”dir. Diğerlerine de çok ihtiyacı vardır. O ben’lerin de bildikleri, bilemedikleri, doğruları, yanlışları, istedikleri, istemedikleri, onların da asla’ları, keşke’leri vardır.

İnsanoğlu “ben” zamirini bir tarafa bırakıp başka öznelerle cümleler kurmaya başlayacağı zaman, gerçek anlamda “insan “olacak bence. Önce kendisi için…

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün