Babanızı ve onunla birlikte çalışmanın size kazandırdıklarını anlatır mısınız?
Babam Marko Yafet, 1926 yılında doğdu. Varlık Vergisi döneminde, babasını Aşkale’ye gönderdikleri için ilkokul dördüncü sınıfta eğitimini bırakmak zorunda kaldı. Dört kardeşine ve annesine bakabilmek için çok küçük yaşta çalışmaya başladı. Aşkale’den döndükten sonra babası Hasköy’deki bakkal dükkânının başına geçti. Babam da onun yanında çalışmaya başladı ve 1966 yılına kadar birlikte çalıştılar.
1966’dan sonra Şişli Hasat Sokak’ta kendi bakkal dükkânını açtı. Dükkân açıldığında ailece çalıştık; annem, ablam ve ben, babama yardım ederdik. O dönem ben sekiz yaşındaydım.
Babam uzun yıllar çok yoğun çalıştığı için yıprandı. Mesleğinin getirdiği zorluklar sağlığını olumsuz etkiledi ve çalışma hayatını erken yaşta bırakmak zorunda kaldı. Altmış beş yaşında emekli oldu ve dükkânını kapattı. Emeklilik döneminde yazları Büyükada’da, kışları ise Şişli’deki evimizde yaşadı.
Babamın yanında çalışmış olmaktan büyük gurur duyuyorum. Hayatımı etkileyen en önemli derslerden biri olan esnaflığı ondan öğrendim.
Müşteriler zaman zaman ona ters davransa bile duruşunu hiç bozmaz, hep alttan alırdı. Ben buna çok üzülürdüm ama babam müdahale etmeme izin vermezdi. Bana sabırlı olmayı, insanları oldukları gibi kabul etmeyi ve onlara her zaman ihtiyaç duyabileceğimizi öğütlerdi.
Küçük yaşıma rağmen bir süre sonra dükkânı tek başıma idare etmeyi öğrendim. Bu, hayatta aldığım en önemli derslerden biridir.
Babamdan aldığım eğitim, ticaret hayatımda başarılı olmamda büyük rol oynadı. Beni bugünlere getirdiği için kendisine minnettarım. Onun dualarını her zaman hissederim.

Babanızın veresiye, tahsilat ve fiyatlar konusundaki esnaflık anlayışı nasıldı?
O dönemde bakkalları ayakta tutan en önemli unsurlardan biri veresiye satıştı. Babam alacaklarını genellikle hafta başında tahsil ederdi. Her pazar sabahı babamla birlikte oturur, müşterilerin hesap dökümlerini çıkarırdık.
Maaşlı müşterilerimizin borçlarını ise ay sonunda alırdık. O dönemde yazar kasa olmadığı için, isteyen müşterilere fatura kesilirdi.
Babamın esnaflık disiplini kusursuzdu. Raflardaki ürünlere zam gelse bile, müşterilere bunu hemen yansıtmaz; eski fiyatlardan satmaya devam ederdi.
Mahalledeki diğer bakkallara rağmen müşteriler sizi neden tercih ederdi?
Çevremizde birçok bakkal vardı. Ancak müşterilerimiz babamı yakından tanıdıkları için onu tercih ederlerdi. Bir diğer nedeni de Dalva Kasabı’nın kaşerut ürünleri olan sucuk, salam, pastırma ve sosisin bizde satılmasıydı. Ayrıca ‘atramuz’ satardık; bu ürünü başka bakkallarda bulmak mümkün değildi.
Babam hiçbir ürüne “yok” demez, “kalmadı” derdi. Ertesi hafta mutlaka istenilen ürünü raflarında bulundururdu.
Örneğin don lastiği isteyen olurdu; çocuklar çatapat mantarı sorardı, bebek emziği isteyen çıkardı. İstenen her ürünü kısa sürede temin ederdi. Bu yaklaşımı, babamın mahallede çok sevilmesini ve tercih edilmesini sağlardı.
Dükkânın günlük işleyişi, servis hizmeti ve yoğunluğu nasıldı?
O dönemde telefon hattı almak için saatlerce beklemek gerekirdi. Bu nedenle dükkânda servis elemanları çalıştırırdık. Günde iki kez servis yapılırdı.
Sabahları ekmek ve gazete dağıtılır, siparişler alınırdı. Ardından siparişler dağıtılırdı. Öğleden sonra tekrar sipariş alınır ve dağıtıma çıkılırdı.
Siparişler elde taşınan sepetlerle götürülürdü. Patates, soğan, şeker, pirinç gibi ürünlerle sepetler oldukça ağır olurdu. Bazı müşteriler sepetlerini sarkıtır, ürünler içine doldurulurdu.
Şişli’de üç sokak boyunca, hatta asansörsüz binaların en üst katlarına kadar bu sepetler taşınırdı. İş çok yorucu olduğu için servis elemanları genellikle dört günden fazla dayanamazdı. Bu nedenle zamanla bu işi ben üstlenmek zorunda kaldım.
Okulla birlikte çalışmak beni çok yorsa da babama yardım etmekten büyük mutluluk duyardım.
Hafta sonları, özellikle cumartesi akşamları çok yoğun olurdu. Kaşerut ürünlerin yanı sıra likorino, palamut füme, tarama ve Amerikan salatası gibi mezeler de satardık. Sucuk ve salam makineleri yoktu; her şeyi elde keserdik. Bu da bize ince bir ustalık kazandırdı.
Müşteri sayısı mevsime göre değişirdi. Yaz aylarında günde 50–60 kişi, kış aylarında ise 150–200 kişi arasında olurdu.
Marketlerin ortaya çıkması bakkalınızı ve müşteri ilişkilerinizi nasıl etkiledi?
Babam dükkânını açtığında henüz marketler yoktu. İlk marketlerden Ankara Pazarı 1980-1981 yıllarında açıldı. Ancak bize uzak olduğu için müşteri kaybı açısından ciddi bir etkisi olmadı.
Marketler yokken fiyat karşılaştırması yapmak mümkün değildi. Ancak Migros ve Yeni Karamürsel mağazaları açıldıktan sonra ürünlerimiz pahalı kalmaya başladı.
Biz bakkallar ayakta kalabilmek için servis hizmeti vererek mücadele ediyorduk. O dönemde sahnelenen ‘Kahraman Bakkal Süpermarketlere Karşı’ adlı tiyatro oyunu, yaşadığımız durumu çok iyi yansıtıyordu.
Mahalle bakkallarında insanlar kendilerini daha sıcak ve güvenilir bir ortamda hissederdi. Bugün market alışverişlerinde bu duyguyu bulmak pek mümkün değil; insanlar giderek makineleşti.
Babanızın müşterilerle ilişkisi nasıldı?
Babam çok güler yüzlüydü, hiçbir müşteriyi kırmazdı. Ürünü tatmak isteyenlere mutlaka tattırırdı. Tüm ürünler günlük gelir ve taze satılırdı. Müşteriler babama güvenirdi. Zaman zaman indirim isteyen olurdu ama indirim yapılmazdı. Zaten kâr marjımız yüzde 10–15 civarındaydı; sürümden kazanırdık.
Dükkânda güven ortamı nasıldı; olumsuz durumlar yaşanır mıydı?
Müşteriler kendi aralarında dedikodu yapardı. Babam konuşulanları duysa bile çok ketumdu; asla başkasına anlatmazdı.
Dükkânda kaç kişi varsa hepimiz çok dikkatli olurduk. Elimizden geleni yapardık ama yine de zaman zaman küçük hırsızlıklar yaşanırdı.