Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda iki yeni yapım

Ataköy´de, 1880´li yıllarda Baruthane olarak kullanılan tarihi yapı, Metin Deniz´in plan ve projeleri esas alınarak aslına uygun restorasyonla Yunus Emre Kültür Merkezi´ne dönüştürülmüştü. 1993´ten beri bu iki sahneli tiyatro kompleksi BBT´nin yerleşik mekânı olarak hizmet veriyor. Geçen yıl yenilenme sürecine girildiğinden BBT, bir süreliğine Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi´ne taşındı.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
31 Aralık 2025 Çarşamba

Eşeğin Gölgesi’ “Yedi günün biri salı, kesme bastığın dalı. Dinle de bak ibret al, bu geceki masalı!”  

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en önemli yazarlarından, öykü ve oyun yazarı, öğretim üyesi, gazeteci Haldun Taner (1915-1986), Türkiye’de epik tiyatro ile kabare tiyatrosunun öncüsüdür.

Gezici hatip, sofist filozof Samsatlı Lukianos'un bir masalından esinlenerek 1965’te yazdığı, geleneksel tiyatromuzla epik anlatımı harmanlayan politik taşlaması ‘Eşeğin Gölgesi’, düş ve gerçeğin birbirine girdiği masal ülkesi Abdalya’da geçer.

İki baldırı çıplak çırak, ustalarının kılığına bürünüp caka satmaya heves ederler. Berber çırağı Şaban, eşekçi çırağı Mestan’dan panayıra gitmek için eşek kiralar, yolda sıcaktan bunalınca eşeğin gölgesinde dinlenmeye kalkar. Mestan, bedel ödemeden gölgede sefa sürülmeyeceği için Şaban’dan bir akçe gölge bedeli ister. Bitmez tükenmez tartışmaların ardından iki çırak kendilerini mahkemede bulurlar.

Dava için dağ gibi masrafla karşılaşınca vazgeçmek isterler ama iş işten geçmiştir; çıkar peşindeki patronların körüklemesiyle Eşek Davası büyüdükçe büyür, yayıldıkça yayılır, Yüksek mahkemeler, medya, siyasi partiler işe karışır, Abdalya karpuz gibi ikiye bölünür. Yarısı eşekçi, yarısı gölgeci halk birbiriyle kavgaya tutuşur. Zırva davanın tüm önemli sorunları göz ardı ettirmesine bir tek Deli Ozan ses çıkarır ama Abdalya’da da doğru konuşana ne olacağı malûm! Tüm bu kargaşanın sonunda kazanan tabii ki kargaşayı alevlendiren patronlar olur…

Saçma sapan gündem yaratmalar, bozuk düzen, içi boş savlara dayanan sözde adli düzen, günümüzde de geçerliliğini 60 yıl öncesindeki gibi korumaktadır. Bu yüzden Haldun Taner'in, bu çok sahnelenmiş oyunu bir kez daha BBT’de, Murat Karasu’nun yönettiği, dramaturgisini Irmak Bahçeci’nin, dekor tasarımını Ali Yenelin, kostüm tasarımını Ayçin Tar’ın, ışık tasarımını Cem Yılmazer’in üstlendiği, hareket düzenini Cihan Yöntem’in, müziklerini Tolga Çebi’nin, şarkı sözlerini Faruk Üstün’ün yaptığı bir müzikal olarak sahneleniyor.

Dört dörtlük orkestranın canlı müzik eşliğine, ustalıkla yönetilmiş olmasına, kalabalık ve uyumlu kadrosunun başarılı ekip oyunculuğuna karşın, ‘Eşeğin Gögesi’nin bu yorumu beklentilerimin epey gerisinde kalan bir çalışma.

Öncelikle teatral yapı olarak ‘Eşeğin Gölgesi’, büyük usta Taner’in Keşanlı Ali Destanı(1964), Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım(1964) ve Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1969) gibi Türk epik tiyatrosunun başyapıtlarıyla aynı düzeyde değildir. Üç perdelik epey uzun oyunda çok sayıda yan öykü, ana temaya hizmet etseler de tempoyu düşürür, dikkati dağıtır. Kanımca tiyatroda yazara sadık kalmak, metni dokunulmaz ve kutsal saymak değil, anlatının özünü ve ruhunu korumaktır. ‘Eşeğin Gölgesi’ sağlam bir dramaturgi çalışmasıyla fazlalıklarından arındırılması, gerektiğinde kesilip budanması gereken bir metin. Karasu ile Bahçeci’nin iki perdeye indirgedikleri metnin neredeyse tamamını koruma çabaları, temponun düşmesi ve gösterimin sık sık hantallaşmasıyla sonuçlanıyor.

Sahnelemenin önemli diğer kusuru ise, ‘epik’ kavramının göz ardı edilmiş olması. Epik Tiyatro kuramcısı Bertolt Brecht “Burası bir tiyatro sahnesi ve sizler de izleyicilersiniz” diyerek seyirciyi oyunun dışında tutar, sahnedekinin bir oyun olduğunu sürekli hatırlatır, onun etkin bir gözlemci konumunda yargıya varmasını ister. Sahne ile salon arasında birebir, tamamen interaktif iletişimin kurulması ‘epik yabancılaştırmanın’ olmazsa olmazıdır ve şarkılı bölümler de bu amaca hizmet ederler.

Karasu’nun yönettiği ‘Eşeğin Gölgesi’, seyirciyi içine alamayan, ondan katılım beklemeyen, sadece eli yüzü düzgün bir müzikal olmuş. Bu hâliyle, hınzır eleştirisini izleyiciyle birebir paylaşmak amacıyla ‘epik’ tarzı yeğleyen Taner’in amacından epey uzak kalmış. Bu yorum hiç bana göre değil ama epikle ilgilenmeksizin sıradan bir müzikalle yetinecek olanlar keyifle izleyebilir. Sezon boyunca Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde.

‘Çirkin’

 

“Gerçekte kimsin? Kendine baktığında ne görüyorsun? Gördüğün onların gördüğüyle aynı şey mi? Olduğun kişi ile olman beklenen kişi arasında nerede duruyorsun? Başarmak için kendinden ne kadar uzağa gidebilirsin, ya dönüş yolunda kaybolursan?”

Alman genç kuşak önemli yazarlardan Marius von Mayenburg (d.1972), 1999’dan beri oyunlarının çoğunun sahnelendiği Berliner Schaubühne am Lehniner Platz’da sanat yönetmeni ve ‘residence’ oyun yazarı. Bugüne kadar yapılmış en sert bağnaz dindarlık eleştirilerinden ‘(M)uchenik / Öğrenci’ (2016) filminin senaryosu, yönetmeni Kirill Serebrennikov tarafından Mayenburg’un bir oyunundan uyarlanmış.

2007’de yazdığı, 2012’de Devlet Tiyatrolarında, 2015’te DasDas Tiyatro’da sahnelenen ‘Der Hässliche / Çirkin’ bu kez BBT’de, dramaturgisi Ceren Ercan’a ait, Yelda Baskın’ın yönettiği yeni bir yorumla sahneleniyor. Dekor ve ışık tasarımını Kerem Çetinel, kostüm tasarımını Tomris Kuzu, hareket tasarımını Esra Yurttut, müziği Okan Kaya yapmış.

Duygusal zekâ ile sezgisel zekânın karıştırıldığı, bedenin nesneye dönüştüğü, güzellik kavramının bir takıntı hâlini aldığı, her şeyin satılık olduğu günümüz dünyasında, ‘Çirkin’, dış görünümün algıda yarattığı izlenimi konu alan, insanların aynılaşma ve kimliksizleşme sürecini mizahi bir dille gözlemliyor. Mayenburg’un bakışın anlamı değiştirme ve yeniden şekillendirme gücünü, tiyatronun olanaklarını zorlayarak ortaya koyduğu oyun, çağımızda herkesin fiziksel özelliklerine göre değerlendirilişiyle, fiziksel güzelliğin bir anlamda başarının olmazsa olmazına dönüşmesiyle hınzırca dalga geçen, kapkara bir komedi.

Mühendis ve mucit Lette, projesinin sunumuna hazırlanırken, direktörü, sunumu konuyla ilgili hiçbir niteliği olmayan yardımcısına verir. Nedenini sorduğunda, “sen bu suratla hiçbir şey satamazsın” yanıtını alır. Durumu anlattığı eşinden müthiş çirkin olduğunu, ancak feci görünüşüne karşın karısının kendisini sevdiğini öğrenen Lette, çözümü estetik cerrahide arar. Ameliyat sonrası inanılmaz yakışıklılıkta bir adama dönüşmesiyle kariyeri, sosyal yaşamı, karısıyla ilişkileri radikal biçimde değişir. Doktoru, ‘yeni Lette yüzü’ ideal görünüm olarak pazarlar; direktörü, olası yatırımcı kadınla hafif kırık oğlundan para sızdırmak için onu yem olarak kullanır; önceleri sadık bir koca olan Lette hayranı çok sayıda kadınla ilişkiye girerek karısının bunu kabullenmesini bekler. Beklenmedik şöhreti, ondan en çok nemalanan doktor sayesinde çok sayıda erkeğin Lette’nin yüzüne sahip olmasıyla kısa sürer, yakışıklılığının getirdiği öncelikli durum sıradanlaştıkça hayal kırıklıkları giderek artar…  

Von Mayenburg, toplumsal taşlamanın boyutunu vurgulamak amacıyla oyundaki bütün karakterlerin dört oyuncu tarafından canlandırılmasını istemiş. Lette’yi canlandıran Tolga İskit dışındaki Ali Rıza Kubilay, İlkin Tüfekçi ve Can Esmeray bütün rolleri üstleniyorlar.

Yelda Baskın’ın farsa kaçan, absürde de göz kırpan yönetimi, neredeyse çığırından çıkan, giderek absürtleşen günümüz dünyasına ilginç şekilde ‘cuk oturuyor’ ve ‘Çirkin’e beklenmedik bir gerçeklik ve inandırıcılık getiriyor. Günümüz dünyasının yapaylığını ve sahteliğini daha da ortaya çıkaran, hem abartılı, hem doğal yorumlarıyla oyuncu yönetimi dört dörtlük. Lette’nin çirkinden yakışıklıya dönüşümünü maskesiz ve makyajsız yüzü ile başarıyla aksettiren İskit’in performansı çok başarılı. Ekibin kalanı, kostüm ve aksesuar değiştirmeden, sadece mimik, ses ve beden dilleriyle farklı kişiliklere bürünüyorlar.

Mutlaka izleyin derim. Sezon boyunca Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde.   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün