Yeni yıl yaklaşırken, kendimize verdiğimiz ´söz´leri bir kez daha düşünelim…
Yeni yılın ilk günlerinde en çok duyduğum cümle hep aynıdır: “Bu sene kendime söz verdim…” Bir liste çıkar. Daha az tatlı, daha çok spor, daha disiplinli bir yaşam… Ama yıllar geçtikçe şunu fark ettim: İnsan kendine en çok yeni yılda yalan söylüyor. Çünkü verilen her söz, aslında içimizdeki küçük çocuğa bir kez daha “yeterince iyi değilsin” demenin zarif bir şekilde parlatılmış hâli. Bu yüzden belki de 2026’ya girerken yapılacak en radikal şey, kendimize hiç söz vermemek. Zihnin çalışma biçimi bunu doğruluyor: İnsan kendine baskı kurdukça disiplini değil, direnci büyütüyor. Verilen her sert söz, beynin tehdit algısını artırıyor ve o tehdit kortizolü, yani duygusal açlığı yükseltiyor.
2025’in yorgunluğunu düşünün. Üst üste yaşanan stresler, belirsizlikler, hız… Birçoğumuz yemek yemeyi değil, hissetmeyi unuttuk. Bu yüzden yeni yılın ilk günlerinde “kendimi toparlayacağım” cümlesi çoğu zaman bir başlangıç değil; geçmiş yıla duyulan suçluluğu örten ince bir tül gibi. Çünkü insan gerçekten hazır olduğunda söz vermez, başlar. Söz ancak başlamaya cesaret edemediğimizde devreye girer. Belki de 2026’nın ilk dersi, söz vermek yerine kendimizi duymak.
Bilimsel olarak da tablo çok net. 2025 boyunca yapılan birçok çalışma, insanların duygusal açlıkla fiziksel açlığı ayırt etmekte zorlandığını gösterdi. Stres altındaki beyin sinyalleri karıştırıyor. Serotonin düşünce tatlı; uykun bozulunca yağlı yiyecekler cazip gelir. Oksitosin azalınca bir kase çorba bile sarılmanın yerine geçer. Ve biz tüm bunların adına “kendimi tutamadım” deriz. Oysa mesele irade değil; sinir sistemi. İrade, sinir sistemi sakin olduğunda çalışır. Zihin gürültülüyken, kalp hızlıyken, duygu bastırılırken hiçbir karar sürdürülebilir değildir.
Tam da bu noktada, yaşın etkisini konuşmak gerek. Yeni yıla sadece gençler değil, çok daha olgun bir kuşak da giriyor. Bazıları için yeni yıl heyecanı yıllarla birlikte hafifleyebilir. “Bu saatten sonra ne değişecek?” diye düşünenler olabilir. Ama beyin yaşla birlikte yavaşlamaz; aksine, duygusal zekâ ve yaşam bilgeliği artar. Bu da alışkanlıkları değiştirmeyi kolaylaştırır. Çünkü yaş aldıkça dışarıdan gelen beklentiler azalır, iç ses güçlenir. Belki de bu yaşlarda yeni yıl, güçlü hedefler için değil, huzuru çoğaltmak, yalnızlığı yumuşatmak ve sofrayı bir ritüele dönüştürmek içindir. Gençlerin aradığı hızlı dönüşüm yerine olgun bir insanın sessiz ama derin dönüşümü… Bazen tek bir öğünde kendini suçlamamak bile yenilenmenin en sade hâli olabilir. Bu yüzden yaşça büyük okurlarıma şunu söylemek isterim: Değişim sizin için geç değil, sadece daha nazik. Kendinizi aç bırakmamak için yaptığınız en küçük adım bile, içinizdeki yaşam isteğinin hâlâ ne kadar diri olduğunun bir kanıtıdır.
“Kendini dinle, kendini duy”
Tüm bunların ışığında 2026’nın asıl meselesi şu: Kendini aç bırakmamak. Ama bu söz sadece yemekle ilgili değil. Asıl mesele duyguların aç kalmaması. Çünkü bastırılan duygu, tıpkı susuz bırakılmış bir toprak gibi çatlar ve sonunda başka bir yerden fışkırır. İhmal edilen ihtiyaç, ertelenen dinlenme, görmezden gelinen yalnızlık; hepsi bir noktada yeme isteği olarak geri döner. “Kendini aç bırakmamak” demek, bedeninle iş birliği yapmak demektir. Uykun geldiğinde uyumak, yorulduğunda durmak, yalnız hissettiğinde bunu kabul etmek, kızdığında kendini suçlamamak… Yani bir yetişkin gibi değil; bir çocuk gibi, şefkatle kendinin yanında durmak.
Çünkü insan kendine kızdıkça değil, kendine iyi davrandıkça değişir. Kendinle aranı bozdukça atıştırmalar artar; kendinle barıştıkça iştah sakinleşir. Kendi kendimizin en sert eleştirmeni olduğumuz sürece duygusal açlığı büyütürüz. Oysa bir an durup şöyle desek “Ben kendimin en iyi arkadaşı olacağım.” İşte o zaman beden gevşer, zihin açılır, kalp yumuşar. Her ilişkide olduğu gibi insanın kendisiyle ilişkisinde de bağ güvenle kurulur. Kendinle aranı iyi tuttuğunda, hayatla aranı da iyi tutarsın. Kendini sürekli eleştirmek yerine kendine eşlik etmeyi öğrendiğinde bedenin de ruhun da rahatlar.
Kendini aç bırakmamak, karnını doldurmak değil; içini doldurmakla ilgilidir. Kendi yanında durmakla ilgilidir. Hayattan ne istediğini bilmek, istemediğini de sakince söyleyebilmekle ilgilidir. Belki de yıllardır aradığımız düzen, tartıda değil; kendimize söylediğimiz cümlelerde saklıdır. Ve belki de gerçekten doyurucu olan, sevgiyle kendimize seslenebildiğimiz o nadir anlardır.
Yeni yıl bu yüzden büyük cümleler istemiyor. “Asla şunu yapmayacağım”, “Mutlaka buna başlayacağım…” Bunlar artık geçmiş yılların yükü gibi.
Yeni yıl bir şey istiyorsa, o da şu olabilir: Kendini duyman. Kendine yumuşaman. Kendine acımadan ama kendini zorlamadan bir alan açman. Ve tam o anda fark etmen gereken belki de bu sene hiçbir söz vermediğin için, ilk defa gerçekten değişimin olabilir. 2026 hepimize; tok karınlardan çok tok kalpler, dengeli zihinler ve kendimize iyi davranmayı öğrendiğimiz bir yıl getirsin.