Neredeyse her sene yeni bir Spiderman, Superman veya Batman filmi çıkıyor, hepsi de birbirinin tıpatıp aynısı gibi hissettiriyor. Herhangi bir şeyi özel yapan en büyük faktör onun enderliğidir. Bu mesaj tabii ki süper kahraman filmlerinin yanı sıra spor müsabakaları için de geçerli.
2008 yılında Marvel Studios’un ilk filmi Iron Man (Demir Adam) büyük bir akım başlattı. Filmin gişede elde ettiği başarı kısa bir süre içinde her sene iki-üç tane süper kahraman filminin çıkmasına sebep oldu.
Artık neredeyse her sene yeni bir Spiderman, Superman veya Batman filmi çıkıyor, hepsi de birbirinin tıpatıp aynısı gibi hissettiriyor. Çünkü her sene üç tane süper kahraman filmi çıktığı için, hiçbiri özel gelmiyor. Bu durumu ironik bir şekilde en güzel 2004 yılında Pixar’ın ‘The Incredible’ (İnanılmaz Aile) filmi anlatıyor. Filmin kötü karakteri Syndrome süper kahramanlardan nefret ediyor ve hedefi hepsini yok etmek. Ama bunu bildiğimiz kötü adamlar gibi hepsini öldürerek veya yakalayarak yapmıyor. Onun yerine Syndrome, insanlara süper güçler veren aletler çıkarıp satmak istiyor. Ona göre ‘herkes süper olduğu zaman, kimse olmayacak’. Filmin verdiği mesaj aslında çok basit… Herhangi bir şeyi özel yapan en büyük faktör onun enderliğidir. Bu mesaj tabii ki süper kahraman filmlerinin yanı sıra spor müsabakaları için de geçerli.
FIFA daha da çok para kazanmak için yeni bir çözüm üretti
En özel spor etkinlikleri düşünüldüğü zaman akla hep Dünya Kupası veya Olimpiyatlar geliyor. Bu etkinliklerinin ikisinin de dört yılda bir organize edilmesi de şansa değil. FIFA istese (kim eminim ki istiyorlar) Dünya Kupası’nı her yaz organize eder, dünyanın dört bir yanından da milyonlarca insan izler. İlk üç sene çok para kazanırlar ama orta ve uzun vadede Dünya Kupası bütün özelliğini kaybeder. Bunun yaşanacağını bildikleri için FIFA daha da çok para kazanmak için yeni bir çözüm üretti. Dünya Kupası bu yaz itibariyle 48 takımla oynanacak. 1930 yılında 13 ülkenin katılımıyla başlayan bu turnuva tarihinin en geniş haliyle yaşanacak. Bu değişimin semptomlarını bu yaza kadar kimse tam hissetmeyecek ama yazın aynı gün içinde dört tane maç oynanırken acaba maçlar ne kadar ‘özel’ hissettirecek?
Yanlış anlaşılma olmasın, bu genişleme kısa vadede birçok insanı çok mutlu etti ve etmeye devam da edecek. Curaçao tarihinde ilk defa Dünya Kupası’na gidiyor, hatta Türkiye’nin katılma ihtimali de çok büyük. Milyonlarca insan ülkelerinin dünyanın en büyük futbol organizasyonunda oynamasını izleyecek, takımlarına destek olacaklar. Ama yine aynı soruyu soruyorum. Bu takımlar her Dünya Kupası’na katılmaya başlarlarsa, her organizasyonda da yüzlerce maç yapılırsa, uzun vadede bu maçlar ‘özel’ hissettirecek mi?
UEFA Şampiyonlar Ligi’nde de değişiklik
Bu değişimi yakın zamanda UEFA Şampiyonlar Ligi’nde de gözlemledik. Grup aşamaları altı maç yerine sekiz maça çıkarıldı. Aynı zaman ‘büyük’ maçların sayısı artsın diye artık takımlar rakipleriyle hem evde hem de deplasmanda oynamak yerine sadece bir kere oynuyor. Aynı Dünya Kupası maçlarının arttırılması gibi, bu değişimin de sebebi maç sayısını artırıp daha çok para kazanmak. Aynı Curaçao başarısı gibi, bu değişimin de pozitif tarafları var. Daha az prestijli takımların prestijli takımlarla oynama şansı ve hikâyeler yazma fırsatı artıyor. Galatasaray’ın Liverpool karşısında aldığı galibiyet bunun en yakın ve özel örneklerinden biri. Ama ne yazık ki, aynı Dünya Kupası’nda olacağı gibi, bu değişim orta vadede seyir zevkini düşürecektir.
İki sezon öncesine kadar takımlar gruplara ayrılırdı ve sadece gruptan çıkan takımlar birbirleriyle eleme oynarlardı. Gruplara giren takımlar da ya UEFA sıralaması ya da bir önceki sezonun performansına göre seçildikleri için çoğu grupta sadece bir-iki prestijli ‘büyük’ takım olurdu. Bunun sayesinde de iki tane ‘büyük’ takım arasındaki maçlar genellikle sadece eleme aşamalarında olurdu, birçok ülkenin dev takımları sadece dört-beş yılda bir karşılaşırdı. Şimdi ise her sezon istikrarlı bir şekilde Liverpool-Real Madrid veya Arsenal-Bayern Münih maçları oynanıyor. Dediğim gibi, seyirciler olarak hâlâ eski sisteme alışık olduğumuz için bu bizi daha etkilemedi ama orta vadede her sezon bu maçlar oynanmaya devam edildikçe daha az ‘özel’ olmaya başlayacaklar. Çünkü eğer her sezon, her maç ‘özel’ ise, aslında hiçbiri değildir.
Bu yazının ele almadığı bir başka konu oyuncuların fiziksel durumları. Geçtiğimiz sezonlarda artan maç yoğunluğundan kaynaklı kas sakatlıkları çok arttı. Rodri veya Pedri gibi takımlarının vazgeçilmez oyuncuları 50-60 maç yaptıkları sezonlar oynuyor, bir sonraki sezona korkunç sakatlıklarla başlıyorlar. Her boş güne maç sıkıştırarak FIFA ile UEFA bu problemin yoğunluğunu arttırıyor. Bunun da iki farklı sonucu olabilir. İlki takımların bazı ‘büyük’ maçlarda rotasyona gitmesi ve bir kez daha ‘özel’ hissinin ortadan kaybolması. İkincisi ise bütçesi olan takımların artan fikstür yoğunluğunu çıkarabilmek için yedek kulübesini de yıldızlarla donatması. Liverpool geçen hafta Tottenham’a karşı oynarken (‘büyük’ bir maç) yedek kulübesinde İngiliz transfer rekoru sahibi İsak, yeni transferleri Frimpong ve bu sezonun yıldızlarından Chiesa oturuyordu. Bu üç isim de Avrupa’nın neredeyse her takımında ilk 11 oynayabilecek isimler. Normal şartlarda sadece rotasyon oyuncusu olmayacak oyuncular olmalarına rağmen, rotasyonda bile 20-30 maç çıkarabilecekleri için büyük takımlara geliyorlar. Bu da zaten var olan ‘büyük- küçük’ takım makasını daha da açıyor.
Bu yazının hep dediği gibi, bu problemlerin meyvelerini orta vadede göreceğiz. Bakalım paragöz futbol yöneticileri bu sefer nasıl çözümlerle gelecekler. Kim bilir belki gelecekte her hafta El Clasico oynanır; maçı da TikTok’tan izletirler.