Reka Kolektif'in yeni oyunu:'Jonas'la Evlenmek'

Erdoğan MİTRANİ Sanat
24 Aralık 2025 Çarşamba

Üç yılı aşkındır birlikte üreten, Ceren Kaçar, Ezo Şara Uray, Görkem Örskıran, Rıza Efe Reis Senay Arslan ve Umutsu’dan oluşan bağımsız tiyatro oluşumu Reka Kolektif, ‘Aşalım Bunları’ ile 2024 TEB Ödülleri’nde Yılın Genç Ekibi seçilmişti. Topluluğun günümüzün göç eğilimleri, toplumsal arzuları ve ‘iyi hayat’ ideallerini ironik ve çarpıcı bir dille ele alan yeni oyunu ‘Jonas’la Evlenmek’, Genç Sanatçı Destek Fonu katkısıyla ilk kez 29. İKSV Tiyatro Festivali’nin Yeni Arayışlar bölümünde sahnelendi.

Göç etme arzusuyla Türkiye’de kalma inadı arasında sıkışmış Y ve Z kuşaklarının ortak hayali, daha iyi bir hayat, yeni bir başlangıç arayışı ve Avrupa’da yaşama düşü. ‘Jonas’la Evlenmek’, gitmek–kalmak ikilemiyle aradaki sıkışmışlığı kurgusal bir evlilik yarışması üzerinden eğlenceli bir araf olarak aktarıyor. Büyük ödülün İsveçli Jonas’la evlenip AB vatandaşlığı kazanmak olduğu bir yarışmanın üzerinden anlatılan hikâye, yalnızca bir hayalin peşinden gitmeyi değil, daha iyi bir yaşam beklentisinin ardındaki kimlik krizlerini, arzuları, hayal kırıklıklarını, bireysel ve kolektif kırılmaları da sahneye taşıyor.

Jonas bir erkek adı da olsa, yarışmacılar için sadece bir kişi değil; Jonas’la evlenmek çıkış yolunu simgeleyen bir kavram ve bu bağlamda, stüdyodaki dört yarışmacıdan birinin erkek oluşu şaşırtıcı değil.
Bir evlilik yarışması formatı üzerinden ilerleyen, reality şov ve BBG estetiğinin canlı kamera kullanımı gibi çağdaş sahneleme teknikleriyle desteklendiği oyun, bu tarzın her türlü bayağılığının ekrana yansıyan yorumlarıyla günümüzün canlı TV şovlarıyla da
hınzırca dalga geçiyor.

Stüdyoya sıkışmış dört yarışmacı şu sorularla sınanıyor: Küçük bir alanda birlikte nasıl yaşanır? Hiç tatmadığın bir İsveç yemeği nasıl yapılır? Gelir beyanı mı, ayakta kalmak mı? Neleri geride bırakacaksın? Jonas bir hayal mi? Jonas’ın gözünde arzulanabilir olmak için stratejik personalar yaratan dört yarışmacı sahneyi her türlü olasılığın iç içe geçtiği kolektif bir çıkmaz alana dönüştürüyor.

Aslı Ekici tarafından yazılan metin, sabit olmayan, dönüşüme açık, ortak bir üretim yöntemi temel alınarak özgün bir yaratım sürecine dönüşerek Reka Kolektif’in ortak egzersizleriyle, prova sürecince sürekli yeniden şekillenmiş.

Oyunu Rıza Efe Reis yönetiyor, hareket tasarımını Maral Ceranoğlu, dekor tasarımını Halil Ege Doğramacı, kostüm tasarımı İpek Peri, müzik ve ses tasarımını Hakan Öktem, ışık tasarımı Umutsu, görsel iletişim tasarımını Selva Kaya üstlenmiş. Motion designer Güran Önler. Yarışmacıları Ceren Kaçar, Ezo Şara Uray, Görkem Örskıran ve Senay Arslan canlandırıyor.

Bireysel arzuların ve ortak çıkmazların sınırında gezinen, gerçekliğin katman katman açıldığı,  gösteri, iyi yazılmış, ustalıkla sahnelenmiş, iyi oynanmış başarılı bir oyun. Son zamanlarda ‘dijital tiyatro’ anlayışına en yakın bulduğum çalışma diyebilirim. Dijital teknolojiler metni desteklemek ya da sahne tasarımını oluşturmak amacıyla uzun süredir kullanılıyor. Ancak dijital tiyatroda bu teknolojiler gerçek oyuncularla birlikte öyküye doğrudan katılan hikâyeyi aktif olarak oluşturan öğelerden biri. Jonas’la Evlenmek’te yarışmayı TV izleyicisine aktaran fondaki ekran oyunun beşinci karakteri. Bir yandan tuvalette yalnız kaldıklarında iç sesleriyle gerçek kişiliklerine dönen yarışmacıları canlı olarak olası TV seyircisine aktarıyor, diğer yandan da anonsları ve son derece yüzeysel yorumlarıyla, yarışmanın sunucusuna dönüşüyor.

Oyunu izlerken günümüz gençliğinin önemli sorunsalını başarıyla yansıttığını, ancak neredeyse her repliğin, her durumun bana bildik geldiği, izlenimine kapıldım. Sonradan aklıma 1950 sonlarıyla 1960 başlarında, klasik Fransız Sinemasının tüm tabularını yıkan Yeni Dalga akımı geldi. Hepsi de saygın Cahiers du Cinéma dergisinde eleştiriler yazan, giderek her biri çok önemli auteur-yönetmenlere dönüşen Yeni Dalgacılar, Hz. Süleyman’ın Güneşin Altında Yeni Bir Şey Yok’ özdeyişini slogan alarak, her sözü söylenmiş, hikâyenin anlatılmış olduğunu belirterek öykünün değil, nasıl anlatıldığının öne çıktığı farklı bir sinema yapmaya yönelmişlerdi.

Bildiğimiz bir öyküyü anlatıyor olsalar da bu gençler dertlerini çok güzel anlatıyor. Mutlaka izleyin... 23 Aralık Alan Kadıköy, 14 Ocak DasDas Sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.

 

29. İstanbul Tiyatro Festivali izlenimlerim

 

Sonda söyleyeceğimi baştan belirteyim. 29. İstanbul Tiyatro Festivali, dört yıl önce küratörlüğe geçildiğinden beri gerçekleşen en başarılı festival oldu.

Bu yılın altı uluslararası konuğunun gösterileri birbirinden etkileyici, olağanüstü çalışmalardı. Scapino Ballet Rotterdam’ın dans gösterisi ‘Arvo Pärt ile Bir Gece, Katedral’ bedenlerin birer mimari unsura dönüştüğü estetiği, matematiksel koreografisi ve hipnotik atmosferiyle büyüleyici bir evren yaratıyordu. Baro d’evel, ‘Qui som? Biz kimiz?’ sorusunun peşinde dansçı, müzisyen, oyuncu, akrobat, seramikçi ve clown’larını ekolojik bir ritüelde sahnede bir araya getiriyordu. Nöroçeşitliliği sanat yapma biçimi olarak benimseyen Teatro La Plaza’nın Down sendromlu sekiz oyuncusu, empatiye değil eşitliğe dayanan güçlü ‘Hamlet’ yorumunda kişisel tanıklıkların üzerinden Hamlet’i acı çeken biri değil, sorgulayan, direnç gösteren, mücadele ederek kendi sesini arayan ve bulan, var olmakta ısrar eden, kendileri gibi toplum dışına itilmiş bir karakter olarak yeniden keşfettiriyorlardı. Belçika’dan Flaman Kraliyet Tiyatrosu’nun ‘Bovary’si, bildik hikâyeyi tersyüz eden inandırıcı ve başarılı yorumuyla Flaubert’in Madame Bovary’sini hayalperest trajedi kahramanı değil, “21. yüzyılın feminist sesi” olarak gösteriyordu. Paul Auster’in kimlik ve hakikat arayışında dedektiflerle ikizlerini, yazarlarla hayaletlerini iç içe geçiren New York Üçlemesi, Auster'da yansımasını bulan Fransız auteur yönetmen Igor Mendjinsky tarafından kahramanların kimliklerinin parçalandığı, başkasına dönüşmenin bazen de kişinin kendi benliğini yeniden keşfetmeye yol açtığı dört dörtlük bir tiyatroya dönüşüyordu. Türkiye’den Dolkun Production ile Hollanda’dan 7 Hills Foundation ortak yapımı ‘Açık Mülk’, modern Türk mimarisini örneklerinden, İMÇ’nin, geçmişini, bugününü ve spekülatif geleceğini mercek altına alan, hem İMÇ koridorlarında yaşanan sıra dışı bir deneyim, hem de festivalin en heyecan verici işlerinden, tamamen mekâna özgün ve katılımcı performanstı.

İzlenimlerimde sık sık söz edeceğim yerli yapımların şimdilik sadece son derece düzeyli olduklarını belirtmekle yetineceğim. Ancak, Işıl Kasapoğlu’nun, Orhan Veli Kanık’ın İstanbul’u Dinliyorum şiirinden esinlenerek tasarladığı, ilk kez 26. Festivalde hayata geçirdiği ‘İstanbul Mon Amour’ projesinden söz etmek istiyorum.

Her yıl festivalde farklı yapımlarla yinelenen, kentin çeşitli yer ve mekânlarını sahneye, yürüyüşü anlatının bir parçasına dönüştüren İstanbul Mon Amour sadece bir sanatsal yolculuk değil, katılımcıların kentin günlük yaşamını deneyimleyeceği, gitmediği yerleri, fark etmediği yönleri göreceği, farklı yaşamlara dokunabileceği günübirlik bir serüven.

Bu yıl ilhamını Türkiye’nin ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’dan alarak Kumbaracı50 ekibince Yiğit Sertdemir’in sanat yönetmenliğinde ‘Pera’nın Karanlık Odası’ adıyla Beyoğlu’nda gerçekleşti.

Beyoğlu Spor Kulübü’nde Candan Seda Balaban’ın, maskelerle kuklaların oyunculara eşlik  ettiği büyüleyici sözsüz oyunu ‘Bozmayın Çekiyorum’ ile başlayan yolculuk, Beyoğlu Sineması’nda Sanem Öge’nin ustalıkla iç içe geçirdiği Burçak Çöllü’nün üç monoloğuyla Türkiye’nin üç ayrı travmatik döneminde sinema-mekân ilişkisinin metin ve video ile iç içe geçtiği ‘Gaybubet Şehri’yle devam etti, müzikhol atmosferine bürünen Metrohan’da fasıl heyeti, anlatıcı, konuk oyuncular ve şarkılar eşliğinde, her biri geçmişten kalan tek bir imgeyle var olabilme mücadelesi veren, kayıp bir fotoğrafın peşinde üç karakter üzerinden, toplumsal ve kişisel hafızanın silinmesini anlatan, ‘DEM’ ile sonuçlandı. Kanımca tematik birlikteliğiyle projenin günümüze dek en başarılısıydı.

Darısı otuzuncu festivale!...   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün