Fransa´nın Nice şehrinde yaşayan sanatçı Seza Paker´in OG Galerideki AMBIENTÉ sergisini sona ermeden hemen önce gezme fırsatını buldum. Mekâna adım attığım andan itibaren yalnızca nesnelerle değil ışık, ses ve hareketin birlikte kurduğu güçlü bir atmosferle karşılaştım. Paker´in izleyiciyle birebir temas kurarak her bir objeyi tek tek anlatması yalnızca görsel değil, benim için aynı zamanda düşünsel bir deneyime dönüştü. Sergiye eşlik eden besteci Berk İçli´nin müziği ise mekânın ruhunu belirleyen bir unsur olarak ön plana çıkıyordu.
Seza Paker ile sanatını ve son sergisini konuştuk…
‘AMBIENTÉ’ kelimesi kulağa çok hoş geliyor. Bu kelime sizin için ne ifade ediyor?
‘Ambienté’, İtalyanca kökenli anlamını özellikle düşünerek seçtiğim bir kelime. Türkçede gündelik hayatta sıkça kullanılan ‘ambiyans’ karşılığından ziyade, bu kelimenin taşıdığı daha derin bir anlamla ilgileniyorum. Ambienté; hava ve su ilişkisini, değişkenliği ve hareket halini ifade ediyor.
Kendinizi minimal bir sanatçı olarak tanımlıyorsunuz. Bu noktaya gelmeden önce hangi ifade biçimlerinden geçtiniz?
Kendimi ifade edecek olursam, kırk yılı aşan üretim sürecim boyunca hep geri dönüp dolaştığım bazı temel öğelerden söz edebilirim. Müzik, parçalanmalar, fragmanlar, atık malzemeler; kâğıt, tekstil, deri, bantlar, kadife kumaşlar, kurdeleler… Bunlar çalışmalarımda sürekli var olan unsurlar. Zamanla desenler ve kendi arşivimden fotoğraflar da bu malzemelere eklendi. Fotoğrafları videoya, videoları yeniden fotoğrafa dönüştürdüğüm işler ürettim. Sergilendiği ülkeye göre değişkenlik gösteren enstalasyonlar yaptım; bunlara ‘Changing Installation’ diyorum. Örneğin 2004’te, Güney Kore’de, Seul Total Museum’daki sergimde bu yaklaşımı açıkça görmek mümkün. Tüm bu işler birbirine kenetlenerek bugünkü minimal dile zemin hazırladı. Bir önceki sergim ‘SES’te sesli heykeller ve enstalasyonlar üzerinden minimal sanatla ilişki kurdum. “Less is more” fikri, sanat hayatımın başından beri beni cezbediyor. Anlatıyı sadeleştirerek izleyiciye daha berrak bir görsel alan açmak istiyorum.

Serginin merkezindeki berber lambaları çok güçlü bir sembol olarak duruyor. Bu hazır nesneyi seçmenizin arkasında nasıl bir hikâye vardı?
Berber lambaları, uluslararası gücü olan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde var olan nesnelerdir. Müziğin hipnotik gücünü berber lambalarının dönüşünde görmek mümkündür. Aslında çeşitlemenin beni ilgilendiren noktası, içindeki imkânları çeşitlemesi ve sabit renkleri döndürme hareketidir. Minimal düşünceyi varsayarsak, hazır bir nesneden yola çıkıp çeşitlemeler üretmek benim için çok önemli. Bu nesnelerin bir şeyi temsil etmesinden çok, doğrudan görünür olmalarıyla ilgileniyorum.
Sergiyi gezerken Berk İçli’nin müziği mekânı sarıyor. Bu iş birliği nasıl gelişti?
Sergide kullandığım müzik, besteci Terry Riley’in 1969 yılında bestelediği ‘A Rainbow in curved air’ adlı eserinden yola çıkarak oluştu. Berk İçli ile görüştüğümde, onun besteciyi tanıması ile birlikte, sergiye adapte edilebilecek bir loop yaratıldı. Minimal müziğin en ses getiren isimlerinden birisi; tıpkı John Cage, Steve Reich ve Philip Glass gibi. Zaten kendisi de manyetik bantları tekrar sararak yepyeni bir teknolojiyi 1950’lerde başlatmış birisidir. Onlardan ilham alarak müzik efektleri yaratıyor. Kullandığım bu parça, Pop dünyası tarafından çok sevildi ve hipnotik bir etkisi olduğu söylendi. Bu beni ‘Ambienté’ sergisinde ses ve müziği eşit olarak kullanmama teşvik etti.

Malzemenin sizin için çok önemli olduğunu söylüyorsunuz. Sonsuz çeşitlilikte malzeme arasından, sanatsal yaratıcılığınızı en çok kızıştıran, sizi en çok heyecanlandıran malzemeler hangileri?
Ne tatlı bir soru; daha doğrusu önemli bir soru. Aslında kullandığım bütün malzemeleri belirtmiştim ama şöyle söyleyebilirim. Form malzemeyi kışkırtır, malzeme de formu. Bu karşılıklı ilişki, yaratım sürecinin tam kalbinde duruyor. Uyum arayışı bazen bir Rubik’s Cube ile saatler geçirmek gibidir; sürekli denersiniz, bozarsınız ve yeniden kurarsınız.

Sergilerinizde yeni işlerinizle birlikte eski işlerinizden parçalar da görüyoruz. Eski ile yeniyi yan yana getirirken nasıl bir köprü kuruyorsunuz?
Genel olarak sergilerimde, yeni bir çalışmamın yanında eski eserlerime de yer veriyorum. İzleyicinin ‘viewer’, o gelgit halini daha iyi algıladığını düşünüyorum. Anılar ve tarih, eski işleri taşırken; coğrafya, yani eserin sergilendiği şehir ve mekân, yeni eseri yaşadığımız bugüne getiriyor. Mesela bir yazarın bir konferans verdiği zaman hem eski kitabından pasajlar okuyup hem de yeni kitabını anlatması gibi… Zaman katmanları iç içe geçiyor.
AMBIENTÉ’den sonra zihniniz şu sıralar hangi projeyle meşgul?
Benim için üretim hiçbir zaman kesintiye uğramıyor ve sürekli çalışıyorum. İlerideki projem bir müze sergisi ve buna eşlik edecek bir kitap projesi olabilir.