Kitapları kırktan fazla dile çevrilmiş ünlü Amerikalı yazar, şair, senarist Paul Auster’in aynı adlı kısa roman dizisinden Igor Mendjisky’nin uyarlayarak yönettiği ‘New York Üçlemesi’ Fransa’nın en önemli sanat merkezlerinden Théâtre de la Ville Paris’nin de ortak yapımcısı olduğu En Votre Compagnie topluluğu tarafından, orijinal oyuncu kadrosuyla festivalin kapanış oyunu olarak sahnelendi. Aralarla birlikte dört saat süren, Auster’ı okurken hissedilen boşlukları, sessizlikleri ve satır aralarını izleyicinin yeniden keşfetmesini amaçlayan destansı yapıtın dramaturgisini Charlotte Farcet, set tasarımını Anne-Sophie Grac, ışık tasarımını Stéphane Deschamps, kostüm tasarımını Emmanuelle Thomas, ses tasarımını Foucault de Malet yapmış. Müziği Raphaël Charpentier bestelemiş. 2D animasyon yaratımı Cléo Sarrazin'in, video yaratımı Yannick Donet’nin.
1983 doğumlu Fransız oyuncu, yazar, yönetmen Igor Mendjisky, sahneleme anlayışında Peter Brook’un “boş alan” fikrini oyuncunun yaratıcılığıyla birleştiren, canlı kamera, animasyon ve görsel-işitsel araçlarla tiyatronun anlatım olanaklarını genişleten bir yaratıcı auteur-tiyatrocu.
2022’de, Paul Auster’a bir mektup yazarak, üç kısa romandan oluşan ‘New York Üçlemesi’nin tamamını sahneye taşımak istediğini, uyarlamasının niyetini, yöntemini ve ritmini anlatmış. Mektup, aslında eserlerinin uyarlanmasından pek memnun kalmamış Auster’in ilgisini çekmiş, neden özellikle üçlemeyi sahnelemek istediğini öğrenmek istemiş. Birkaç uzun yazışmanın ardından, serbest bir uyarlama için tam yetki veren Auster sadece prömiyerde bulunmak istediğini yazmış. 30 Nisan 2024’te 77 yaşındayken hayata veda eden yazar maalesef üçlemenin Kasım 2024’teki prömiyerine yetişememiş.
Sanatsal silahlarından biri labirentler yaratmak olan Paul Auster’in bu bağlamda en iyi örneği, ‘Cam Kent’, ‘Hayaletler’ ve ‘Kilitli Oda’dan oluşan New York Üçlemesi’dir. Kimlik ve hakikat arayışındaki dedektiflerle ikizlerini, yazarlarla hayaletlerini Brooklyn’le Manhattan arasında iç içe geçiren üç hikâye, kahramanların kimliklerinin parçalandığı, başkasına dönüşmenin bazen de kişinin kendi benliğini yeniden keşfetmeye yol açtığı olduğu bir dünyada geçer. Avusturya kökenli New York Brooklyn Yahudi’si Paul Auster’de kendi yansımasını bulan Polonya kökenli Fransız Yahudi Igor Mendjinsky, üçlemeyi insanlık halinin tüm temel temalarını, kimlik sorununu, yazmayı, yaratmayı, aşkı, kederi, yalnızlığı, dostluğu, başkalarını ararken kendini aramayı kapsayan varoluşsal bir metafizik arayış olarak sahneliyor. İlk iki bölümünün anlatımını, kendisinin canlandırdığı bir radyo sunucusuna emanet ederek üçlemenin iç içe geçmiş yapısına yeni bir katman ekliyor. ‘Uyumsuz Hikayeler’ programının sunucu anlatıcısı olarak meseleleri muzip bir zevkle karmaşıklaştırırken, çağcıl bir Virgilius gibi izleyicilere New York'un karanlık ve geniş ormanlarında rehberlik ediyor.
Üçlemede başlı başına bir karakter olan New York, loş arka planda tipik bir kırmızı tuğla bina olarak beliriyor. Birkaç sokak lambası, metal merdivenler, karakterlerin sürekli hareketi, anlatının labirentvari doğasını çağrıştırırken gösteriye nüfuz eden kara film atmosferini vurguluyor. Yağan yağmur, şehir ışıkları, New York binalarının gölgeleri, pencerelere yansıyan gece ışıkları, asansör platformu, bilinmeyen bir şeye bağlanan ve görünüp kaybolmaları düzenleyen kapılar, insanların geçtiği, kaçtığı ve birbirini kovaladığı koridorlar gerçek dışılığı daha belirginleştiriyor.

‘Cam Kent’ yalnız yaşayan, takma isimle popüler polisiye romanlar yazan Daniel Quinn’in, (Thibault Perrenoud) romanlarında yarattığı dedektif Max Work’la hayali sohbeti sırasında rahatsız edici şekilde çalan telefonla başlıyor. Rahatsız edici geçmişe sahip üniversite profesörü öz babası Peter Stillman (Parice Chereau’nun fetiş oyuncusu Pascal Greggory) tarafından öldürülmekten koktuğunu iddia eden Peter Stillman (yine Pascal Greggory) adında bir adam onu Paul Auster (Gabriel Dufay) adlı bir dedektifle karıştırıyor. Kendini gizemli bir yanlış anlamanın ortasında bulan Quinn, soruşturmayı yürütmek için dedektifliğe soyunarak, Müfettiş Colombo'ya şaşırtıcı derecede benzeyen hayali arkadaşı Work (Lahcen Razzougui) ile birlikte izleyiciyi mantığın çöktüğü, ancak daha da gizemli hale getirdiği bir labirente sürüklüyor. Soho'nun yangın merdivenlerinde ya da şehrin alt kesimlerindeki metroların kasvetli platformlarında beton duvarlarla, kilitli kapılarla ve kimliklerinin gizemiyle karşılaşıyor. Zaten kafa karıştırıcı olan öyküde, suları daha da bulanıklaştırmak istercesine oğul Peter’in karısı Virginia Stillman'ı iki ayrı oyuncu, Ophélia Kolb ve Rafaela Jirkowsky canlandırıyor.

“Hiçbir şey gerçek değildir, şans dışında” özdeyişinin bir leitmotif gibi tekrarlandığı ikinci bölüm ‘Hayaletler’de polisiye öğesi tekrarlansa da burada kişilerin artık isimleri yoktur ve sadece renklerle karakterize ediliyorlar. Dedektif Beyaz (T. Perrenoud), Dedektif Mavi’yi (Félicien Juttner) Paul Auster'a benzeyen ve masasından neredeyse hiç ayrılmayan Siyah (G. Dufay) adlı bir adamı takip etmekle görevlendiriyor. Bu görev için kendisine tahsis edilen dairenin penceresinden karşı dairedeki günlerini yazarak geçiren Siyah’ı yıllarca kimi, ne için gözetlediğini bilmeden izleyen Mavi delirmeye başlıyor. Ta ki karşı binadaki daireye gizlice girip Siyah’ın da kendisini izlemek için tutulmuş bir dedektif olduğunu anlayana dek…
‘Kilitli Oda’da önceki bölümlerdeki karakterler yeniden ortaya çıkarak dönüşüyor. Thibault Perrenoud ile Lahcen Razzougui bütünün parçası olduklarını göstermek istercesine sessizce mekânı ziyaret ediyorlar, Igor Mendjinsky anlatıcılığı bırakarak pek de ölmemiş bir adamın vasiyetinin uygulayıcısı olarak oyunun başkişisi Ben’i canlandırıyor. Genç adam kendini, gizemli bir şekilde ortadan kaybolan çocukluk arkadaşı Fanshawe'in (G. Dufay) yayınlanmamış eserlerinin koruyucusu olarak buluyor. Ben yazarın yerine geçiyor, el yazmalarını yayınlıyor, karısıyla (O. Kolb) evleniyor, çocuğunu evlat ediniyor ve giderek kendi hayatını kayıp adamın hayatına dönüştürüyor. Bir dönüşüm daha: yazarın eserlerinin yayıncısını ilk bölümün sözde suikastçısını oynayan Pascal Greggory canlandırıyor.
Performans ilerledikçe, en baştaki anlaşılmazlık daha da artıyor. Bazen, hikâyeden hikâyeye, farklı karakterler benzer jestler ve aynı davranışlar sergiliyor, aynı kadın karakterini iki ayrı oyuncu canlandırıyor, tek bir aktör hem babayı hem oğlu oynuyor, baba ile oğul daha sonra aynı isimle ama farklı kimlikle yeniden karşımıza çıkıyor. Her bölümde öncekilerle görünüşte ilgisiz yeni bir hikâyeyle karşılaşan izleyici, Paul Auster ve Igor Mendjisky’nin parçalarından imgeyi bir araya getirdiği metafizik bir gerilimin suç ortağına dönüşüyor.
Anlaşılmazlık ve gerilim giderek coşkuya dönüşüyor ve seyirci büyük bir keyifle kendini labirentte yoldan çıkmanın hazzına bırakıyor.
Tarihi Kuveloğlu Hanı’nda
‘Çerkes Rıdvan’ın Dolabı’

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde tarihi konularda yazdığı fıkra, roman, hikâye ve incelemeleri ile tanınan tarihçi, renkli tarih yazarı Reşad Ekrem Koçu (1905-1975) Aşk Yolunda İstanbul’da Neler Olmuş adlı kitabında, eski meddah defterlerinde bulduğu dört meddah hikâyesi anlatır. “Bir kahvehanede veya bir konakta, sinema ve tiyatronun, gazetenin ve dolayısıyla tefrika yazılarının bulunmadığı devirde birkaç gece boyunca anlatacak meddahlara basit bir not şeklinde kaydedilmiş”, sürprizlerle dolu bu hikâyeleri, defterlerden aktardığı, eskinin ‘one-man show’ yıldızlarının çalışma tekniklerine dair ilginç notlarla zenginleştirir.
Bu hikâyelerden biri olan ‘Çerkes Rıdvan’ın Dolabı’, Yemenici Güzeli Esnaf Mustafa ile Boğaz kıyısında yalıda yaşayan asil ve güzel İncili Hanım’ın masum aşk öyküsünü anlatır. Yalıda yaşayan, efendisinin gözdesi, özgürlük hayalleri kuran gösterişli köle Çerkes Rıdvan duruma el koyar, masumlar zindana atılır, itibarlar yerle bir olur, aşk bozulur...
Lara Lakay’ın proje tasarımını Yağmur Dolkun ve Tülin Özen’le birlikte yaptığı uyarlamada ‘Çerkes Rıdvan’ın Dolabı’, İstanbul’un merkezinde, Haliç Metro istasyonuna yürüyerek birkaç dakikalık mesafedeki Tarihi Kuveloğlu Hanı’nda canlı müzik eşliğinde yeniden doğuyor; 17. yüzyıl başı İstanbul’unu gündelik yaşamı, eğlence kültürü, toplumsal dinamikleri hayata dönüyor. Hanın avluları, geçitleri, balkonları anlatının taşıyıcılarına dönüşüyor, Cem Zeynel Kılıç’ın canlı müzikle desteklenen meddah anlatısı, izleyiciyi yaşayan bir hatıra albümünün sayfaları arasında gezdiriyor.