•Bazı ilişkiler gürültüyle kopmaz; zamanla sessizliğe çekilir, bekler, olgunlaşır. Sonra bir gün uygun rüzgâr çıktığında yeniden filizlenir. Türkiye–İsrail ilişkisi tam da böyle bir ilişki: Bağlantısı kopmayan, sadece yorulan; gücünü kaybetmeyen, sadece saklayan. Bugün bize düşen, yüksek perdeden konuşmak değil, iki ülkenin bir gün yeniden oturacağı masanın ayağını sağlamlaştırmak. •O köprü hazır olduğunda, realpolitik zaten üzerinden yürür. Çünkü bazı ilişkiler yeniden başlamak için gürültüye değil, doğru anda atılan küçük ama kararlı bir adıma ihtiyaç duyar. O an yaklaşıyor. Hazırlığını yapan kazanacak. MEHMET ÖĞÜTÇÜ – www.yetkinreport.com
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler belki de modern tarihin en sert dönemlerinden birinden geçiyor. Gazze’deki insani felaket, İsrail’in Suriye’de giderek sertleşen askeri stratejisi, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’la kurduğu Türkiye karşıtı blok, ABD’deki bazı Yahudi lobi gruplarının Ankara’ya yönelik artan baskıları…Bunların üzerine Türkiye’nin Hamas’ı “ulusal direniş” olarak konumlandırması, 9 milyar dolarlık ticaretin kısıtlanması ve zaman zaman İran’la örtüşen söylemleri eklenince, ilişkilerin siyasi olarak neredeyse donma noktasına geldiğini görüyoruz.
Fakat tüm bunlara rağmen şu temel gerçek değişmiş değil: Türkiye ve İsrail birbirini tanıyan, bilen ve kaçınılmaz biçimde birbiri ile teması koparamayan iki ülke. Türkiye, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman çoğunluklu ülkeydi. On yıllar boyunca savunma, istihbarat, teknoloji, tarım ve bölgesel kriz yönetimi alanlarında benzersiz bir işbirliği geliştirildi. İspanya Engizisyonu’ndan ve Nazi zulmünden kaçan Yahudilere Türkiye’de açılan kapılar, bu ilişkinin hafızasında önemli bir yer tutuyor. En sert kriz anlarında bile, bu ilişki mimarisi hiçbir zaman tamamen çökmedi. Savunma, istihbarat ve ticaret ilişkileri nadiren kesintiye uğradı.
Elbette ki devletler arası ilişkiler sadece stratejik menfaatler üzerinden yürümüyor. Liderlerin kimyası, kişisel bakışları ve zaman zaman duygusal refleksleri de denklemi etkiliyor. Erdoğan–Netanyahu hattındaki şahsi husumet bugün ilişkilerin sertleşmesinde önemli bir faktörlerden birisi. Ama buna rağmen daha derinde değişmeyen bir gerçek var: Türkiye–İsrail ilişkileri, kişilerin ötesinde realpolitik yapısal derinliğe sahip.
Realpolitik’in kuralı basit: Kopan bağlar, stratejik çıkarlar gerektirdiğinde yeniden örülür, yaralar sarılır. Tüm olumsuz konjonktüre rağmen bugün de aynı doğrultuda ilerliyoruz çünkü bölgenin en güçlü ve dirençli iki ülkesi ya çatışacak ya beraber çalışacak. Asıl soru artık “normalleşme olur mu?” değil; Ankara ve Tel Aviv bu kaçınılmaz normalleşme için temeli bugünden atabiliyor mu?
…
Bazı ilişkiler gürültüyle kopmaz; zamanla sessizliğe çekilir, bekler, olgunlaşır. Sonra bir gün uygun rüzgâr çıktığında yeniden filizlenir. Türkiye–İsrail ilişkisi tam da böyle bir ilişki: Bağlantısı kopmayan, sadece yorulan; gücünü kaybetmeyen, sadece saklayan. Bugün bize düşen, yüksek perdeden konuşmak değil, iki ülkenin bir gün yeniden oturacağı masanın ayağını sağlamlaştırmak.
O köprü hazır olduğunda, realpolitik zaten üzerinden yürür. Çünkü bazı ilişkiler yeniden başlamak için gürültüye değil,
doğru anda atılan küçük ama kararlı bir adıma ihtiyaç duyar. O an yaklaşıyor. Hazırlığını yapan kazanacak.
Tamamı : https://yetkinreport.com/2025/12/07/turkiye-israil-iliskileri-kalici-bir-kopusu-kaldirabilir-mi/
Israel Hayom gazetesi analisti Eleanor Kaufman'a göre, Herzog, gerginliği azaltacak ve ülkenin ihtiyaç duyduğu iyileşmeye katkı sağlayacak bir çözüm için çalışabilir.
Kaufman, Herzog'un siyasi hayattan çekilme, 7 Ekim felaketini araştıracak bir hükümet soruşturma komisyonu kurulması veya tartışmalı hukuk ve medya reformu yasa tasarılarının gündemden çekilmesi gibi koşullarla bir "şartlı af" çıkarabileceğini belirtti.
Herzog’un, Başsavcılık, kendi ofisi ve Netanyahu'nun temsilcilerini müzakereye çağırarak açıklayıcı sorular sorabileceğine işaret eden Kaufman, "Cumhurbaşkanı, Netanyahu'dan pişmanlık ifadesi talep edebilir veya savcılıktan tavizler kopararak tarafları uzlaşmaya yönlendirebilir." ifadelerini kullandı.
Öte yandan İsrail devlet televizyonu KAN'ın haberinde, Cumhurbaşkanlığı Ofisinin, af çıkarmanın koşulsuz olmayacağını düşündüğü ve Herzog'un, af verilmesi durumunda Netanyahu'nun görevinden sınırlı süreliğine de olsa istifa etmesini ve tartışmalı yargı reformlarını durdurmasını istemeyi planladığı belirtildi.
İsrail Başbakanı Netanyahu'ya yakın kaynaklar ise Netanyahu'nun siyasi hayattan çekilmesinin söz konusu olmadığını açıkladı.
Kanal 14 televizyonunun dünkü haberinde, "Cumhurbaşkanı Herzog, Netanyahu'nun af talebini, suçunu kabul etme veya siyasi hayattan çekilme taahhüdü olmadan kabul etmeye meyilli görünüyor. Herzog, talepte yapılacak değişikliklerin, suçunu kabul etmek anlamına gelmeyecek şekilde olmasını isteyecek." ifadelerine yer verildi.
Cumhurbaşkanı Herzog'un nihai kararına kadar süreç birkaç hafta, hatta en az iki ay sürebilir.
İsrail CB'ı Herzog;
- Trump'ın mektupla talepte bulunmasına
- Netanyahu'nun resmen af edilmesini talep etmesine, rağmen, Netanyahu'nun affedilip, affedilmeyeceği konusunda, İsrail yargısının kararlarına bakacağını yineledi..
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1997350040503718072
İlk günlerden itibaren İsrail, yarışmayı devlet propagandası ve imajı için kullanıyor. Barışın gündemde olduğu günlerde İsrailli bir Arap ve Yahudi şarkıcının (İsrail’i 2009’da temsil eden Yahudi şarkıcı Noa bugün İsrail’i soykırımla suçluyor) “There must be another way” şarkısıyla sevgi mesajı vermesi, İsrail’in ilk kurulduğu günlerde ise “vaadedilmiş topraklar” mesajının şarkılarla iletilmesi özel bir kampanyanın sonucu.
Fakat özellikle 2024 ve 2025 yarışmaları İsrail için çok kritikti. İsrail, 2024’te 7 Ekim saldırısını anlatan bir şarkıyla katıldı, sözler siyasi olduğu için EBU’nun uyarısıyla değiştirildi, İsrail’i temsil eden Eden Golan “Hurricane” (Kasırga) şarkısıyla oldukça politik bir mesaj verdi. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım İrlanda, Hollanda ve Yunanistan başta olmak üzere birçok ülkeyi temsil eden sanatçının İsrail’e karşı mesaj vermesine vesile oldu, birçok ülke sahneye Filistin’i temsil eden renkler, motiflerle çıktı ve sosyal medyada açıkça İsrail’i eleştirdi.
Buna rağmen İsrail 2024’te halk oylamasında en çok oyu alan ikinci, 2025’te ise 7 Ekim saldırısından sağ kurtulan bir şarkıcının performansıyla halk oylamasında en çok oyu alan ülke oldu. Jüri oylamaları nedeniyle daha geriye düşen İsrail’in yuhalamalara, tepkilere ve gösterilere rağmen böylesine yüksek oy alması hem tepki hem şüphe çekti. Birçok Eurovision hayranı ve bu konularda araştırma yapan gazeteci İsrail’in özellikle İsrail karşıtı ülkelerde yüksek oy almasının sebebinin yürütülen sahte SMS furyasına ve İsrail devlet organlarınca yapılan agresif sosyal medya trol kampanyasına olduğunu söyledi.
İsrail’in Eurovision’a verdiği öneminin kanıtı da bu. İsrail bütün devlet organlarıyla, hatta belki de istihbarat örgütleriyle bu yarışmaya hazırlanıyor, özellikle halk oylamasını etkilemek amacıyla özel olarak çalışıyor. Medya organlarıyla kendilerini eleştiren diğer yarışmacıları yıpratıyor, sosyal medyada “Hamas teröristi” olarak hedef gösteriyor, bakanlar, vekiller, Cumhurbaşkanı başbakanlarıyla tamamen yarışmaya odaklanıyor.
Zira İsrail, Avrupa halkları ve ülkeleri temsil eden sanatçılar nezdinde olumsuz bir algıya sahip olduğunun farkında ve Eurovision’da elde edilen sonuçların düzenlenen her seçimde İsrail karşıtı, Filistin destekçisi partilerin yaşadığı oy artışını telafi edeceğini düşünüyor, en azından Gazze’deki soykırıma yönelik Batı elitlerinin desteğini meşrulaştırmak için bir araç olarak görüyor.
Tamamı : https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/israil-eurovisionun-cenazesini-nasil-kaldirdi-225503/
2022’deki seçimlerde Netanyahu sağ blok kurarak yeniden iktidarı ele alınca, Smotrich ve Ben-Gvir ikilisi bir kez daha kabineye girmekte zorlanmadı. Zaten % 11 oyla üçüncü parti konumunda olan Smotrich ve Ben-Gvir’in temsil ettiği çizgi için zor olmayacaktı bu netice. İsrail siyasetinde Siyonizm’in dinî kanadının aldığı en yüksek oy oranı olan bu seviye, Smotrich’e de Maliye Bakanlığı gibi kritik bir mevki kazandırdı. İsrail’deki sistemin işleyişi açısından bilhassa önemli olan bu bakanlığı ve Filistin topraklarındaki politikaların koordinasyonu görevini de üstlenen Smotrich, Batı Şeria ve diğer bölgelerdeki yerleşimleri daha da arttırıp işgali derinleştirmek için kullanmaya yöneldi.
Gelinen noktada hem Ben-Gvir hem de Smotrich, İsrail siyasetinde son yıllarda hızla yükselen bir güvenlik paranoyasına yatırım yaparak, etkili bir siyaset izlemeyi başardılar. Farklı arka planlardan gelmekle birlikte, temsil ettikleri nispeten küçük partileri, Knesset’e girmede başvurulan %3,25’lik baraj sayesinde son derece kritik bir şekilde konumlandırmayı başardılar. İsrail iç politikasının parçalı yapısı ve koalisyonların zorunu olması, Netanyahu gibi milliyetçi ve muhafazakâr kanatlar arasında siyaset yaparak 30 senedir en tepede yer alabilmiş bir ismin de kendi koltuğunu korumak uğruna bu tür partilere ihtiyacını daha acil hale getirdi.
Tamamı : https://ekopolitik.org.tr/israil-siyasetinin-yukselen-iki-asiri-sag-ikonu-ben-gvir-ve-smotrich/
Öte yandan ekonomik ve lojistik bilanço da İsrail için sürdürülebilirliğin sınırlarını zorlamıştır. İran’ın ucuz maliyetli füzelerine karşı İsrail’in milyon dolarlık önleyici füzeler kullanması, yönetilmesi imkansız bir maliyet asimetrisi ortaya çıkarmıştır. Teknoloji sektörü ve enerji ihracatının durma noktasına gelmesi, askeri zafer söylemlerini ekonomik gerçeklikle gölgelemektedir.
İsrail iç siyasetinde savaş sonrası dönemde, ulusal birlik yerine derinleşen bir kurumsal kriz doğurmuştur. Netanyahu hükümetinin iki yılı aşkın süredir mahkemelerden kaçınması ve bağımsız soruşturma komisyonunu reddetmesi, güvenlik bürokrasisi ile siyasi iradeyi karşı karşıya getirmiştir. Şin Bet ve Mossad’ın sızdırılan raporları, siyasi hedeflerin askeri gerçeklikten kopuk olduğunu ifşa ederken, toplumdaki güven duygusu erozyona uğramıştır. İsrail’in stratejik kayıpları askeri sahayla sınırlı kalmamış, devletin kuruluş felsefesini oluşturan “güvenli liman” anlatısı da onarılması güç bir yara almıştır. Haredi toplumunun askerlik yapmak istememesi, askerliğin yükünü toplumun diğer kesimlerinin omuzlarına yüklemiş ve bu durum da İsrail’de ayrılıkları derinleştirir hale gelmiştir. Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan sahalarında İran’a karşı yapılan hamlelerin yanı sıra Gazze’de yürütülen uzun süreli askeri harekatın oluşturduğu ağır insani tablo, uluslararası kamuoyunda İsrail’in meşruiyet zeminini aşındırırken, küresel ölçekte antisemitizm vakalarında ve İsrail karşıtı eylemlerde keskin bir artışı tetiklemiştir. Bu diplomatik ve toplumsal izolasyon, içeride İran füzelerinin getirdiği güvenlik kaygılarıyla birleştiğinde, İsrail’in demografik istikrarını tehdit eden bir tersine göç dalgasını harekete geçirmiştir. Kuruluş amacı dünyadaki Yahudiler için en güvenli sığınağı inşa etmek olan bir devletin, vatandaşlarını hem bölgesel savaş riski hem de küresel dışlanma baskısı altında tutması, sahadaki taktik kazanımları anlamsız kılan, devletin ontolojik güvenliğine yönelik derin bir stratejik hasar olarak kayıtlara geçmiştir.
Sonuç olarak Haziran 2025 savaşı, İsrail için askeri bir gövde gösterisi olsa da stratejik anlamda sonuçları kısıtlı kalmıştır. İsrail, İran’ın altyapısına zarar vermiş ancak karşısında artık nükleer motivasyonu artmış, iç güvenlik sorunlarını normal zamana göre çok daha sert bir şekilde bastırmaya başlamış, yine normal zamanda gösteremeyeceği esneklikleri gösterme fırsatı bularak halkı büyük ölçüde konsolide etmiş ve sürpriz saldırı şokunu atlatmış bir düşman ortaya çıkarmıştır. Başka bir deyişle İsrail, taktik manada başarılar elde etmiş olsa da bu taktik kazanımları birer stratejik kazanıma dönüştürdüğü söylenemez.
Tamamı : https://kriterdergi.com/dosya-ortadogu/12-gunluk-catismanin-israil-icin-sonuclari
İsrail'de, "ordu-siyaset gerilimi" daha da arttı..
Genelkurmay başkanı Zamir; " 7 Ekim'deki başarısızlıklar tek başına ordu tarafından üstlenilemez, işin o noktaya gelmesinde; siyasi-askeri karar alma süreçlerini, başarısız istihbarat uyarılarını ve Hamas'ın saldırı planının neden tam olarak analiz edilmediğini veya uygulamaya konulmadığını araştırmak üzere bir devlet komisyonu kurulmalıdır.."
"Tıpkı Yom Kippur baskının bağımsız kurullarca araştırılması gibi"
"Ordu kendi araştırmalarını yapmış ve buna bağlı adımları da atmıştır.. Ancak meselenin tüm devlet kademelerini ilgilendiren boyutları var.. Ordunun üzerine yıkılamaz.."

https://x.com/AdelinaSfishta/status/1996938271604039720
Ne barış, ne de adaletli çözüm...
"Filistin Devleti kuruluncaya kadar, HAMAS silah bırakmayacak.."
Hamas'ın Gazze'deki üst düzey liderliğinin beş üyesinden biri olan Halil el-Hayya..
"Gazze'de konuşlandırılacak Uluslararası İstikrar Gücü sadece, İsrail ile Gazze arasındaki sınırda konuşlanabilir, HAMAS'ın silah ve cephanesine el atamaz, bu gücü Gazze içine sokmayız.. İsrail'in işgali nedeniyle silahlarımız var.
Benzer düşünceler, HAMAS'ın yurtdışındaki siyasi lideri ve aynı zamanda grubun yürütme kurulu üyesi Halid Meşal tarafından da dile getirildi. İstanbul'da konuşan Meşal, Hamas'ın "her türlü vesayet veya yetkiyi" reddettiğini ve Filistinlilerin "kaderlerine yalnızca kendilerinin karar vereceğini" savundu. Hamas'ın silahlarının "direniş projesi"ni oluşturduğunu ve "halkımızın kendini savunma hakkı" olduğunu söyledi.
HAMAS'ın bu açıklamaları, genel anlamda, Katar ve Türkiye tarafından da paylaşılıyor..

https://x.com/AdelinaSfishta/status/1997622612856279324
Tarihçi olduğu söylenen bu zat, hiç sıkılmadan yalan söylüyor. Diyor ki; “İsrail’de bir şehir meydanında Atatürk heykeli var” ve heykelin kaidesinde “Yahudi halkı sana minnettardır” yazıyor
Her şeyden önce bahsedilen eser bir heykel değil, bir büsttür
“Yahudi şehirlerinden birinin meydanı” diye tarif ettiği yer İsrail’in güneyindeki Beersheba (Berşeva) kenti.
Atatürk büstü, Beersheba kent meydanına, İsrail nezdindeki Büyükelçiliğim döneminde Hükümetimizin de onayıyla ilgili İsrail makamları nezdinde geçekleştirdiğimiz girişimler neticesinde konulmuştur. Büst, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yaptırılmış ve Türk Deniz Kuvvetleri’nce İsrail’e getirilmiştir.
Kısacası bahsi geçen büst, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ve diplomatik bir girişimi sonucu Beersheba kentine yerleştirilmiştir.
Kaidesinde “Yahudi halkı sana minnettardır” yazdığı iddiası da tamamen düzmecedir
Büstün hiçbir yerinde böyle bir ifade bulunmamaktadır. Burada paylaştığım fotoğrafta da görebileceğiniz üzere büstün altında, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” sözü yazıyor
Tabii, videoda konuşan zatın, belli ki Atatürk’ün dünyaya mal olmuş bu sözünden de ciddi bir rahatsızlığı var
İsrail’de ayrıca, Arkadaş Derneği tarafından yaptırılıp Yehud şehrine konulmuş başka bir Atatürk büstü daha var
Uzmanlığı meşkuk zat, bu büstten bahsetmek istiyor desek, orada da böyle bir ifade geçmiyor
Atatürk’ü yalan yanlış bilgilerle karalamaya çalışmak beyhude bir çabadır. Zira, O yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın belleğinde silinmez izler bırakmış emsalsiz bir liderdir.

https://x.com/NamikTan/status/1996566351184318548
İlginç bir başka Yahudi mezarlığı da Prag’da. Vitava Nehri’nin çamurundan 16. yüzyılda bir Golem yarattığı iddia edilen haham Loew bu tarihi mezarlıkta yatıyor. Efsanelerde ruhu olmayan, düşük zekâlı, genelde kilden veya topraktan oluşturulan varlığa Golem deniyor. Loew, bu Golem’i Prag Gettosu’nda yaşayan Yahudileri anti semitizmden, kan iftiralarından ve sık sık tekrarlanan pogromlardan korumak için hayata geçirmişti. İnsanlar onun bir büyücü tarafından yaratılmış olduğuna inanıyordu. Efendisine belli bir süre hizmet eder. Haham Loew onu yarattıktan bir süre sonra Golem çıldırıp her şeyi yıkmaya ve insanlara zarar vermeye başlayınca alnındaki tüm harfleri silmişler ve onu parçalara ayırmışlar. Bu parçaları Prag’daki Eski-Yeni sinagogunun altına, kapısı mühürlü bir odaya gizledikleri söyleniyor. Sinagogun temellerine karıştırılmış olduğunu anlatanlar da var.
Tamamı : https://www.cumhuriyet.com.tr/pazar-yazilari/camurdan-golem-yaratan-haham-2459172
Osmanlı'dan günümüze 34., Cumhuriyet döneminin 4. Hahambaşısı Rav David Sevi,
3 Aralık 2025 Çarşamba günü, Beyoğlu Neve Şalom Sinagogu'nda yapılan is'ad töreni (ibranice hahtara: taç giyme) ile görevine başladı.
Törenine nazik daveti nedeniyle Sn. Hahambaşına teşekkür ederim.

https://x.com/NArslantas_Prof/status/1996624586461626839
Siyon Bilgelerinin Protokolleri anti-semitiktir, çünkü Yahudileri savaşların, devrimlerin, krizlerin ardındaki görünmez, kozmik ve değişmez kötülüğün kolektif faili olarak tasvir eder; onlara insanlık-dışı, ezelî bir “fesat ruhu” atfeder. Aynı metin bir komplo teorisidir, çünkü bütün tarihsel olayları toplumsal koşullardan koparıp tek bir gizli merkezin, kusursuz işleyen bir planının ürünü gibi yeniden kurgular; tarihi bütünüyle bu hayalî kurulun kararlarına indirger.
Tamamı : https://daktilo1984.com/daktilo2/islamciligin-komplo-teorisi-i-avrupa-anti-semitizmi/
Sonuçta Ortaçağ Hıristiyan tahayyülünde Yahudi İsa – Tanrı’yı öldüren, Şeytan’la, Deccal’le ve düşmanla işbirliği yapan, İsa’ya nefretini dizginleyemediği için Hristiyan çocukları kaçırıp onları katleden, kutsal ekmeği çalıp, işkence eden, masum Hristiyanları borç batağına sokan çok katmanlı, çok yüzlü bir figür olarak kurgulandı. Tekil bir söylenti veya tek bir metinden değil bahis: vaazdan efsaneye, hukuktan günlük dedikoduya uzanan geniş bir söylem alanında tekrar tekrar kurgulanan bir iç düşman figürü olarak; yalnızca farklı bir dinin mensubu olarak değil, Hıristiyan dünyanın sürekli teyakkuzda olmasını gerektiren bir tehdit, potansiyel bir felaket kaynağı olarak.
Bu acımasız önyargılar ve fantastik suçlamalar yalnızca söylem düzeyinde kalmadı; yüzyıllar boyunca yer yer zorla vaftizlerin, mallara el koymanın, büyük sürgünlerin ve kitlesel katliamların, bahanesi oldu. Bir çocuğun ritüel cinayete kurban gittiği söylentisi, ya da kuyuların Yahudiler tarafından zehirlendiği şüphesi, çoğu zaman bir kentin Yahudi mahallesine yönelen linç dalgasını meşrulaştırmaya yetti. Batı Avrupa’da krallar ve şehir yönetimleri bu nefret birikimini ustalıkla kullandı: borçlarını ödememek, kasalarını doldurmak ya da iç gerilimleri yatıştırmakta Yahudileri günah keçisi olarak kullandılar ve en uç halde sürgün fermanları verdiler. Ortaçağ’ın son yüzyılları İngiltere’den Fransa’ya, İspanya’dan çeşitli Alman kentlerine uzanan geniş bir coğrafyada büyük Yahudi sürgünlerine ve tekrarlanan katliam dalgalarına şahitlik etti. İşte bu süreçte Batı Avrupa’da Yahudi nüfus giderek seyrelirken, Orta ve Doğu Avrupa’da şehirler Yahudi yerleşiminin ağırlık merkezleri haline dönüştü.
Tamamı : https://daktilo1984.com/daktilo2/islamciligin-komplo-teorisi-ii-anti-semitizmin-modern-oncesi-hali/