“A Ğ A T A K I L A N L A R”

•Ancak iki yıl önce 7 Ekim gecesi Harvard Üniversitesi´ndeki otuzu aşkın “Filistin Dayanışma Grubu” tarafından imzalanan bildiri beni hâlâ şoke ediyor. Bildiride şöyle deniyordu: “Aşağıda imzası bulunan öğrenci örgütleri olarak tüm şiddet olaylarından tamamen İsrail rejimini sorumlu tutuyoruz.” Halbuki daha birkaç saat önce Hamas İsrail´de yaklaşık 1200 erkek, kadın, çocuk, asker ve yaşlıyı ayrım gözetmeksizin öldürmüş, 250´den fazla kişiyi kaçırmıştı. Hamas yanlısı protestocular bütün suçu İsrail´in üzerine atıp örgütün cinayet, cinsel istismar ve kaçırma eylemlerini görmezden geliyor. Hamas´ın temsil ettiği ve lanetlenmesi gereken LGBTQ+ karşıtı, antidemokratik, antisemit ve kadınları ezen İslamcı ideolojiyi yok sayıyorlar. Silahlı mücadeleye alternatif olarak İsrail´le iki devletli çözüm oluşturmak için Hamas´a mensup olmayan ılımlı Filistinlilerin geçmişten bugüne bulunduğu girişimleri görmezden geliyorlar. Tüm bunları yapmakla bence şu mesajı vermiş oluyorlar: Bizi tetikleyen şey İsrail´in eylemleri değil varlığı. Bu yüzden Hamas´a yönelik herhangi bir eleştiride bulunmadan önce evvela İsrail´i ortadan kaldırma projesi gerçekleşmeli. Thomas L. Friedman - GazeteOksijen

İzak BARON Diğer
26 Kasım 2025 Çarşamba
  • Bu Haftanın “Takılanlar”ı

 

  • İSRAİL’DE ALARMLAR ÇALIYOR. ÇARE? (2) – İSAK DUENYAS

Ekonomistlerin mektubu ise sadece bunlarla yetinmiyor ve eğitimin yanı sıra sosyal adalet için gereken reformlardan da bahsediyor:

1-Ülke çapında kapsamlı bir eğitim reformu. Modern işgücüne entegrasyon için gerekli becerileri sağlamayan ve temel dersleri öğretmeyen okullara tüm kamu desteği hemen kesilmelidir. Aynı şekilde, çalışmamayı teşvik eden mali yardımlar ve yüksek doğum oranlarını özendiren devlet destekleri aşamalı olarak kaldırılmalıdır.

2-Güvenlik yükünün adil dağıtımı. Mevcut yedek askerlik hizmet yükü ekonomi ve toplum için ağır sonuçlar doğuruyor. Askerlik çağındaki tüm Haredilerin orduya katılması gerekir.

3-Yönetim sistemi ve anayasal reformu. Liberal haklar ve demokratik değerler güvence altına alınmalıdır. Aksi halde, gelecekte hakların kısıtlanacağına dair korku, ülkeyi çöküş sarmalına sürükleyebilir. Yeni toplumsal düzen, tüm kesimler arasında karşılıklı saygıyı sağlamalı ve her bireyin kendi değerleri ve inançlarıyla uyumlu bir yaşam sürmesine imkân vermelidir.

Ben David, bu araştırmaları yapmakla kalmamış. 2024 yazında bütün liderlere, aralarındaki uyuşmazlıkların üzerine çıkıp gelen tehlikeyi ve ona  karşı tedbir almaları gerektiğini anlatmayı görev edinmiş. Knesset’e davet edilmiş ve iki değişik komisyonda bu araştırmanın sonuçlarını ve bekleyen tehlikeleri milletvekillerine sunmuş. Dinlemişler. Akabinde başbakan ve bakanlarla da görüşüp onlara da anlatmayı talep etmiş. “Bir tek Milli eğitim Bakanı Kisch bizimle konuşmayı kabul etti ve o da sadece kendisi konuştu. Dinlemedi” diyor.

Günümüz koalisyonunun büyük bir kısmı bu sorunu yaratan Haredilerin temsilcileri. Ülkenin bugün içinde bulunduğu sorunları bilenler hükümetin ve koalisyon milletvekillerinin neden bu tehlikeyi görmezden gelmek istediklerini çok iyi anlarlar.

Sağ ve sol partilerden tüm muhalefet liderlerine de durumu açıklamış. Naftali Bennet, Yair Lapid, Yair Golan, Benny Ganz, Gadi Eisenkot. Cumhurbaşkanı Herzog. Onlar da dinlemişler ve söylenen her şeyi kabul etmişler”. Zaten biz de böyle düşünüyoruz” demişler. Ben David “Sorun onları bir araya getirmekte” diyor.

Tamamı : https://www.turkisrael.org.il/single-post/i-srail-de-alarmlar-%C3%A7al%C4%B1yor-%C3%A7are-2

 

  • NETANYAHU’NUN UZUN GÖLGESİ: İSRAİL SİYASETİ NASIL RADİKALLEŞTİ? - DOÇ. DR. TUĞÇE ERSOY CEYLAN 

İsrail, son yıllarda derin bir siyasal dönüşümden geçiyor. V-Dem Endeksi’ne göre İsrail artık liberal bir demokrasi olarak sınıflandırılmıyor. İsrail siyasi sistemi 50 yıl sonra ilk kez seçimli demokrasi seviyesine düşmüş durumda. Görece teknik görünen bu sınıflandırma düşüşü aslında hayati bir soruyu akıllara getiriyor: İsrail siyaseti nereye gidiyor?

İsrail siyasetinde belirgin bir şekilde liberalizmden uzaklaşma ve iktidarların siyasal yelpazenin sağa kayması gözlemlenmekte. Bu sürecin tohumları 1990’ların sonunda atılmaya başlandı. İsrail siyasetinin 1990’lardan 2025’e uzanan hattı ülkenin kurumsal liberal çerçevesinin daraldığı, sağ blok içinde aşırı sağın belirleyici aktör haline geldiği ve güvenlik söyleminin toplumsal kimliğe dönüştüğü bir radikalleşme sürecine işaret ediyor. Binyamin Netanyahu ise bu dönüşümün tartışmasız merkez figürü. Netanyahu’yu sadece bu radikalleşmenin içinden yükselen bir lider olarak görmemek gerekir onun aynı zamanda bu süreci hızlandıran, şekillendiren ve kalıcılaştıran bir siyasal mimar olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.

Bu teolojik ittifaka dayanarak kurulan yeni sağ mimari, 7 Ekim’de yaşanan saldırıyı bir travmadan öte mevcut radikalleşme hattını hızlandıran bir ilahi doğrulanma olarak okudu ve İsrail siyasetinin geri dönüşü zor biçimde sertleşmesine zemin hazırladı. Netanyahu’nun kriz yönetimindeki başarısızlığı toplumda öfke yaratsa da güvenlikte sertlik beklentisi radikal aktörleri güçlendirdi. Barış sürecine dönüş fikri, kamusal alanda geniş karşılık bulamaz hale geldi.

Netanyahu, İsrail’in güvenlik odaklı siyasetinin içinden yükselen bir liderdi fakat iktidarda kalma stratejileri sayesinde bu eğilimleri keskinleştirdi, hızlandırdı ve geri döndürülmesi zor bir yapıya dönüştürdü. 1996’dan 2025’e İsrail siyasetindeki radikalleşmenin tek bir siyasi aktörün eseri olduğunu söylemek doğru olmaz. Ancak Netanyahu’nun rolünün bu süreci bir istisnadan çok yeni bir norm haline getiren temel katalizör olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir.

Tamamı : https://www.aa.com.tr/tr/analiz/netanyahu-nun-uzun-golgesi-israil-siyaseti-nasil-radikallesti/3747781

 

  • BM GAZZE KARARI FİLİSTİN’İN YARARINA MI? – KEMAL ÖZTÜRK

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) kabul edilen 2903 numaralı Gazze kararına bakarak ne İsrail ne de Filistin tarafı zafer cümleleri kurabilir.

Bu karara dayanarak kimse rahat ve huzur içinde hayatını sürdüremez aynı zamanda. Zira belirsizlikler, değişkenliğe müsait yapılar ve başka yere çekilebilecek tanımlamalarla dolu bir karar.

İsrail’e 70 bin insanı öldüren silahları veren ve siyasî koruma sağlayan ABD ise bu anlaşmanın garantörü ve uygulayıcısı. Kuzuların başına bekçi olarak kurt atanmış sanki.

Ancak İsrail, Gazze’nin tamamını işgal etme, Filistinlileri sürme ve keyfine göre insan öldürme lüksünü de kaybediyor bu anlaşma gereği.

İsrailli bir yetkili, “Günde 150 bin Filistinliyi öldürme imkânımız vardı, onu kaybettik.” diye hayıflanıyor. Gerçekten 70 bin değil de 700 bin Filistinliyi öldürseydi İsrail, kim durduracaktı onları?

Bu açıdan baktığımızda dünyanın en acımasız ve zalim ordularına karşı Gazze’de var olabilmek ve o topraklara sahip çıkabilmek başlı başına bir zaferdir.

Gazze’nin tapusu, Gazze’de yaşayan her ferdin kendisidir. Orayı terk etmedikleri sürece Filistin toprakları Filistinlilerindir.

Anlaşma, İsrail’in tüm askerî eziciliğine ve tahribatına rağmen Gazze’yi Filistinlilere bırakıyor. İsrail geri çekilecek mecburen. Fakat ne zaman olacak, nasıl olacak o kısmı belirsiz.

Gazze’nin yönetiminde en büyük söz sahibi olan Barış Kurulu’nda ABD Başkanı Trump ve Tony Blair olacak. Ne kadar adil olabileceklerini tahmin edebiliriz. Fakat o kurula Katar’ın ve Türkiye’nin de dâhil olması bekleniyor.

Uluslararası İstikrar Gücü ise İsrail’in Gazze’de hiç istemediği bir askerî güçtü. Kabul edildi ama İsrail ve Mısır devletleriyle istişare edilerek o güç oluşturulacak. Türk askerini Gazze’ye sokmamak için ellerinden geleni yapacaklardır. Fakat yine de herhangi bir Müslüman ülkenin askerleri Gazze’de İsrail askerlerinin zulmüne göz yummayacaktır herhalde.

Tamamı : https://kemalozturk.com.tr/blog/bm-gazze-karari-filistinin-yararina-mi/

 

  • AHLAKİ KORKAKLIK SALGINI - THOMAS L. FRİEDMAN

İsrail’in Hamas’a karşı misilleme/intikam harekatında binlerce Filistinli sivili öldürmesini protesto eden sol, sağ ve merkez siyasete bağlı kişilere büyük saygım var. Böyle protestolar ahlakınızın yerinde olduğunu gösteriyor.

Ancak iki yıl önce 7 Ekim gecesi Harvard Üniversitesi’ndeki otuzu aşkın “Filistin Dayanışma Grubu” tarafından imzalanan bildiri beni hâlâ şoke ediyor. Bildiride şöyle deniyordu: “Aşağıda imzası bulunan öğrenci örgütleri olarak tüm şiddet olaylarından tamamen İsrail rejimini sorumlu tutuyoruz.” Halbuki daha birkaç saat önce Hamas İsrail’de yaklaşık 1200 erkek, kadın, çocuk, asker ve yaşlıyı ayrım gözetmeksizin öldürmüş, 250’den fazla kişiyi kaçırmıştı. Hamas yanlısı protestocular bütün suçu İsrail’in üzerine atıp örgütün cinayet, cinsel istismar ve kaçırma eylemlerini görmezden geliyor. Hamas’ın temsil ettiği ve lanetlenmesi gereken LGBTQ+ karşıtı, antidemokratik, antisemit ve kadınları ezen İslamcı ideolojiyi yok sayıyorlar. Silahlı mücadeleye alternatif olarak İsrail’le iki devletli çözüm oluşturmak için Hamas’a mensup olmayan ılımlı Filistinlilerin geçmişten bugüne bulunduğu girişimleri görmezden geliyorlar. Tüm bunları yapmakla bence şu mesajı vermiş oluyorlar: Bizi tetikleyen şey İsrail’in eylemleri değil varlığı. Bu yüzden Hamas’a yönelik herhangi bir eleştiride bulunmadan önce evvela İsrail’i ortadan kaldırma projesi gerçekleşmeli.

Ne yazık ki çok sayıda İsrailli ve diaspora Yahudisi de benzer bir körlük içinde. İsrailli Haaretz gazetesi son zamanlarda hemen her gün aşağıdaki gibi haberler yapıyor:

“7 Ekim saldırıları ve ardından İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesi, işgal altındaki Batı Şeria’da yerleşimcilerin şiddet eylemlerinin de fitilini ateşledi. İki yıl içinde İsrail güçleri Gazze’de 68 binden fazla Filistinliyi öldürürken Batı Şeria’da da bini aşkın Filistinli öldürüldü. Yerleşimciler için hızla yeni sınır karakolları inşa edildi ve Filistinli sakinlerin tamamı yerlerinden edildi. Çoğu zaman İsrail ordusu da bu sürece katkıda bulundu. İsrail yanlısı sağın bu gerçeği inkar etmek için ortak bir kampanya yürüttüğü görülüyor.”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve 18 yıllık görev süresi boyunca ona Washington’da destek veren İsrail yanlısı lobi grubu AIPAC gibi yoldaşları, Hamas militanlarından ziyade İsrail ve Yahudi halkının uzun vadedeki güvenliğini zayıflatmak için uğraşıyor.

Neden böyle söylüyorum? Çünkü İsrail’in güvenliğinin en önemli üç sacayağının yıkılmasına göz yumdular, hatta yardım ettiler. Bunlardan ilki İsrail’in ulusal birliği. Netanyahu bile bile ülkeyi birleştirerek değil bölerek yönetme derdinde. İkincisi, İsrail’in demokratik değerlere ve yargı bağımsızlığına olan süregelen bağlılığı. Üçüncüsü ise yıllar içinde iniş çıkışlar gösterse de savaşın insani ahlaka uygun biçimde sürdürülmesi.

Tamamı : https://gazeteoksijen.com/yazarlar/thomas-l-friedman/ahlaki-korkaklik-salgini-257386

 

  • DÜNYA KAMUOYUNUN ANTİ-İSRAİL TUTUMU DEĞİŞİR Mİ? – RALF ARDİTTİ

Beş ay kadar önce kaleme aldığım “İsrail Parya Olabilir mi?” yazıma cevaben “zaten parya” diyen okurlarımın sevinçleri erkene benziyor. Bir yanda henüz başarısı kanıtlanmamış Mamdani ve birçok kurumun İsrail boykotu varken, öte yanda şu gelişmeleri da göz ardı etmeyelim:

1)      Yeruşalayim’e sempati ile sarılan Arjantin Cumhurbaşkanı Javier Milei kısmi parlamento seçimlerinde büyük zafer kazandı. Güney Amerika’nın bir diğer ülkesi, Bolivya’nın 2009’da İsrail ile ilişkileri dondurmasının aksine yakınlarda seçilen cumhurbaşkanı Rodrigo Paz yeniden tanımaya hazırlanıyor.

2)      Kazakistan’ın İbrahim Mutabaklarını imzalama kararına Asya’da başka ülkelerin de katılması bekleniyor.

3)      Afrika’da uzun zamandır ilk kez bir başkent, Zambia’da Lusaka, bir İsrail cumhurbaşkanını ağırladı. Görüşmeler sonucunda İsrail’in tarım teknolojilerinin transferi öngörülüyor.

4)      Yatırım ve finans alanında da gelişmeler İsrail açısından heyecan verici: Tel Aviv borsası yılbaşından bu yana %100’den fazla yükseldi, Şekel/USD kuru da tarihin en yüksek düzeyine yakınlaştı.   

Gazze’nin bıraktığı nefret dalgasının kısa bir sürede azalması veya değişmesi beklenmiyor fakat olumlu ve olumsuz hareketler birlikte ilerleyecektir. Önümüzdeki aylar ve yıllarda dünyanın İsrail ilişkileri itibariyle, diaspora Yahudilerinin sıkıntıları da sevinçleri de karmaşıktır. Bazı ülke ve kurumların uzaklaşma ve boykot çağrıları kadar başkalarının yakınlaşma, öğrenme, yatırım yapma ve davet mesajları umut ifade ediyor.

Tamamı : https://www.turkisrael.org.il/single-post/d%C3%BCnya-kamuoyunun-anti-i-srail-tutumu-de%C4%9Fi%C5%9Fir-mi

 

  • İSRAİL’DE İRAN YAHUDİLERİ – ALİ ŞAHİN

İsrail’deki İran Yahudileri, tarihsel kökenleri, kültürel mirası ve diaspora deneyimleri ile hem İsrail hem de İran toplumlarıyla ilişkili, özgün ve çok katmanlı bir topluluk kimliği yansıtmaktadır. 1948 sonrası ve özellikle 1979 İran İslam Devrimi sonrasında gerçekleşen kitlesel göçler, topluluğun İsrail’e entegrasyon sürecinde önemli sosyo-ekonomik ve kültürel zorluklara yol açmış; göçmenlerin eğitim, mesleki beceri ve ekonomik sermaye açısından eksiklikleri, ilk kuşak için uyum süreçlerini güçleştirmiştir. Bununla birlikte, ikinci ve üçüncü kuşak İran kökenli Yahudiler, eğitim, siyaset, ekonomi, kültür ve sanat gibi alanlarda kayda değer bir görünürlük elde ederek İsrail toplumunda etkin bir konum kazanmış, bu başarılarıyla hem ulusal yapıya katkıda bulunmuş hem de İranlı kimliğini sürdürme kapasitesini göstermiştir.

Topluluğun siyasal tutumları, güvenlik kaygıları, milliyetçi eğilimler ve İran geçmişinden taşınan deneyimlerin etkisiyle şekillenmekte; özellikle Mizrahi kimlikleri ve İranlı kökenleri, sağ ve merkez-sağ partilere, özellikle de Likud’a olan eğilimlerini açıklamaktadır. Aynı zamanda, genç ve eğitimli kuşaklarda daha liberal ve merkez partilere yönelim gözlenmekte, bu durum topluluk içinde heterojen bir siyasal profil ortaya koymaktadır. Kültürel alanda ise İran Yahudileri, sinagoglar, dernekler ve vakıflar aracılığıyla Fars dili, gelenekleri ve bayramlarını yaşatmakta, toplumsal dayanışmayı güçlendirmekte ve diaspora kimliğinin sürekliliğini temin etmektedir.

İran Yahudilerinin İsrail’deki konumu, transnasyonel aidiyetleri ve diaspora kimlikleri bağlamında ayrıca kriz dönemlerinde belirginleşmektedir. Özellikle İran-İsrail gerilimlerinin yoğunlaştığı dönemlerde topluluk, hem İsrail devletinin güvenlik kaygılarını gözetmekte hem de İran’daki akrabaları ve kültürel bağları üzerinden empatik bir duyarlılık sergilemektedir. Bu ikili konum, topluluğun kimliksel ikilemlerini ortaya koymakta ve onların hem ulusal hem de kültürel kimliklerini aynı anda sürdürebilen bir diaspora örneği olarak değerlendirilmesini mümkün kılmaktadır.

Sonuç olarak, İsrail’deki İran Yahudileri, ulusal vatandaşlık bilincini benimserken İranlılık kültürel mirasını da koruyan sosyal, siyasal ve kültürel katkılarıyla İsrail toplumunda etkin bir yer edinmiş, özgün bir diaspora topluluğu olarak varlıklarını sürdürmektedir. Bu topluluk, hem entegre olmuş bir İsrailli grup hem de köklü etnik ve kültürel mirasını aktaran bir topluluk olarak diasporik kimliğin çok boyutlu bir örneğini temsil etmektedir.

Tamamı : https://www.turkiyearastirmalari.org/2025/11/20/yayinlar/analiz/israilde-iran-yahudileri/

 

  • TOKAT’TA 1930’LARDAN GÜNÜMÜZE UZANAN BİR İZ: ESKİ SİNAGOGDAN OKUL SALONUNA YOLCULUK

Hasan Erdem’in paylaştığı bilgilere göre Tokat’taki Musevi cemaatinin tarihsel varlığı, özellikle 19. yüzyılda belirgin bir ağırlığa sahipti. Ancak 20. yüzyılın başlarından itibaren nüfusun azalmasıyla sinagog kullanılmaz hâle geldi. Bu durum, yalnızca tek bir yapının hikâyesi değil; aynı zamanda Tokat’ın sosyokültürel yapısındaki dönüşümün de bir göstergesi.

 

Sosyal medyada büyük etkileşim alan fotoğraf, Tokat Orta Mektep öğrencilerinin beden eğitimi dersinden bir anı yansıtıyor. Öğrencilerin sıralandığı alanın, bugün Sulusokak’ta yer alan Halk Eğitim Merkezi binasının bulunduğu nokta olduğu ifade ediliyor. Fakat fotoğrafı değerli yapan asıl unsur, arka planda yükselen tarihi yapı…

Görselde yer alan ve bir dönem Tokat’ın sinagogu olarak hizmet veren bu yapı, zaman içinde kentteki Musevi nüfusun azalmasıyla işlev değiştirmiş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan toplumsal dönüşümün bir sonucu olarak da Orta Mektep Salonu hâline getirilmiş.

Tamamı : https://www.tokathaber.com.tr/tokatta-1930lardan-gunumuze-uzanan-bir-iz-eski-sinagogdan-okul-salonuna-yolculuk

 

  • İSTANBUL’UN YARALI HAFIZASI: SİNAGOG SALDIRILARININ 22. YILI - ANTRANİK BAKIRCIOĞLU

2003 yılındaki sinagog saldırılarında hayatını kaybedenlerin çoğunun hikâyesi geniş kitlelere ulaşmadı; bazıları yalnızca bir isim, bir yaş, bir fotoğraf olarak kayıtlara geçti. Ama her birinin arkasında ailesi, anıları, günlük alışkanlıkları, küçük mutlulukları ve kimseye anlatılmamış hikâyeleri vardı. O gün İstanbul’da ölen insanlar, farklı inançlara, farklı kimliklere ve farklı yaşam öykülerine sahipti; ancak hepsi sıradan bir sabahın içinde, başka birinin şiddet kararıyla aynı trajedinin parçası oldular. 

Tamamı : https://www.agos.com.tr/tr/yazi/36336/istanbulun-yarali-hafizasi-sinagog-saldirilarinin-22-yili

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün