Rebetiko'nun unutulmuş kadınlarına saygı duruşu…

Rebetiko, göçün, sürgünün, tutkunun ve hayatta kalma mücadelesinin müziği… Tatavla´nın çok sesli sokaklarında büyüyen Lidya Durmazgüler, tarihsel bir mirasın peşine düşerek Rebetiko´nun kadın seslerini yeniden gün ışığına çıkardı. Sanatçının hayat verdiği ´Women of Rebetiko´ projesi, yalnızca bir sahne performansı değil, ortak bir belleğin, çok sesli bir coğrafyanın ve direncin dile gelişi… Projenin çıkış hikâyesini, hazırlık sürecini ve sahnede taşıdığı duygusal yükü Durmazgüler´le konuştuk.

Tuna SAYLAĞ Söyleşi
26 Kasım 2025 Çarşamba

‘Women of Rebetiko’ projesi, müzisyen ve araştırmacı Lidya Durmazgüler’in disiplinlerarası incelemelerinden doğdu. Proje, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrası ortaya çıkan toplumsal kırılmalar ve göçün şekillendirdiği Rebetiko müziğinin kadın seslerine odaklanıyor. 1920-1960 yılları arasında yaşanan sürgün ve direnişe dair temaları barındıran repertuar, İstanbul, İzmir, Selanik ve Pire'de yaşamış kadın yorumcularının izini sürüyor. 

1922’deki mübadele sonrasında, Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Rum müzisyenler, bu müziği limanlarda, taverna ve kahvehanelerde yeniden yorumladı. Ötekileştirilenlerin, tutunamayanların sesi olarak doğan Rebetiko, göçün acısını, özlemi, aşkı, yoksulluğu ve aynı zamanda yaşam direncini anlatan bir türdür. Bu yönüyle sıkça ‘Yunan blues’u olarak da anılır.

Projenizin çıkış motivasyonu neydi?

Sessiz bırakılmış kadın seslerini merkeze almak. Rebetiko’nun tarihini yalnızca erkeklerin hikâyesi gibi anlatan geleneğe karşı, eksik bırakılmış alanı tamamlamak istedim. İmroz’da, İstanbul’da, Tatavla’nın çok sesli sokaklarında büyüyen hafızam, bu ihtiyacı yıllardır fısıldıyordu.

Rebetiko’yu, bugünün dinleyicisine nasıl anlatırsınız?

Rebetiko, göçün ve yoksulluğun sert yüzüyle; aşkın ve dayanışmanın inceliğini aynı anda taşıyan bir müzik. Doğu makamlarıyla Batı armonilerinin kesiştiği bir eşiğe kuruludur. Dinleyen, kaçınılmaz bir biçimde kendi hikâyesinden bir parça bulur.

Repertuvarda hangi kadınlar ve hangi dönemler öne çıkıyor?

1920’lerden 1960’lara uzanan bir seçki; Marika Papagika, Roza Eskenazi, Stella Haskil, Sotiria Bellou ve Marika Ninou gibi isimlerin sesi ve hikâyeleri sahnede. Her parça, ait olduğu hayat kırıntısıyla birlikte anlatılıyor.

Roza Eskenazi ve Stella Haskil üzerine biraz konuşsak…

Rosa Eskenazi ve Stella Haskil benim için sadece Rebetiko’nun büyük kadın yorumcuları değil, aynı zamanda yaşam gücüyle ilham veren iki insan. İkisi de Sefarad Yahudi’siydi ve o kimliğin taşıdığı çok katmanlı belleği müziklerine öyle incelikle yansıttılar ki, her notasında hem göçün hem direnişin hem de yaşam sevincinin izlerini duymak mümkün.

Rosa Eskenazi, İstanbul’un çok dilli atmosferinde büyümüş bir kadındı; Yunanca, Türkçe, Ladino ve Arapça şarkılar söyleyerek bu coğrafyanın birlikte yaşama kültürünü müziğine taşıdı. Onun neşeli, cilveli sesi bana hep o dönemin sıcak, çok sesli İstanbul’unu hatırlatıyor. Fakat o neşenin ardında büyük bir irade var: Rosa, II. Dünya Savaşı sırasında kendi halkını korumak için zekâsını ve yüreğini kullanmış, olağanüstü cesur bir kadındı. Hayata hep neşeyle ama aynı zamanda bilinçle bakan biriydi, ki bu ikilik beni çok etkiliyor.

Stella Haskil (Sarah Skenazi) ise bambaşka bir ruha sahipti. Kırılgan ve içe dönük kişiliğiyle, sanki dünyanın tüm acılarını bilip, yine de umutla söyleyen bir ses gibiydi. Hayatı boyunca hastalık, yoksulluk ve toplumsal baskılarla mücadele etti ama müziğini her zaman zarafet ve bilgelikle icra etti. O da savaş döneminde büyük bir insanlık örneği göstererek çevresindekileri korumak için elinden geleni yaptı.

Ben bu iki kadında, müziğin ötesine geçen bir insanlık hali görüyorum: hem iyi kalpli hem zeki hem de inatla üretmeye devam eden insanlar. Tatavlalı Ermeni bir kadın olarak onların hikâyelerinde kendimi buluyorum; çünkü aynı denizin kıyısında, farklı dillerde ama benzer duygularla şekillenmişiz. Repertuarıma Rosa ve Stella’yı dâhil etmek, benim için sadece bir müzikal tercih değil; geçmişin çok sesli kadın hafızasına bugünden bir selam göndermek, onların direncini, zekâsını ve insan sıcaklığını yaşatmak anlamına geliyor.

Sahnede kimlerle berabersiniz?

Buzuki’de Ali Baran Özcan, gitarda Kerim Arafa, vokal ve zilde de ben. Zaman zaman perküsyonda konuk müzisyenler eşlik ediyor. Kimyamız, ortak hafızadan beslenen bir anlatıcılar topluluğu olmamızdan geliyor.

Yakın dönemde sizi nerede dinleyebiliriz?

Programımızı sosyal medyadan duyuruyoruz. Kadıköy Yeldeğirmeni Sanat’ta 19 Aralık’ta sahnemiz olacak. Dinleyiciyi, müzikle birlikte belleğin izinde bir yolculuğa davet ediyoruz.

Projenizin bundan sonraki adımı nedir?

Sahne performanslarının yanı sıra, kadın Rebetiko sanatçılarının hikâyelerini toparlayan kalıcı bir arşiv ve yayınlar gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Radyo ve dijital içeriklerle bu hafızayı çoğaltmak, daha çok kişiye ulaştırmak en önemli önceliğimiz.

LİDYA DURMAZGÜLER KİMDİR?

Lidya Durmazgüler, 1990 yılında İstanbul’da doğdu. Anadolu’da yaşamış Ermeni kökenli bir ailenin çocuğu olarak, Kurtuluş’ta büyüdü. İstanbul’un kozmopolit yapısı, müzikal ve kültürel yolculuğunun temelini oluşturdu. İstanbul Üniversitesi’nde Rus Dili ve Edebiyatı okudu. Müzikle tanışması 11 yaşında, Sayat Nova Çocuk Korosu ile başladı. Daha sonra çeşitli kilise korolarında soprano partisyonları söyledi. Halen İstanbul’da yaşayan Durmazgüler, birçok dilde şarkılar seslendirmektedir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün