•Antisemitik marazın nüanslarla işi yok biliyoruz, ama farzedelim ki kişi İsrail hükümetinin Gazze politikasına karşı çıkıyor, bu konudaki eleştirilerini yapmak yerine neden vahşetin marjında çılgınlık peşinde koşan Hamasçılığın avukatı oluyor? Yahut Tel Aviv´de üretilen siyasetlere itiraz ederken neden Gazze´ye tahakküm eden zorbalığa da aynı şiddette bir çift laf haykırmıyor? Neden olacak, çünkü İsrail ordusundan bazı askerler savaş halinde kural ve hukuk ihlali yaptığında veya savaş suçu işlediğinde bunu İsrail´in yok edilmesi, çoluk çocuk tüm Yahudilerin imhası ya da etnik arındırma için gerekçe (bahane?) yapan karanlık bir dünya görüşü var ortada. Kenan Çamurcu – https://medyascope.tv/2025/11/15/muslumanligi-radikallestiren-filistin-davasi-2-kenan-camurcu/
İsrail ekonomisinin temel sorunlarından biri, sınırlı sayıda nitelikli iş gücünün ülkenin hemen hemen tüm yükünü kaldırmasıdır. Çalışmada, iş gücünün yaklaşık %20’sinin ülkenin gelir vergi yükünün %90’ını taşırken, toplam nüfusun yarısından fazlasının geliri en düşük vergi basamağına ulaşmadığı için gelir vergisi ödemedikleri açıklanıyor.
Kısacası, sınırlı sayıda yetenekli ve eğitimli yetişkin, ekonomi ve kamu hizmetlerini yükünün aslan payını yüklenmiş durumda. Haredi nüfusunun hızlı artışıyla birlikte (her 25 senede katlanarak) gelecekte çalışma çağındaki nüfusun yarısı ultra-Ortodoks olacak şekilde demografik yapının değişeceği öngörülmektedir. Bu durum, iş gücüne katılım ve vergi gelirleri üzerinde ciddi baskı oluşturacaktır.
İsrail yüksek teknoloji sektöründe ise toplam iş gücünün yaklaşık %10’u faaliyet göstermekte olup, bu sektör ülke GSYH’sinin %30’undan fazlasını ve ihracatın yarısını sağlamaktadır. Başka bir deyişle İsrail'in en önemli ekonomik motoru, sağlık sistemi ve ülkenin en önemli niteliği olan Ar Ge ve inovasyonu yapanlar nüfusun %3’ü, veya 287 bin kişi kadardır.
Toplam iş gücünün %10’u İsrail ekonomisini gelişmiş ülkeler seviyesinde tutabiliyor. Kobi Richter Emekli bir pilot ve birkaç çok başarılı yüksek teknolojiye dayalı şirket kurmuş bir iş adamıdır. Geçtiğimiz sene “Ekonomi de bizden sorulur güvenlik de” demesi çok eleştirmişti fakat rakamlar onun haklı olduğunu gösteriyor gibi.
Bu nereye kadar sürdürülebilir? Uzun süreçli bir sosyo-ekonomik planlama bu rakamı mümkün olduğu kadar korumak ver arttırmak için çalışmayı gerektirmez miydi? Ne yazık ki İsrail’de işler öyle yürümüyor.
“Kasım 2024’te yaptığı diğer bir çalışmada ben David 2023 Ocak’ta ilan edilen “Adalet reformu” ndan çalışmanın yapıldığı tarihe (ki buna 7 Ekim’den sonraki bir sene savaş dahil) kadar İsrail'e yeni gelenlerle İsrail’i terk edenlerin sayılarını araştırmış. Sonuç, bu iki tarih arasında ülkeyi terk edenlerle ülkeye yeni gelenler arasındaki fark 41,000 kişi. Bugün duyduğum bir radyo programında son iki senede 80,000 İsraillinin ülkeyi terk ettiği söylendi.
Gidenler kim? İsrail’deki basını takip edersek ve terk edenlerin bunu yapabilme gücü ve imkanları olduğunu var sayarsak bunların büyük bir kısmının biraz önce bahsettiğimiz %10 un bir kısmı olduğunu düşünebiliriz: Dünyanın her tarafta aranan doktor, akademisyen, mühendis girişimci, kısacası bu %10’un bir kısmı.
Politikacılar bu rakamları küçümsüyor, hatta bazıları bunları gerçek Yahudi değil veya vatan haini diyecek kadar horluyor. “Ülkeyi beğenmeyen gitsin. Biz bize yeteriz” diyorlar. Bağımsız araştırmacı Ben David ise “Eğer bu %10 un kritik bir kısmı ayrılmaya karar verirse, İsrail çöküş sarmalına girecektir.” diyor.
Tamamı :https://www.turkisrael.org.il/single-post/i-srail-de-alarmlar-%C3%A7al%C4%B1yor-1
İsrail'e dair kitaplar, romanlar, filmler, şarkılar ve anılar!
https://www.youtube.com/watch?v=JzcAXcpruPU&t=2s
https://www.youtube.com/watch?v=LeldFj0aP00&t=1s
İki ülke arasındaki ilişkilerin 1992'de normalleşmesinden bu yana karşılıklı faydalı hale geldiğini söyleyen Blarel, “(İsrail ile ilişkisi sayesinde) Hindistan, uzun zamandır çeşitli Batılı ortakların satmaya veya paylaşmaya isteksiz olduğu, teknolojik açıdan gelişmiş önemli silah sistemlerine erişim sağladı.” değerlendirmesinde bulundu.
Blarel, Hindistan’da Başbakan Narendra Modi hükümetinin İsrail ile bağlarını ve Başbakan Binyamin Netanyahu ile yakın ilişkilerini kamuoyuna duyurduğuna dikkati çekerek, Modi’nin 2017 yılında İsrail'i ziyaret eden ilk Hindistan Başbakanı olduğunu söyledi.
Blarel, İsrail’in ise Hindistan ile ilişkiler yoluyla dikkate değer bir Asyalı ortağa ve savunma ihracatı için önemli bir pazara sahip olmaktan kazanç sağladığı yorumunda bulundu.
Tamamı :https://www.aa.com.tr/tr/dunya/uzmanlar-hindistan-ile-israil-in-artan-isbirligini-tartisiyor/3745180
Lübnan’da artan İsrail saldırıları, yakın bir gelecekte çatışmanın genişleyip işgalin kalıcılaşabileceğini haber veriyor. İsrail’in mutlak ve kaba güce dayanan tek paradigması gerçekten kusursuz bir şekilde her cephede işleyebilir mi?
Sınırsız askeri ve diplomatik şiddetin soykırıma dahi olanak verdiği İsrail politikasının uzun vadede Tel Aviv başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Zira daha önce de aynı stratejiyi benimseyen İsrail yine aynı cephelerde savaştan savaşa savaşa koşuyordu. Kaldı ki tüm dokunulmazlığına rağmen İsrail iki yıllık savaş süresinde kendine belirlediği ‘Hamas’ı ve Hizbullah’ı bitirmek’ gibi hedeflerine henüz ulaşabilmiş değil. Müttefik devletlerinin soykırıma karşı timsah gözyaşları bir tarafa, İsrail’in dünya halkları gözündeki meşruiyeti çok ciddi bir düşüş yaşıyor.
Elbette uluslararası siyasette İsrail’in imajı ne kadar ciddi bir tepki ifade ediyor tartışılır. Ancak tüm gücüne rağmen hedeflerine ulaşamadığı bir gerçek. Lübnan’da da savaşın tırmanması İsrail lehine mevcut gerilimin çözümüne fayda sağlamak şöyle dursun kaçınılmaz olarak yeni açmazlar yaratacak. Zira ‘kas gücü’ her zaman her zaman belirleyici değildir. Bu sebeple şiddetini arttıracak bir savaş ihtimalini değerlendirirken beraberinde getireceği yeni çelişkileri hatırlamak faydalı olacaktır.
Tamamı : https://bianet.org/yazi/israil-gozunu-lubnana-dikti-savas-hic-bitmedi-313478
Kontrolsüz güç ve sınırsız hırs trajediye yol açar. İsrail, askeri başarısının bölgesel liderliğe dönüşmesini sağlayabilecek ortak amaç duygusunu inşa etme yolunda anlamlı adımlar atma konusunda kayda değer bir isteksizlik gösterdi. İsrailliler, 7 Ekim saldırısının travmasını hâlâ yaşıyor. İsrail halkının büyük çoğunluğu, ülkenin Gazze’deki savaş suçlarına yönelik uluslararası kınamayı reddediyor ve çoğu, kıtlık veya toplu sivil kayıplara dair haberlere inanmayı reddediyor. Netanyahu ise uluslararası eleştirilere yanıt vermek ve koalisyon ortaklarının nefret ettiği Filistin devleti planlarını yeniden canlandırmaktan çok, dar görüşlü aşırı sağ hükümetini korumakla ilgileniyor. Gazze ateşkesi yön değiştirmek için bir fırsat sunsa da, Batı Şeria’da devam eden çatışmalar, insani yardımların engellenmesi ve yerleşimcilerin artan şiddeti hayra alamet değil.
İsrail’in askeri gücüne dair abartılı bir bakış açısına sahip olması, durumu daha da kötüleştiriyor. Tüm cüretkâr saldırılarına ve açık hava üstünlüğüne rağmen İsrail, 55 yıl önce ele geçirdiği Filistin ve Suriye topraklarının ötesindeki toprakları işgal edip elinde tutabilecek bir orduya sahip değil. Uzaktan gerçekleştirdiği suikastlar ve bombalamalarla taktik hedeflerinin çoğunu ilerletebileceğini gösterse de stratejik hedeflerinden hiçbirini gerçekten başarabileceğini ortaya koyamadı: Hamas, Gazze’nin en güçlüsü olmaya devam ediyor, Hizbullah önemli kayıplar vermesine rağmen silahsızlanmayı reddediyor ve İran’a karşı 12 günlük büyük çaplı operasyon, ülkenin nükleer programını sona erdirmeyi veya İranlıları ayaklanmaya ve İslam Cumhuriyeti’ni devirmeye teşvik etmeyi başaramadı.
İsrail’in askeri hakimiyeti gerçek olsa da koşullara bağlı. İsrail, Gazze’ye yönelik savaşını ancak Amerikan mühimmat ikmaliyle sürdürebilirdi. ABD’nin 12 günlük savaşta ateşkes ilan etmesinden önce, İran füze saldırılarına karşı Demir Kubbe savunması tehlikeli derecede zayıflamıştı. İsrail’in son iki yıldır Washington’a yaptığı acil çağrılar, ülkenin ABD’ye ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koyuyor. Bölgesel güçler, uzatmalı çatışmadaki bu potansiyel zaafın farkında olmalı.
Tamamı : https://fikirturu.com/dunya/yeni-ortadogu-fantezisi/
Projenin, 1960’larda Harvard’da nesiller boyunca Yahudi hayatı ve kültürünü belgelemek üzere atanan Yahudi akademisyen Charles Berlin tarafından yürütüldüğü bildirildi.
Harvard kütüphanecileri, bölümün şu anda yaklaşık bir milyon arşiv öğesi tuttuğunu, bunların her birinin onlarca veya yüzlerce belge içerebileceğini, on binlerce saatlik ses ve video kaydı ile en az altı milyon görsel barındırdığını belirtti.
Gershon Baskin, kimilerine göre hâlâ liberal bir Siyonist, kimlerine göre bir kahraman. Günün sonunda, o, dünyanın geri kalanındaki sağduyulu herkes gibi, insanların öldürülmediği, tutsak alınmadığı ve eşit olduğu bir dünyada; iki devletin ortasındaki evinde huzurla ve suçlu hissetmeden oturmak istiyor. Orada bir evi olsun diye, yanı başındaki başka mahallelerin kana bulandığı, tarlaların yakılıp bombaların düştüğü evinde…

https://perspektif.eu/2025/11/14/israil-ile-hamas-arasinda-arabuluculuk-yapan-gershon-baskin-kimdir/
İsrail’i anlamak, yalnızca bir devletin politikalarını değil, antik çağlardan bugüne uzanan bir kültürel direncin doğasını kavramaktır. Antik Mısır, Asur, Hitit, Roma… o çağlardan kim kaldı ki? Bir halk, binlerce yılın yıkımı ve sürgünleri arasından geçip hâlâ aynı dili, hafızayı ve inancı taşıyorsa, bu artık yalnız tarih değil, insan bilincinin olgusu hâline gelir.
Bu süreklilik mucize değil, bedel ödenerek korunmuş bir hafızadır. O hafıza, hem dünyanın en kalıcı kimliklerinden birini hem de en derin korkularını üretmiştir. Çünkü hayatta kalmak, aynı zamanda eşi görülmemiş bir nefretin de muhatabı olmak anlamına gelmiştir. Yahudiler tarih boyunca yalnızca düşmanlarıyla değil, onları her seferinde umursamayan dünyanın kayıtsızlığıyla da mücadele etmiştir. İşte İsrail’in bugünkü varoluşu, bu uzun tarihsel zincirin devamıdır. Halkın kendine yönelik tehdit algısı, ve kendine yönelen nefretle baş ediş tarzı, yalnızca güncel siyasetle değil; hafızasının kesintisizliğinden gelen bir içgüdüyle ilgilidir.
İsraili tanımak ne bir aklama ne bir hoşgörüdür, bu bizlerin kronik bir soruna karşı histerik nöbetler geçirmeyi bir kenara bırakıp dünyayı daha iyi kavramamızla ilgilidir. Fakat bu yazı, İsrail’in bütününü anlamak için yeterli değildir. İsrail toplumu tek sesli değildir; dindar-seküler çatışmalar, Arap yurttaşlar, diaspora Yahudilerinin kimlik arayışlarıyla oldukça çok sesli ve karmaşıktır. Bu bağlamda İsrail’i anlamaya çalışmak, bir görüşü savunmak değil, bir karmaşayı dürüstçe kavramaya çalışarak bir farkındalık kazanmaktır.
Tamamı : https://gazetebilkent.com/politika/ozgursahin/korku-cografyasi/
🔴 Ortadoğu için savaş-barış projeksiyonum:
-Haziran 2025'te ABD-İsrail'in İran'a saldırısı istedikleri gibi sonuçlanmadı. Nükleer stok yerinde duruyor, füze üretim tesisleri çalışıyor vs. Bu yarım kalan işi bitirmek isteyecekler
-İran açısından bölgedeki nüfuz cepleri büyük yara aldı, sahada son 1,5 yıldır çok geriledi. Ama uygun bir konjonktürde yeniden hareketlendirebileceği networklere sahip bu coğrafyada. Bilhassa Irak, Lübnan, Yemen özelinde. Birkaç yıllık bir yeniden yapılandırma süreci öngörüyorum İran'ın bölgedeki nüfuz sahası için
-İran'ın balistik füze kapasitesi gerilemedi, hatta üzerine koyduğu bile söylenebilir. Nükleer faaliyetleri de aynı şekilde, büyük bir gerileme yok. İçerideki reorganizasyon süreci de dışarıdaki toparlanma da birkaç yılı bulacak gibi. İçeride başörtüsü ve aşırı baskı uygulamalarının gevşemesi de, mevcut kriz anında iç cepheyi tahkime yönelik daha ziyade, yoksa ideolojik bir geri çekiliş değil.
-İsrail ve ABD bu toparlanma sürecinin farkında, bu nedenle buna izin vermek istemiyorlar. Çok yakında İran'a yeni ve daha sert bir saldırı şaşırtıcı olmayacak. Haziran sonunda yapılan ateşkes kırılgandı ve savaşa yol açan etmenler olduğu yerde duruyor. İki taraftan gelen açıklamalar yeniden ateşi çağırıyor
-ABD bu amaçla bölgede İsrail'in etrafındaki yakın tehditleri bertaraf etmeye yöneldi öncelikle. Gazze ateşkesi kırılgan ama kısa da olsa yaşayacak, Hamas büyük oranda budandı. Hizbullah'ın silahlarını Lübnan devletine toplatamıyorlar, ama o da büyük yara aldı ve toparlanması birkaç yılı bulacak.
-ABD'nin bölge stratejisinde asıl kilit unsur Suriye'nin konumu. Şam üzerinden İran'ın Hizbullah ve Hamas'a erişimini 8 Aralık 2024'ten beri kestiler. Şimdi Suud ve Türkiye'nin yardımıyla, Şam'ı ABD-İsrail eksenine resmen dahil etme çabası var, Şara'nın ABD ziyaretinden somut bir şeyler çıkacak gibi (İsrail'le uzlaşı, YPG'nin uygun formülle sisteme entegrasyonu, IŞİD meselesini Şam'a havale etme, enerji sahalarına yatırım vs)
-Suriye tehdit olmaktan tümüyle çıkarsa (askeri kapasitesi İsrail tarafından yok edildi zaten, HTŞ içindeki radikal kanadı da Şara'ya tasfiye ettirecekler), İsrail'in hem kendi güvenliği hem Lübnan-Gazze açısından istediği olmuş olacak.
-Üstelik İran'a yapılacak saldırılarda Suriye hava sahası ve burada yakında inşa edilmesi olası ABD üsleri de kullanılacak. Golan ve civarındaki işgal edilen yerleri de tabii ki vermeyecek İsrail; Şam da bunu talep edebilecek durumda değil zaten.
-2003-2023 arası İran'ın bölgedeki hegemonya yıllarıydı, güç zehirlenmesi yaşadı ve bölgede herkesi kırıp hiçbir müttefik bırakmadı yanında. 2023 Ekim'den beri bu üstünlüğü bitirildi, şimdi İsrail'in anormal hegemonyası başladı iki senedir, ne kadar süreceğini göreceğiz.
-Suriye'de Türkiye ile İsrail'in karşı karşıya gelmesi olası, ama Ankara askerî olarak kuzeyde Hama'dan aşağı inemediği sürece bu ihtimal düşük görünüyor, yine de takip etmek gerekiyor bu dinamiği.
-Suriye'de bir YPG devleti ihtimali her geçen gün azalıyor, bugünkü Trump-Şara görüşmesine göre bu daha da düşebilir. Ancak belirli ölçüde özerklik mümkün görünüyor, Ankara ve Şam bunun ne düzeyde olacağının pazarlığı içinde bu sıralar ABD ile.
-Türkiye'de insanların analiz yaparken dahil etmeyi çok sevdiği Rusya-Çin ikilisi bu dengenin neresinde? Hiç bir yerinde. Rusya ve Çin bu aşamada İran'a stratejik savunma ve taarruz silahları ve hava savunma sistemleri, savaş uçakları satıyor. Ancak bölgede İsrail merkezli dizaynı bozmaya cesaret edemezler, İran saldırıya uğrarsa resmi siteden sertçe kınarlar vs. Bunun ötesinde somut bir güçleri, irade ve işlevleri yok ABD'ye karşı.
https://x.com/m_akifkoc/status/1987957456757305457
11 Kasım 1942 tarihinde, Varlık Vergisi adıyla çıkarılan yasayla binlerce Hıristiyan ve Musevi’nin hayatı, mülkü ve umudu elinden alındı. 83 yıl önce çıkarılan kanunu Agos’a değerlendiren tarihçi ve yazar Rıfat Bali, “İkinci sınıf vatandaş oldukları kanaatini perçinledi. Devletin yaptığı hatayı kabul edip özür dilemesi ve tazminde bulunması gerekir. Türkiye’de bu yapılmadı” dedi.
Ben Yehuda birçok yerde konuşmalar yapıyor ve İbranice kurslarının açılmasına ön ayak oluyor. Özellikle çocuklara yönelik İbranice dersleri vererek çocukların da daha sonra anne babalarına öğretmelerini sağlıyorlar. Bu seferberliğin sonucunda devlet kurulduğunda çocukların yüzde 90’ı İbranice biliyor durumdaydı. Bu sayı abartı da olabilirse de büyük oranda çoğu çocuğa İbranice öğretmeyi başarmışlardır. "Evde, Okulda ve her yerde İbranice konuşalım" diye sloganlar üretiyorlar. Yahudi İbranice Konuş... Bu kurslarda İsrail'in milli marşı Ha-tikva şarkı olarak okutuluyor ve kısa sürede çok beğenildiğinden yaygınlaşıyor ve daha sonra milli marş olarak kabul ediliyor.
1882’de okulda İbranice öğretmeye başlayan Ben Yehuda, kısa sürede başarılı oluyor. 1884’de İbranice dergi çıkarmaya başlıyor. İcat ettiği kelimeleri paylaşıyor. Bütün yoksulluklara rağmen… İlk icat ettiği kelime Gazete anlamına gelen İton. Birçok dilde Yed-i Tulani sahibi olduğundan birçok yeni kelimeyi üretiyor. שעון-מילון-עיתון 1889’da tüm müfredatı İbranice olan bir okul kuruluyor. 1890’da İbrani Dili Komitesini (Vaad halaşon) kuruyor ve daha sonra günümüzde dil akademisi olarak işlev görüyor. Avrupalıların açtığı okullardaki dilin İbranice olması için de mücadele ve protestolara başlıyor.
Ben Yehuda 1922’de ölüyor. İngiliz Manda Yönetimi, İbraniceyi resmi dil olarak kabul ediyor. Bundan sonra her şey daha da kolaylaşıyor. Manda yönetimi bölgenin üç dilli olmasını Arapça, İbranice ve İngilizce olmasını ön görüyor. 1918 yılında Kudüs İbrani Üniversite’sinin temelleri atılıyor. Bu okul da anadili İbranice olan ilk yüksek okul oluyor.

Tamamı : https://www.ilimvemedeniyet.com/yabanci-dil/eliezer-ben-yehuda-ve-ibranicenin-ozellikleri
M. Sarmış: Yahudilerin gidişine sebep olan olayı biliyor musunuz?
Ali Abamor: Çok iyi biliyorum.
M. Sarmış: Anlatır mısınız bize?
Ali Abamor: Şimdi efendim, bazı isimler karışacak, ben aile isimlerini veremem. Sene 1947. Ben ilkokulun ikinci sınıfındaydım. Benim sınıfımda da üç dört tane Yahudi kızı vardı.
M. Sarmış: Hangi okul?
Ali Abamor: Atatürk İlkokulu… Yıldız Meydanı'ndaydı o zaman; Ulu Cami'nin bitişiği; şimdi Vakıf dairesi olmuş. Olayın olduğu gecenin sabahı biz okula geldik; o Yahudi kızlar yok. Sorduk, dediler ki "Hacı Ahmet Ailesi yok oldu."
M. Sarmış: O Müslüman olduğu söylenen gencin ailesi.
Ali Abamor: Evet. Kendisi askerde. Babası, annesi, iki kardeşi, bir de komşularından olup o gece kendilerinde kalan yaşlı bir kadın. Beş veya altı kişi. Hepsini öldürmüşler. Devrisi gün Urfa'da bir tek Yahudi kalmadı, bir tek…
M. Sarmış: Sınıfınızdaki kızlar da…
Ali Abamor: Hepsi… Bir gecenin içinde boşalttılar Urfa'yı.
Semih Abamor: Demek ki daha önce hazırlık yapmışlar.
Ali Abamor: Bir şeyler dönmüş, ama neyse, ben daha fazla bir şey söylemeyeyim. Sonradan dediler ki İsrail'den gelenler öldürmüş. Suruç üzeri gelmişler. Müslüman oldukları için öldürmüşler.
M. Sarmış: Yani bütün aile mi Müslüman olmuş diyorsunuz?
Ali Abamor: Evet. Hepsini öldürmüşler. Bir tek askerde olan Hacı Ahmet kurtuldu. O da askerden geldikten sonra Urfa'dan evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Aşağı Çarşı'da manifaturacı dükkânı vardı. Ulu Cami'nin güneyinde Hacıbanların Hacıban Sokağındaki evini aldı, orada da oturdu. Sonra bir veraset davasından dolayı devlet orayı aldı, şimdi Mutfak Müzesi olmuş.
Şehrin isminin “ay” çift ekiyle Yeruşalayim yani “iki bütünü görecek” şeklinde okunması ise yine mistik ve ezoterist bakış açısından haber vermektedir. Yeruşalayim sözcüğündeki çift eki “ay” kısmı maneviyatın erken dönemlerinde her şeyi özü itibariyle Tanrı’da birleyen yaklaşımın şehrin isminde mündemiç olduğu inancından haber vermektedir. Bu inanış, tekin çift olarak tecellisi veya çiftin tekte toplanması şeklindeki antik çağdaki ezoterik düşüncenin etkisini yansıtmakta olup Yeruşalayim isminin madde ile manayı, lâhûtî/tanrısal ile nâsûtî/insani olanı kendinde bir araya getirerek temsil ettiği kanaatine dayanır. Şehrin isminin çift ekiyle okunması onu evrendeki tüm zıtlıkların bir arada toplandığı vahdet mührü olarak tasavvur etmiş, şehri zahir ve batın olanın sırlı bileşiği saymıştır. Çifti tekte toplayan özelliğinin bir uzantısı olarak Kudüs yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği kavşak nokta sayılmıştır.
Tamamı :https://www.fokusplus.com/odak/yahudilik-acisindan-kudusun-mistik-boyutlari
Shabbat🕊️Shalom!
The Elfrange synagogue in Damascus (photo from September 2025)
