•Hamas´ın silahlı kuvvetleri 7 Ekim 2023´te bir İsrail kasabasına yaptığı baskında 1.200 kişiyi öldürüp 250 kadarını da rehine aldı. Bundan sonra kıyamet koptu. Gazze´de yürek parçalayan bir büyük felaket yaşandı. Türkiye; iktidarıyla, muhalefetiyle, dindarları ve laikleriyle,başından sonuna kadar Gazellileri destekledi. Hamas mağlup oldu. Ateşkes anlaşması imzalandı. Büyük resim tamamen değişti. Terörsüz bir ülke inşa etmeye çalıştığımız bugünlerde hangi politikayı izlemek bizim için hayırlıdır? Gazzelileri, içinde bulunduğu feci durumdan kurtulmasına katkıda bulunmak mı, yoksa Hamas´ın İsrail´den intikam almasına imkân sağlamak mı? Tercihimiz birinci şık olmalıdır. Bunun için Türkiye, İsrail ile olan ilişkilerini ihya etmelidir. EGE CANSEN - SÖZCÜ
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Dün New York Times köşe yazarlarından M. Gessen de “yükselen otoriterlik döneminin ahlaki zorlukları hakkında” bir yazı yazdı.
Yazısının başlığı, bu yazının başlığına benziyor: Kötü bir ülkenin iyi vatandaşı nasıl olunur?
Sorduğu soru M. Gessen’i İsrail’e kadar götürmüş.
Konuştuğu insanların büyük bölümü “aidiyet ve suç ortaklığı meseleleriyle yüzleştiklerini” söylüyorlar.
Dinci faşist Netanyahu ve çetesinin eylemleriyle bütün Yahudileri aynı kefede görenlerin öğrenebilecekleri çok şey var yazıda.
Başlıktaki soruyu kendimizi bağlı hissettiğimiz, kimliğimizin bir parçası haline getirdiğimiz ideolojiler açısından da sormamız gerekiyor.
Zaten bu konuda yazmak istememin nedeni İsrailli insan hakları avukatı Michael Sfard’ın, İsrail’de yayımlanan “sol eğilimli” Haaretz gazetesinde yazdığı bir makale olmuştu.
Makalenin başlığı şuydu: “Biz İsrailliler Bir Mafya Suç Ailesinin Parçasıyız. İçeriden Buna Karşı Mücadele Etmek Bizim Görevimiz.”
Tamamı: https://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-y-yilmaz/kotu-bir-ulkede-iyi-insan-nasil-olunur,52245
Omer Bartov’un çok doğru bir biçimde ortaya koyduğu üzere İsrail’in kolektif hafızası seçicidir ve Bartov bunu “devletin varoluşsal bir özrü” olarak okur. Diğer bir deyişle İsrail nezdinde unutmak, devletin sürekliliğini sağlayan bir tür ideolojik reflekstir. 1948 Nekbesi bir yandan Filistinliler için etnik temizlik, sürgün ve mekan-kırım anlamına gelirken; İsrail’in ise bir unutma rejimi kurduğu bir süreçtir. Bu süreç Filistinlilere ait mekansal hafızanın unutulması için köylerin yıkımını, şehirlerin isminin değiştirilmesini ve Filistin’in tarihinin bu kısmının kasıtlı bir biçimde unutturulduğu bir resmi tarih anlatısını içinde barındırır.
Bugün bu unutma politikası, yeni bir biçim kazanmış durumda. Ateşkes sonrası İsrail toplumu hem travmalarını hem de sorumluluğunu unutmak istiyor. Rehinelerin serbest bırakılması, moral bir zafer olarak kutlanıyor; ama bu zafer, Gazze’de yaşanan yıkımın ve binlerce sivilin ölümünün gölgesinde kalıyor. Medyada, savaşın görsel hafızası hızla siliniyor; gündem, “yeniden inşa”, “ekonomik toparlanma” ve “diplomatik açılım” gibi kavramlara kayıyor.
Bu inkar hali, burada bir tür sosyal kendini koruma mekanizmasına dönüşüyor aslında. İsrail toplumu şimdilik sorumlulukla yüzleşmek yerine, kendini unutmanın sıcaklığına bırakmayı tercih etti. Ama unutmak, geçici bir barış getirirken, kalıcı bir adaletsizlik duygusu da geliştirir. Bu nedenle 9 Ekim sonrası İsrail toplumu hem suçlulukla hem mağduriyetle özdeşleşmiştir; yani bir yandan kurban olma hissiyle kendini koruyor, diğer yandan fail olmanın sorumluluğunu bastırıyor.
Ateşkesin ardından kamusal söylemde dikkat çeken bir başka unsur da sessizlik. Sokak protestoları azaldı, medya tonunu yumuşattı, hatta eleştirel entelektüeller bile bir tür bekleme haline geçti. Bunun demokratik bir olgunluk olduğunu dile getirmek pek gerçekçi olmaz zira bu daha çok kolektif bir tükenmişliğin sonucudur.
İsrail toplumu artık büyük laflar duymak istemiyor. Zafer, intikam, barış gibi kelimeler anlamsızlaştı. Bunun yerine İsrailliler şu an için küçük, gündelik güvenlik alanları oluşturmanın derdindeler. Esasında tam da bu nokta savaş yorgunluğunun, politik bir ideolojiye dönüştüğü nokta oldu: “Yeter ki bitsin” arzusu ve söylemi.
Ne var ki, herkes içten içe bunun bitmeyeceğini biliyor çünkü unutmak hiçbir zaman kalıcı bir barış getirmeyecektir. Zira Bartov’a atfen “inkar, sürekliliğin biçimidir.” Bu inkar biçimi, İsrail toplumunun kendi vicdanıyla yüzleşmesini erteliyor, ama ortadan kaldırmıyor.
Tamamı: https://kriterdergi.com/ateskesin-aynasinda-israil-toplumunda-yorgunluk-mesruiyet-ve-unutma
Diaspora ile İsrail arasındaki gerilim artık dönemsel bir anlaşmazlık değil, kimliksel bir ayrışma.
Bir taraf Yahudi halkının güvenliği için güçlü bir devletin varlığını savunurken, diğer taraf o devletin ahlaki sınırlarını hatırlatıyor.
WZC'nin son kararı, dünya Yahudiliğinin artık İsrail'in politikalarını otomatik olarak onaylayan bir birlik olmadığını ilan ediyor.
Elbette bu tür gelişmelerin İsrail'de hemen anlayışın değişeceği, hükümetin yıkılacağı ya da Filistin'e özgürlük sağlanacağı anlamına gelmediğini bilmek gerekir.
Ancak mevcut anlayışın meşruiyeti giderek zayıflıyor ve bu erozyonu izlemek bile ümit verici.
Tarihin büyük değişimleri genellikle böyle başlar: önce meşruiyet krizi, sonra finansal destek kaybı, ardından diplomatik yalnızlaşma.
Bu ayrışma, İsrail'in uluslararası alandaki konumunu da etkileyecek.
Ancak unutulmamalı ki ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği sadece diaspora vasıtasıyla değil, Cumhuriyetçiler içinde yer alan önemli Evanjelik anlayışın da etkisiyle sürüyor.
Trump’ın New York’ta 8 Müslüman ülkenin lideri ve temsilcisiyle yaptığı Gazze zirvesinde; HAMAS’ın tüm rehinleri serbest bırakması, silahlarını bırakmayı kabul etmesi ve Gazze’nin geleceğinde söz sahibi olmaması karşılığında İsrail’in saldırılarının durdurulacağı, İsrail ordusunun geri çekileceği ve tekrar saldırmamasının garanti edileceği, insani yardımların girişine izin verileceği, Gazzelilerin topraklarını terk etmek zorunda kalmayacağı ve Gazze’nin yeniden inşa edilerek nihayetinde Filistinliler tarafından yönetileceğine dair vermiş olduğu sözlerin, Netanyahu’nun kabul ettiği duyurulan metinde olmadığının anlaşılması başta Türkiye olmak üzere zirveye katılan bütün Müslüman ülkelerde hayal kırıklığına ve tepkiye yol açmıştır.
Netanyahu’nun 3 saati aşan Beyaz Saray görüşmesi esnasında Trump’ın ortaya koyduğu planı değiştirdiği ve İsrail perspektifine göre revizeler yaptığı ortaya çıkınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump’ı aradığı ve bu koşullar altında HAMAS’ın ikna edilmeyeceğini bildirdiği ve üzerinde anlaşılan taslak üzerinde ilerlenmesi gerektiğini ilettiği öğrenilmiştir. Bu arada Trump, ateşkes planının İsrail tarafından kabul edildiğini duyurmuş ve HAMAS’ın da bu koşulları kabul ederek derhal rehinleri serbest bırakmasını istemiştir. Hatta HAMAS’a 5 Ekim gece yarısına kadar süre verdiğini söyleyerek, eğer o saate kadar rehinler serbest bırakılmazsa Gazze’yi cehenneme çevireceğini açıklamıştır.
İşte böyle gergin bir ortamda, Türkiye’nin sürece müdahalesi gelmiş ve HAMAS’ın ateşkese razı edilmesi için Doha’da bulunan MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın da katkısıyla HAMAS’ın Trump’a verdiği akıl dolu cevap ortaya çıkmıştır.
“Arap, İslami ve uluslararası çabaları ve ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ne yönelik savaşın durdurulması, esirlerin takası, yardımların derhal girmesi, Gazze Şeridi'nin işgalinin reddedilmesi ve Filistin halkımızın buradan sürülmesinin reddedilmesi yönündeki çabaları takdirle karşılanmaktadır. Hareket bu çerçevede, savaşın durdurulması ve İsrail'in Gazze Şeridi'nden tamamen çekilmesini sağlamak amacıyla; Başkan Trump'ın önerisinde yer alan takas formülüne göre ve takas süreci için saha koşullarının sağlanmasıyla birlikte, canlı ve ölü tüm işgal rehinelerini serbest bırakmayı kabul ettiğini duyurur ve planın ayrıntılarını görüşmek üzere arabulucular aracılığıyla derhal müzakerelere başlamaya hazır olduğunu teyit eder” şeklindeki cevap, İsrail’in hesaplarını boşa çıkartırken, Trump’ın HAMAS’a yönelik tavrını yumuşatmış ve Trump da yayınladığı mesajda HAMAS’ın cevabını överek müzakere sürecinin başlatılmasını sağlamıştır.
Tamamı: https://kriterdergi.com/trumpin-gazze-planinda-turkiyenin-rolu
Otuz yıl önce Şalom’da yayımlanan “Dünya bir lider kaybetti” başlıklı köşe yazımda şöyle demiştim:
“Televizyonda haberi görünce beynimden vurulmuşa döndüm, başta anlayamadım. Ne İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin vurulmuş muydu? Aklıma hemen İslami Cihad veya Hizbullah geldi. Yok kurşunu sıkan bir Yahudi idi. 27 yaşında bir genç.
O gece Tel Aviv’de eski Belediye Başkanı “Çiç” takma adıyla tanınan, uzun yıllar Likud saflarında yer almış Shlomo Lahat’ın öncülüğünde düzenlenen “Barış Mitingi” vardı.
Tek merak uyandıran konu o dönemde “Malkey İsrael” olarak bilinen meydanı kaç kişinin dolduracağı, barış aleyhine düzenlenen sayısız gösteriye karşın bu mitinde geniş bir halk kitlesinin destek verip vermeyeceği idi.
Yüz bin kişi barış için bir arad kenetlenmiş Yitzhak Rabin’in söylevinden sonra hep bir ağızdan barış şarkıları söylüyordu.
Güvenlik görevlilerinin uyarılarına rağmen kurşun geçirmez yelek giymeyi hep reddeden, halkının arasında kendini güvende hissettiğini söyleyen Rabin mutluydu, yaşamında ilk kez ulu orta cebinden çıkardığı küçük kâğıttan okuyarak barış sözcükleri mırıldanıyordu.
Ve üç kurşun sesi, alçak bir elin yakından sıktığı üç kuşun İsrail tarihinin yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından birini katletmeye yetmişti.
Tamamı : https://www.turkisrael.org.il/single-post/rabin-in-arkas%C4%B1ndan
Rabin suikastının otuzuncu yıldönümünü değerlendirirken, Oslo Anlaşması'nın temsil ettiği süreci rayından çıkaran ikili İsrail-İran darbesinin ana hatları ortaya çıkıyor.
İsrail içinde aşırı sağ, Rabin'i şeytanlaştırmak için bir kampanya yürüttü ve bu kampanya, fanatik Yahudi Yigal Amir tarafından öldürülmesiyle sonuçlandı.
Bundan sonra, Oslo Anlaşması'nı içeriden sistematik olarak çökerten, yerleşim yerlerini genişleten, Filistin Ulusal Otoritesi'ni egemenliği temsil eden güçlerden mahrum bırakan, özyönetimi herhangi bir siyasi vizyondan yoksun, salt idari bir işleve dönüştüren bir dizi sağcı hükümet kuruldu.
İsrail dışında ise İran-Irak Savaşı'nın sona ermesiyle aynı zamana denk gelen dönemde Tahran, Arap Maşrık (Levant) bölgesine devrimci modelini ihraç etmeye başlamıştı ve sınırlarının ötesinde bir bölgesel nüfuz inşa etmek için Filistin meselesini ideal bir kapı olarak görmüştü.
İran, özellikle Oslo Anlaşması'nın imzalanmasının ardından İslami Cihat ve Hamas hareketlerine verdiği destekle, çatışmayı yeniden askerileştirdi ve barış süreci ile Arap ve İslamcı destekçilerine karşı bölgesel bir projeye dönüştürdü.
İntihar saldırılarının artması ve İsrail kamuoyunda güvenin azalmasıyla birlikte, "Filistinli bir ortak yok" düşüncesi yerleşimcilerin artan gücüyle birleşirken, Filistin, İran nüfuzunun arenası haline geldi.
Karşıt taraflardan İsrail sağı ve "direniş ekseni", Rabin ile oluşan barış ortamını kendi yöntemleriyle hedef aldı ve sonunda Filistin devleti terk edilmiş bir fikir, Filistin Otoritesi kırılgan bir mekanizma ve Filistin davası iktidar mücadelesinde basit bir piyon haline geldi.
Ancak Rabin'in hatırası hem işgalin hem de direnişin gerçek bir ufuktan yoksun göründüğü bugünlerde yeniden canlanıyor.
Tamamı : https://www.indyturk.com/node/767612/d%C3%BCnyadan-sesler/i%CC%87zak-rabine-d%C3%B6n%C3%BC%C5%9F
İsrail ordusunun en üst düzey hukuk müşaviri ve silahlı kuvvetler içinde hukuk düzenini sağlamaktan sorumlu isim olan Tümgeneral Yifat Tomer-Yerushalmi, cinsel istismar da dahil olmak üzere Filistinli tutuklulara yönelik istismar iddialarını içeren bir videonun sızdırılmasıyla ilgili yürütülen ceza soruşturması kapsamında tutuklandı. Uzun süredir İsrail sağının hedefinde olan Tomer-Yerushalmi’nin bu kadar hızlı bir düşüş yaşaması, kısa sürede ülke çapında bir skandala dönüştü ve olayın merkezindeki videoyu bile gölgede bıraktı.

İsrail’de yargı uzun süredir iktidar ile çatışma içinde. Gazze işgaliyle birlikte iktidar, askeri savcılık ve yüksek yargı üzerinde görünür bir baskı kurdu. Yerushalmi dosyası da bu baskının en dramatik örneklerinden biri oldu. Tel Aviv Sulh Mahkemesi, Yerushalmi’nin duruşmalarında görüntü alınmasını yasaklayarak kurum içi paniğin üstünü örtmeye çalıştı.
Yerushalmi bir süre önce evinde aşırı doz ilaç almış halde bulundu ve hastaneye kaldırıldı. Polis, olayı “intihar girişimi” olarak kayda geçti. Bu durum, devlet içindeki krizlerin bireylerin ruhsal dünyasına nasıl yansıdığını gösteriyor. Eski General Amos Yadlin, “Artık asker devletten korkuyor; hukukçular ise devletle vicdanları arasında sıkışıyor” dedi.
Kayıp telefon krizi, askeri işkence görüntüleri ve Gazze işgaliyle birlikte artan sivil kayıplar, yalnızca İsrail içinde değil, dünya genelinde de büyük tepki doğurdu. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ve bazı yetkililer hakkında hazırladığı dosyalar sürerken, Avrupa basını İsrail ordusunu “delil saklamak” ve “sistematik işkenceyi örtbas etmekle” suçladı.
Washington yönetiminin bazı kanatları bile, Netanyahu iktidarının devlet sistemini felç ettiğini ifade ediyor. Haaretz, ilişkiler için “stratejik soğuma dönemi” ifadesini kullanırken, Avrupa basını İsrail’i artık “müttefik değil, siyasi yük” olarak nitelendiriyor.
Başbakan Netanyahu, Gazze işgalini “İsrail’in güvenlik mücadelesi” olarak sunmaya çalışırken, bugün devletin tüm bürokratik sütunlarının sarsıldığı bir tabloyla karşı karşıya. Gazze işgali sadece askeri bir operasyon değil, devlet mekanizmasının bütün dokusunu çürüten bir süreç haline geldi. Orduya güven sarsıldı, istihbarat kurumları birbirini suçlamaya başladı, yargı artık bağımsız değil. İstifalar, görevden almalar, soruşturmalar ve intihar girişimleri, İsrail tarihinde benzeri az görülmüş bir kurumsal çöküşün işaretleri haline geldi.
Netanyahu’nun “ulusal birlik” söylemi yerini korkuya, güvensizliğe ve devlet-toplum arasındaki bağın kopuşuna bıraktı. Haaretz yazarı Anshel Pfeffer, “Netanyahu’nun İsrail’i, güç adına hukuku, güvenlik adına özgürlüğü feda etti. Ortaya çıkan tablo, başarısız bir rejimin aynasıdır,” diye yazdı.
Bugün İsrail’in Hertzelia sahilinde aradığı bir telefon değil; kaybolmuş bir devlet aklı, çöken bir sistem ve inancını yitiren bir toplumdur.
Siyaset Bilimci Doç. Dr. Fatih Yaşlı, İsrail ile Türkiye’nin bir sıcak savaşa girme ihtimalinin sıfıra yakın olduğunu belirterek şunları söyledi: “Bu iki ülke savaşmaz, çünkü aslında her ikisi de aynı eksenin parçası. Siyasi, iktisadi ve askeri olarak ‘kolektif Batı’nın şemsiyesi altında yer alan iki devletten söz ediyoruz. Ve aslında aralarında çıkar çatışmasından çok bölgesel anlamda bir çıkar birlikteliği söz konusu. ABD de bunu biliyor ve bildiği için Barrack böyle bir açıklama yapabiliyor.”
Yaşlı, Erdoğan ve Netenyahu’nun savaş retoriğini, kendi iç kamuoylarını tahkim etmek ve güvenlikçi bir paradigma üzerinden kendilerine meşruiyet devşirmek için kullandığını belirtti.
Gazze’de ateşkes olgunlaşmadığı ve İsrail saldırılarına devam ettiği için hemen bir diplomasi masası kurulması ya da bir ticaret anlaşması imzalanması ihtimalini son derece düşük gördüğünü ifade eden Yaşlı, “Ama orta ve uzun vadede diplomasinin yeniden devreye girmesi kaçınılmaz” dedi.
Tamamı : https://www.evrensel.net/haber/582089/doc-dr-fatih-yasli-israil-ve-turkiye-ayni-eksenin-parcasi
Son iki yılda küresel düzeyde büyük mevzi kaybeden İsrail'in çıkışa geçtiği ilk coğrafya Orta Asya oldu. Kazakistan, İsrail'i hali hazırda tanımasına rağmen, İbrahim Anlaşmaları'nın yeni ortağı oluyor.
https://x.com/FeritBelder/status/1986508996702802065
İbrahim Anlaşmaları Ortadoğu’da İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşmesi hedefinin ötesine geçiyor.Ateşkesin hemen ardından Endonezya ve tabi S.Arabistan ile normalleşme haberleri çıkmıştı İsrail basınında.Bu Trump’ın merkeze İsrail’i koyduğu eko-politik genişleme stratejisi gibi
https://x.com/TugceErsoyTugce/status/1986679060680876294
Kazakistan İbrahim Anlaşmaları'na katılıyor. Not düşmek lazım: Kazakistan'ın hali hazırda İsrael ile diplomatik ilişkileri, büyükelçiliği var. Peki İbrahim Anlaşmaları'na katılması ne anlama geliyor?
Trump Asya'yı ve Ortadoğu'yu birleştiren bir seçkinler kulübü kurmak istiyor. Kulübün en seçkin üyesi Suudi Arabistan olacak. Ortadoğu ve Asya'da ekonomik ortaklıklar pekiştirilerek diğer çıkarlar da ortaklaştırılacak. İsrael ile dost olanın kazanacağı bir sistem kurulmak isteniyor. Önümüzdeki günlerde buna başka Türki Cumhuriyetler ve Endonezya da eklenebilir.
https://x.com/gbehiri/status/1986502216774017124
Hamas’ın silahlı kuvvetleri 7 Ekim 2023’te bir İsrail kasabasına yaptığı baskında 1.200 kişiyi öldürüp 250 kadarını da rehine aldı. Bundan sonra kıyamet koptu.
Gazze’de yürek parçalayan bir büyük felaket yaşandı.
Türkiye; iktidarıyla, muhalefetiyle, dindarları ve laikleriyle, başından sonuna kadar Gazellileri destekledi. Hamas mağlup oldu. Ateşkes anlaşması imzalandı. Büyük resim tamamen değişti. Terörsüz bir ülke inşa etmeye çalıştığımız bugünlerde hangi politikayı izlemek bizim için hayırlıdır?
Gazzelileri, içinde bulunduğu feci durumdan kurtulmasına katkıda bulunmak mı, yoksa Hamas’ın İsrail’den intikam almasına imkân sağlamak mı? Tercihimiz birinci şık olmalıdır. Bunun için Türkiye, İsrail ile olan ilişkilerini ihya etmelidir. Netanyahu (Hüdaverdi) görevde kaldıkça bu zor ama imkânsız değildir. Büyükelçi Tom Barrack Orta Doğu’da barışın tesisine tarihi bir katkı yapmak istiyorsa
Netanyahu’yu görevini bırakmaya ikna etmelidir. O zaman uluslararası camianın eli rahatlar.
Tamamı: https://www.sozcu.com.tr/turkiye-ve-israil-p256149
Sanayi şehri kimliğiyle tanınan, İsrail’in güneyinde ve Necef Çölü’nün kuzeyinde yer alan Kiryat Gat, Trump Planı’nın ikinci aşamasına öncülük ederek Gazze’de ateşkesin uygulanmasında kilit bir merkez haline geliyor. Kentte, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) öncülüğünde kurulan sivil-askeri koordinasyon merkezi; ABD, Birleşik Krallık, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) askerlerin görev yaptığı çok uluslu bir yapıya ev sahipliği yapmaya başladı.
Dönüştürülmüş bir lojistik komplekste faaliyet gösteren merkez, ağırlıklı olarak ABD personelinden oluşuyor. Tesisin girişinde İsrail, ABD, Danimarka, Almanya, Kanada, Birleşik Krallık ve Ürdün bayrakları dalgalanıyor; ancak Türkiye ve Katar bayraklarının yer almaması, bu iki ülkenin Gazze’nin savaş sonrası dönemindeki olası rollerine dair var olan soru işaretlerini yansıtıyor. Merkezin temel görevi, Gazze Şeridi dışında konuşlanarak ateşkesin uygulanmasını ve buna bağlı istikrar çabalarını koordine etmek.
Komuta yapısına ilişkin bilgiler, merkezin ABD’li subaylar tarafından yönetildiğini gösteriyor. İsrail ve ABD personeli ayrı katlarda görev yaparken ortak bir koordinasyon katı bulunuyor. Birleşik Krallık, Ürdün, BAE ve çeşitli Avrupa ülkelerinden personel de farklı düzeylerde merkeze katılım sağlıyor. Bu durum, misyonun çok uluslu niteliğini pekiştiriyor. Ayrıca tesis, bir İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) üssü olmaktan ziyade, koordinasyon amacıyla yeniden düzenlenmiş sivil bir yapı olarak tanımlanıyor.
…
Özetle Kiryat Gat, Trump’ın 20 maddelik Gazze Barış Planı çerçevesinde Gazze’de yeni dönem için hazırlık yapıldığının somut göstergesi. Hatta yeni gelen haberlere göre ABD,Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyelerine en az iki yıl süreyle Gazze’de uluslararası güvenlik gücü kurulmasına dair bir taslak karar göndermiş. Ne var ki, taslak karar aslında Kiryat Gat’da de facto olarak devrede gibi. Bu çerçeve de bize, Trump planını yeniden değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Görünen o ki plan, yalnızca Washington’da hazırlanıp oradan uygulanmaya başlanmayacak. Her ne kadar Netanyahu buranın İsrail
kontrolündeki bir bölge olduğunu söylese de CENTCOM tarafından kurulan bu sivil-askeri yapılanma için bir Amerikan üssü demek de mümkün.
Bir diğer soru ise şu: Ateşkes başarılı bir şekilde sonuçlanırsa Kiryat Gat’ın geleceği ne olacak?
Barış sürecini tartışmalı hale getirme potansiyeli taşıyan bir Amerikan üssü olarak mı kalacak,yoksa bu sanayi kenti, son gelişmelerle birlikte yeniden canlanmışken ve “uyuyan şehir” uyanmışken Trump’ın barış planının 11. maddesinde yer alan özel ekonomik bölge fikri doğrultusunda bölgenin ekonomik yenilenmesine, sanayiye ve istihdama katkı sağlayacak bir merkeze mi dönüşecek?
Tamamı:
https://tepav.s3.eu-west-1.amazonaws.com/upload/files/1762668844915-0.Kiryat_Gat_m_Tel_Aviv_mi.pdf
Ortaya koyulan veriler çok açık olarak göstermektedir ki ne dünya ne de Türkiye tohumculukta “söylendiği gibi” İsrail’e bağımlı değildir. Ancak hibrit tohum sistemine ve küresel şirketlere karşı belli seviyede bağımlılık riski mevcuttur. Mesele tohum egemenliği meselesidir. Tohumunu üretemeyen ve tohumuna egemen olmayan bir ülke, gıda arz güvenliğini sağlayamaz. Bu nedenle işaret edilen sorunlar ve öngörüler doğrultusunda; kamu politikaları, özel sektör stratejileri ve çiftçileri bilinçlendirme ve yönlendirme programlarının doğru ve disiplinli bir şekilde hayata geçirilmesi, Türkiye tohumculuk sektörünü daha ileriye taşıyacak ve tohumculukta Türkiye’nin daha egemen bir ülke olmasını sağlayacaktır.
Tamamı :https://kriterdergi.com/turkiye-tohumculugu-israile-bagimli-mi
İsrail ile Hamas arasındaki savaş bağlamında, Yahudi-Hazar efsanesi, İsraillileri İsrail'de gayrimeşru olarak bulunmakla suçlayan Filistin yanlısı destekçiler arasında yeniden güç kazanıyor. Modern Yahudilerin kökeninin Semitik olmadığını öne süren bu efsane, on yılları ve jeopolitik sınırları aşan bir anti-Yahudi retorik aracı olarak işlev görüyor. Yahudi soykırımı inkârcısı tezlere benzeyen bu efsane, farklı görüşlere sahip aşırılık yanlılarını Yahudilere ve İsrail'e karşı ortak bir düşmanlık etrafında birleştirerek, antisemitizmin genellikle antisiyonizmin ayrılmaz bir parçası olduğunu kanıtlamaktadır.
Yahudi dinine geçmiş olan Türklerin büyük bir bölümü Hazar devletinin 13’üncü yüzyılda Ruslar tarafından yıkılmasından sonra Yidişçe konuşan Yahudi toplulukları arasına katılmış, Rus ya da Ukrayna Yahudisi sayılmışlardır. Yidişçe yani Almanca Kırım ve Kıpçak Türkleri arasında kültürel alışveriş nedeniyle çok bilinir ve konuşulur.
Hazar Türklerinin mirasçıları olarak Kırım, Kıpçak Türkleri ve Kalmuk Türk-Moğol boyları arasında ulusal kimliklerini koruyarak Yahudi kalanlar da vardır. Cuma günü yıl dönümünü yaşadığımız 7 Kasım Rus Devriminin lideri Lenin’in dedelerinden biri Hazar Devleti’nin devamı olan Kalmuk Yahudilerindedir. Belki de İslamcı ve ırkçı/solcu komplocuların Hazar nefretinin bir nedeni de budur.
Bugün, Yahudi nüfusunun oldukça düşük olması nedeniyle kullanım oranı da düşen sinagog ve okullara dair neler yer alıyor kitapta?
“Sinagog ve okullar, Yahudi yaşamının referans noktalarından biri. Okulların yaşatılabilmesi için cemaatin bir arada emekle katettikleri, birlikte olmayı arzuladıkları yaşamlar olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürdü. Fakat özellikle genç nüfusun taşınmasıyla, bu altı semtin 40-50 yıla göre dönüşümü, Yahudi kültür mirasının sürdürüldüğü bu yerler, günümüzde artık farklı fonksiyonlarla kullanılan, hafıza mekânları olarak değerlendirilen mekanlar hâline geldi. Yahudi cemaatinin, bunları bir şekilde günümüze taşıyarak, farklı fonksiyonlarla dönüştürerek, toplumsal hayatın bir parçası olarak ele almayı uygun bulduğunu düşünüyorum. Artık cemaati kalmayan yapılar, yapılış gereksinimlerine göre dönüşümleri, hem kamusal alanda kullanılmalarını hem yerel yönetimlerin desteği ve teşvikleriyle ele alınıp geleceğe bir takım Yahudi kültür mirası izleri olarak bırakılması hepimizi mutlu ediyor.”

https://www.youtube.com/watch?v=nIVt7R_XxyY
Wow. Kanye West geçmişte Yahudilerle ilgili sözlerden dolayı New York'ta Rabi Yoshiyahu Yosef Pinto'yla buluşup özür dilemiş. Pinto Israel'de tartışmalı bir figür. Rüşvetten ötürü ceza aldı ve müritlerinin baskısı sonucu ondan rüşvet aldığı iddia edilen bir polis intihar etti.
Dünyadaki en zengin rabilerden biri. Cemaati oldukça büyük.

https://x.com/gbehiri/status/1986560915647430857
