Avrupa´da bir basketbol maçına gitmek, sadece bir spor etkinliğine katılmak değil; bir kimliğin, bir şehrin, hatta bir bölgenin temsilini sahiplenmek anlamına gelir.
NBA'in Avrupa'dan sorumlu üst düzey yöneticisi Aivazoglu'nun son açıklamaları, basketbol kamuoyunda konuşulanları doğrular nitelikte oldu. Hem nüfus hem de gelir bakımından daha güçlü olan Batı Avrupa ülkeleri ağırlıklı bir lig kurmayı hedefleyen NBA'in İngiltere'den Londra ve Manchester, Fransa'dan Paris ve Lyon, Almanya'dan Berlin ve Münih bazlı takımları dahil etmek istediği, bunların yanında İtalya’dan Roma ve Milano, İspanya’dan Barselona ve Madrid takımlarının yanında Türkiye ve Yunanistan’dan birer takım ekleyeceği açıklandı.
Halihazırda futbol takımı dolayısıyla taraftar kitlesi olan bu şehirlerin takımlarının, doğru desteklerle daha karlı bir lig oluşturacağını düşünen NBA’in hakkı yok değil. Ancak bu sayılan gruptaki en güçlü pazar olan İngiltere’nin basketbol kültürü yok denecek kadar az. Futboldan sonra ragbi ve kriket gibi sporlara çok daha fazla ilgi duyulan ülkede, bu kültürün oluşturulması yıllar alacaktır.
Kültür demişken Avrupa basketbolunu takip edenler “fakir ama basketbolsever” ülkelerin doğu ve güneyde olduğunu bilir. Eski Yugoslav ülkeleri, Baltıklar ve Güney Avrupa, Avrupa basketbolunun ruhunu taşır. En ateşli rekabetlerin bulunduğu ve futboldan sonra ikinci spor olarak görüldüğü yerlerdir buralar. NBA’in bu projesinde bunları dışlaması projenin duyacağı ilgi konusunda şüphe uyandırıyor bu sebeple.

NBA’in Avrupa hamlesi aynı zamanda sporun küresel ticarileşmesinin geldiği noktanın da bir yansıması. Artık marka değeri, yayın gelirleri ve sponsorluk anlaşmaları, saha içindeki başarıdan çok daha belirleyici hale geldi. Avrupa’daki kulüplerin çoğu yerel ekonomik kısıtlar ve siyasi etkilerle boğuşurken, NBA modeli profesyonel yönetim, gelir paylaşımı ve global pazarlama gücüyle çok daha cazip bir alternatif sunuyor. Bu durum, özellikle Euroleague kulüplerinin finansal açıdan rekabet etmesini daha da zorlaştıracak.
Ancak unutulmaması gereken, taraftar bağlılığının parayla satın alınamayacağı gerçeği. Avrupa’da bir basketbol maçına gitmek, sadece bir spor etkinliğine katılmak değil; bir kimliğin, bir şehrin, hatta bir bölgenin temsilini sahiplenmek anlamına gelir. NBA’in getireceği franchise sistemi bu yerel aidiyet duygusunu zedeleyebilir. Eğer yeni kurulacak lig, Avrupa basketbolunun ruhunu tamamen göz ardı ederse, ticari olarak güçlü ama duygusal olarak boş bir yapıya dönüşme riski yüksek olacaktır.
Derseniz ki 2025 yılında ‘ruh’ bir yere karın doyuruyor, haklısınız. Zaten NBA’in de kültür oluşturmakla ilgili bir derdi pek yok gibi. Burada yıllardır Euroleague’e ekonomik yönden yaptığımız uyarıların sonunda onların varlığını tehdit edecek bir hale geldiğini de görebiliyoruz. Sadece kültür veya prestij için kulüp ve/veya devlet destekleriyle ayakta kalabilen takımlarla gidilebilecek yer bu. Liginde bulunan takımları sürdürülebilir hale getiremeyen Euroleague, eğer yukarıda adı geçen takımları kaybederse yok olma sürecine girecektir.
FIBA ile içinde bulunduğu rekabetten görece yarasız ayrılan Euroleague, bu durumda masaya oturup bir çözüm bulmak zorunda. Yoksa şu anki haliyle iki bölünecek Avrupa basketbolunun bir yanı ruhundan yoksun, bir yanı da iyice gücünden yoksun kalacaktır.