Toplama kamplarının dehşeti içinde yeşeren bir düşünce, insan ruhunun en güçlü ışığına, umuda dönüştü. Psikiyatrist - Yazar Viktor E. Frankl, yaşamın anlamını acının, yokluğun, açlığın ortasında aradı. Yazar, savaş sonrası yazdığı ve dünyada milyonlarca satan ´İnsanın Anlam Arayışı´nda, hayatın en karanlık köşesinde bile, insanın tutumunu seçme özgürlüğüne sahip olduğunu ifade etti. Eser, yıllar sonra Özlem Küskü´nün kaleminde yeniden yankı buldu. ´Hayatın Anlamı, Onun Bizden Ne Beklediğinde Saklıdır´ adlı kitabında Küskü, Frankl´ın kamptaki yaşamından ve iç dünyasından süzülmüş bir anlam hikâyesini anlatıyor. Kendisiyle kitabını, logoterapi´yi ve her şeye rağmen insanın kendi varlığını yeniden kurma gücünü konuştuk.
Özlem Küskü’yü tanıyabilir miyiz?
Küçüklüğümden beri kitaplara ve sinemaya derin bir tutkum var. Okumaya ve yeni şeyler keşfetmeye dair bu tutkum beni bugüne taşıdı. Ege Üniversitesi Kimya Bölümü’nden mezun olduktan sonra televizyonculuk ve sonrasında yayıncılık dünyasında buldum kendimi. 16 yıllık profesyonel çalışma hayatımın son on yılı kitap editörlüğü ve yayın yönetmenliği ile geçti. Rutine izin vermeyen, her dem öğrenci olduğum bu okulu çok seviyorum.
‘İnsanın Anlam Arayışı’nı okuduğunuzda neler hissettiniz? Sizi, kitabınızı yazmaya iten temel motivasyon neydi?
‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabını yıllar öncesinde okumuştum ilk kez, ancak sonrasında tekrar elime aldığımda, belki de bugün içinde yaşadığımız dünyanın sert dinamikleriyle fazlasıyla örtüştüğü için bambaşka bir okuma ile kendini açtı bana. Biraz televizyonculuktan kalma bir refleks bu ama insanlara çareler, yeni bakış açıları sunan içerikleri üretmeyi çok seviyorum. Bugün yaşadığımız pek çok krizin ortasında anlam arayışının çok temel bir problem olduğunu görüyoruz. Daha da ötesi Viktor Frankl’ın özyaşam öyküsüne dalınca ve o günlerin dünyasına uzanınca, bugün bize ulaştırmaya çalıştığı o sarsıcı deneyimlerden süzülmüş mesajların ne kadar önemli olduğunu gördüm. Pek çok insan şikâyetçi, mutsuz belki haklı belki de abartılmış sebeplerle ama “bir yol var” diyen bu bilge insanı tekrardan dinlemek bana çok iyi geldi, başkalarına da iyi geleceğini düşündüm.

Logoterapi nedir, nasıl çalışır? Anlam, amaç, özgürlük, onur, irade, sorumluluk, inanç kavramları bu tedavi metodunda çok önemli. Siz bu kavramları nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Logoterapi, ‘logos’ (Yunancada farklı karşılıkları olsa da burada ‘anlam’ karşılığında kullanılıyor) ve ‘terapi’ (tedavi) kelimelerinden türetilmiştir. Diğer psikoterapi yöntemlerinden farklı olarak geleceğe yönelik anlam üzerine yoğunlaşır. Bu yüzden geçmişe ve içedönük psikanalizden de ayrılır. Saydığınız tüm kavramlar aslında bir yaşam felsefesinin temellerini oluşturan kavramlar, bu nedenle de diğer psikoloji ve terapi yöntemlerinin tıkandığı yerde devreye giren dönüştürücü bir yol olarak kendini gösterir. İnsanı kendi olmaya, cesaretle kendi özgür kararlarının seçimini yapmaya ve sorumluluk almaya çağırır, böyle bir insan onurludur. İnsan ömrünü düşündüğümüzde “Nasıl yaşamalı?” sorusunun içini dolduran bir yanıt olduğunu düşünüyorum.

Doktor Viktor Frankl’ın toplama kampında yaşadığı koşullar çok ağırdı. Biz gündelik hayatta — örneğin kayıplar, hastalıklar, başarısızlıklar gibi durumlarda — aynı ‘anlam direncini’ nasıl geliştirebiliriz?
Frankl’ın hayata tutunma çabasını görüp de içerlememek mümkün değil. Kamptayken onu hayata bağlayan birkaç şeyden biri karısı Tilly ve ailesine kavuşmak; bir diğeri, kurtulduktan sonra öğrencilerine kamp psikolojisiyle ilgili vereceği dersleri hayalini kurmak. Kamptan döndükten sonra sevdiklerinin hayata veda ettiğini öğrenince neredeyse intiharın kıyısına geliyor Frankl. Kendisi bu direnci geliştirmek için üç temel basit yol öneriyor: Bir eser yaratmak ya da çalışmak; bir şey deneyimlemek ya da biriyle etkileşime girmek ve acıya yönelik bir tavır geliştirmek.
Varoluşçuluğun ana teması, “Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak acıda anlam bulmak demektir” der. Bu felsefi söylem insanı kötü etkilemez mi?
Bu düşünceyi Viktor Frankl’da da buluyoruz ancak bu körü körüne acı çekmek ya da bir tür mazoşizm duygusuna karşılık gelmiyor. En iyi koşullarda bile yaşamın getirdiği acılardan azade değiliz, en temelde ölüm var, sevdiklerimizi kaybediyoruz; kötülükler var ve diğer insanlar için üzülüp endişeleniyoruz. Üstelik tolumdan kopuk bir varlık değiliz, bir toplumun içindeyiz ve kolektif travmalara maruz kalıyoruz, doğal afetler, afetler, salgınlar… Frankl, tüm doğal yaşamın getirdiği bu zorunlu acıların ortasındayken bile bunu anlamlandırmak ve aktif bir eylem planı üretmekten bahsediyor bize. Onun bu düşüncesi bize kötü hissettirmek bir yana, aksine “Dünyadayım ve ne yapabilirim?” sorusunu sorduran diriltici bir çağrı. Acının içinde uyuşmak değil, tam tersine acıyı aşmak ve onun yarattığı dalgada yükselmekten bahsediyor çünkü biz yaşadıklarımızın hepsinden daha fazlasıyız. İyi olaylar, kötü olaylar var, bunlar ara duraklar ve nihayetinde hikâyemizin nasıl anlatılacağı bizim tutumuzla ilgili. “Evet başıma kötü şeyler geldi ve bunu şu şekilde dönüştürdüm, üstesinden geldim” demek ya da “Başıma kötü şeyler geldi ve bu noktada benim için her şey bitti” demek arasındaki boşlukta hangi seçimi yapacağımız üzerine düşündürüyor bizi. Kendi cümlesiyle: “Uyaran ile tepki arasında bir boşluk vardır. Bu boşlukta bizim gücümüz ve özgürlüğümüz yatar.” Mesele bu boşluğu nasıl doldurduğumuzda.
Trajik iyimserlik ne demektir?
Frankl, kamplarda onu ve çok az şanslı insanı hayata bağlayan tavırlardan biri olarak trajik iyimserlikten bahseder bize. Kamplarda hayat öylesine zorlu ve o denli karanlıktır ki, böylesi bir ortamda gülmek ve mizaha yaslanmanın ne kadar önemli olduğunu anlatır. Ona göre, en zor şartlar altında bile insanın sahip olduğu son özgürlük, olaylara karşı kendi tutumunu belirleme yetisidir ve işler kontrol edemeyeceğimiz bir noktadaysa verilebilecek en makul tepki iyimser kalabilmektir. “Trajik bir durumu mizahi bir şekilde ele almak, insanın özgürlüğünü ve içsel gücünü korumasına yardımcı olur” der Frankl.
Toplama kampı gibi korkunç bir ortamda Frankl’ın sahip olduğu zihinsel özgürlük, inanç; gösterdiği soğukkanlılık, dirayet ve dik duruş, her insanın başarabileceği bir davranış şekli değil. Bunda doktorun kişilik yapısının da rolü var mıdır?
Kesinlikle, zaten hekimlik yapmaya başladığı ilk gençlik dönemlerinde de gördüğümüz çok temel mizaç özellikleri var. Bir kere fazlasıyla empat, başkalarına yardımcı olmak için kendini unutacak kadar sağduyulu bir hekim. Toplumsal olarak dışlanmış ya da alt sınıf olarak kategorize edilmiş her insanın yanında görüyoruz onu. Belki de onu hayatta tutan şey bu; hiçbir zaman bencil olmamış, kampa düştüğü ilk günden itibaren en zayıfların yanında durup onları kollamış, intihar etmek isteyenleri engellemeye çalışmış. Böyle bakınca kendini aşmış, diğerkâm (kendi yararından çok başkalarını düşünen) birini görüyorum.
Esaretten sağ kurtulmayı başaranlar, normal hayata adapte olurken ne gibi zorluklar yaşadı? Başlarına gelenleri paylaşma konusunda neden o kadar ketum davrandılar?
Hikâyenin tatsız kısımlarından biri bu, evet, çok fazla insan öldü ama hayatta kalanlar gerçekten kurtulmuş mu oldu? Bildiğimiz üzere kamplar, 1944’ün sonlarına doğru müttefik ülkelerin Avrupa’da ilerlemesiyle bulunuyor. O günlerde çekilmiş bir video var, izlediğimde beni çok sarsmıştı. Amerikalı askerler kamplara girince karşılaştıkları manzarayla şoka girmiş, anlamsızca bakıyorlar. Çok az insan hayatta kalabilmiş, bir kısmının dönecek bir evi yok, sevdikleri yok. Frankl gibi yaşadığı şehirlere dönenenlerin pek çoğu da adeta sessizlik yemini ediyor çünkü yaşadıkları acıyı tarif edebilecek kelimelerden yoksunlar! Ne söyleseler de bunu dile getiremeyeceklerini düşünüyorlar, çaresizlik dillerini mühürlemiş. Acıyı tarif edebilecek tek yol bu olmuş. Sessizlik.
Eğer Viktor Frankl bugün yaşasaydı, sizce insanlığa neyi hatırlatmak isterdi?
Kendisi henüz hayattayken anlam arayışının ilerleyen çağlarda çok daha büyük bir ihtiyaç haline geleceğini söylüyordu. 1997’de hayata veda ettiğinden beri dünya hızlı bir dönüşümün içinde buldu kendini. Dijital dünyada daha fazla yaşıyoruz, yapay zekâ ile iş modellerimiz ve yaşam akışımız hızla dönüşüyor, belki yeni bir dünya savaşının kıyısındayız ve anlam konusunu felsefi olarak tekrar tartışmaya başladık. Bugün yaşasaydı barışı, sorumluluk almayı ve dünyayı daha yaşanabilir kılmak için amaçlarımızı hatırlatırdı.