Paylaşacağım hikâyede, anlatıcı Kersten Hall, II. Dünya Savaşı´nda annesinin başından geçenleri davet üzerine İngiltere´deki Richmond House School, 4.sınıfına anlattı.
“1945'te annem çocukken, işgalci bir ordudan kaçan bir mülteciydi. Ukrayna'da şu anda yaşanan trajik sahneleri görse kalbi kırılırdı. 2021'de en küçük oğlumun 4. sınıf İngilizce dersinde ulusal hikâye anlatma haftası kapsamında, annemin deneyimleri hakkında bir hikâye yazmaya davet edildim. Çocuklara daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu gösterebileceğimi umuyordum. Ancak bunun bu zamanda tekrar olacağını hiç düşünmemiştim. Durumun böyle olması bana trajik geliyor.”
***
“Bu hikâye sizler doğmadan çok önce başladı; hatta ben, öğretmenleriniz veya anne-babalarınızdan biri doğmadan önce…
Anneleriyle birlikte bir çiftlikte yaşayan bir oğlan ve küçük kız kardeşi hakkında. Bu çiftlik, sabah güneşinde kristal gibi parlayan karanlık ormanlar ve göllerden oluşan güzel bir kırsal alanla çevriliydi. İki çocuk kışın buzla kaplı olduğunda göllerde oynamayı veya paten yapmak için karanlık ormanlara gitmeyi çok seviyorlardı.
Çiftlikte çocukların oynamayı sevdiği bir kiraz bahçesi vardı. İlkbaharda, erkek kardeş ağaçlara tırmanır ve kirazları kız kardeşine verirdi. Çiçekler döküldüğünde ve kirazlar çoktan gittiğinde bile ağaçlara tırmanır ve patikadan aşağıyı gözlerdi.
Kardeşi, “Babamı görebiliyor musun?” diye sorardı ağacın dibinden heyecanla.
Her gün, başını olumsuzca sallıyordu erkek kardeş ve ikisi de başları eğik bir şekilde çiftliğe geri dönüyorlar, ama ertesi günün farklı olabileceğini umuyorlardı. Ertesi gün, babalarının uzaktaki siluetinin patikadan aşağı onlara geri döndüğünü gördükleri gün olabilirdi.
Çünkü onun hakkında hikâyeler anlatılmış olmasına rağmen, küçük kız aslında babasıyla hiç tanışmamıştı. Babası bir askerdi ve o doğmadan hemen önce savaşmaya gitmişti. Çünkü bildiği orman ve çayırlardan çok uzaklarda bir savaş sürüyordu. Çok uzun bir süredir devam ediyor ve dünyanın tüm ülkelerini kapsıyordu.

Hitler’in yükselişi
Annesi çocuklara bunun Adolf Hitler adında öfkeli, nefret dolu, acımasız bir adam tarafından başlatıldığını söyledi. Savaş başlamadan önceki yıllarda, Hitler ve taraftarları çiftliklerinin önünden gürültülü alaylarla geçerdi. Hepsi üniformalıydı ve kollarında ortasında beyaz bir daire bulunan kırmızı bir kol bandı vardı. Dairenin ortasında eğri kolları olan, bükülmüş siyah bir haç vardı. Garip, çirkin bir şekildi. Ancak zaman geçtikçe daha fazla insan bunu takmaya başladı. Hitler ülkedeki tüm insanlara yaşadıkları ne sorun varsa-yeterince para, yeterince yiyecek veya yeterince güzel bir ev olmaması-hepsinin farklı olan insanların hatası olduğunu söylemişti. Ancak bu sorunu çözecekti. Bu farklı insanlardan kurtulacak ve ülkeyi zafere taşıyacaktı. Kısa sürede, o kadar çok insan ona inanmaya hevesliydi ki tüm ülke bunun arkasındaydı.
Tıpkı o çarpık şekil gibi, Hitler'in tüm sözleri ve vaatleri çarpık, çirkin yalanlardan başka bir şey değildi. İnsanlar çok korkmuş, zayıf veya kendilerine söylenen yalanları sorgulamaya istekli değilken, ‘Fareli Köyün Kavalcısı’nın nefret dolu bir versiyonu gibi, Hitler onları -ve dünyanın geri kalanını- o korkunç savaşın felaketine sürükledi.
Savaş sona erdi
Sonunda, çiftliğe savaşın nihayet bittiği haberi ulaşmıştı. Bu yüzden küçük kız mutluydu. Çünkü babasının yakında eve geleceğini biliyordu. Kardeşi ona babalarının bir marangoz olduğunu ve ahşaptan mobilya oymayı sevdiğini söylemişti. Onun Hitler'i gerçekten sevdiğini ve kesinlikle gidip onun için savaşmak istediğini düşünmek istemiyordu. Ama Hitler, birçok insanı korkutan büyük bir zorba kalabalığını kendine çekmişti ve insanlar korktuklarında korkunç şeyler yapabilirdi.
“Ama Hitler ve zorbaları artık gitmişti ve her şey yoluna girecekti” diye kendi kendine düşündü, meyve bahçesinde olanları izlerken.
Ve sonunda, uzun zamandır beklediği gün geldi. Uzakta yalnız bir figür gördü. Bir asker üniforması giymişti. Kalbi yerinden fırladı. Adam patikadan aşağı doğru ilerledikçe yalnız olmadığını gördü. Arkasında daha fazla asker vardı. Daha da arkalarında tankların uzaktan gelen gürültüsünü ve uğultusunu duydu, yukarı baktığında uçaklarla dolu gökyüzünü gördü.
Askerler yaklaştıkça farklı bir üniforma giydiklerini gördü. Üzerinde altın rengi bir çekiç ve orak bulunan kırmızı bir bayrak vardı ve tanımadığı garip bir dil konuşuyorlardı.
Askerleri görünce ağabeyi onu kolundan yakaladı ve çiftlik evinin güvenli alanına doğru koştu, Annesi ise kapıyı sürgüledi ve ikisini sıkıca tuttu. Bu askerler Sovyetler Birliği'nden gelen askerlerdi. Vahşi, acımasız düşmandı onlar.
Aniden kapı, menteşelerinden fırladı ve askerler içeri daldı. Bağırıp, silahlarını sallayarak evden çıkmalarını söylediler.
Eğer aniden evinizden ayrılmak zorunda kalsaydınız-yanınıza ne alırdınız? Çocuklar ve anneleri küçük bir el arabasına sığdırabildikleri her şeyi aldı. Oyuncaklar için yer yoktu ama kız yalnız bir bebek buldu ve onu sıkıca kavradı. Sonra, son derece üzgün bir biçimde, sevdikleri evi sonsuza dek terk ettiler.
Arabalarını patikadan aşağı doğru itmeye başladıklarında Sovyet askerlerinden biri aniden durmalarını söyledi. Dehşete kapılmış bir şekilde hayatlarından endişe ederek arkalarını döndüler. Fakat genç bir Sovyet askerinin tüfeğini yere atıp kiraz ağaçlarından birine tırmandığını görünce şaşırdılar. Hızla meyveleri toplamaya başladı, sonra da ağaçtan inerek yanlarına yürüdü ve gülümseyerek kıza ve kardeşine birer torba dolusu, sulu, olgun kiraz verdi.
Ona el salladılar ve anneleri arabayı iterken ağır yüreklerle yola koyuldular. Yol boyunca evlerinden kovulmuş köy halkı da onlara katıldı. Koltuk değnekleriyle topallayan yaşlılar, aç çocuklar, ağlayan bebeklerini kucaklayan kadınlar… Yürüdükçe daha fazla insan onlara katıldı. Yüzlercesi, sonra binlercesi daha… Hepsi yuva dedikleri yerden, karanlık ormanların ve parlayan göllerin olduğu yerden kovulmuş, hüzünlü, uzun yırtık pırtık bir alay. Hiçbiri o vatanı bir daha göremeyecekti. İlerleyen yıllarda adı bile haritadan silinecek ve başkasının yuvası haline geldiğinde unutulacaktı.
Böylece bu hüzünlü insanlar, başları eğik bir şekilde Batı'ya doğru sendeleyerek yürüdü. Asla durmaya cesaret edemiyorlardı çünkü dururlarsa yakalanacaklardı.
Düşman askerleri tarafından avlanmak tek endişeleri değildi. Her zaman açtılar ve annelerinin onları beslemek için yapabildiği en iyi şey terk edilmiş çiftliklerin tarlalarından patates çalmaktı.
Evlerinden kaçan milyonlarca aç ve korkmuş insana katıldıklarında anneleri onlara Batı’ya geçtiklerine güvencede olacaklarına dair söz verdi. Ancak sonra korkunç bir haber geldi. Sovyet tankları güneyden gelmiş ve batıya kaçış yolunu kesmişti. Artık tek kaçış yolu deniz üzerinden kuzeydi.
Sovyetler Birliği’nden kaçış
Bazıları gemilere binmeyi başardı, ancak tehlikeliydi çünkü sularda gizlenen ve onları torpidoyla batıran düşman denizaltıları vardı. Bu yüzden geriye tek bir seçenek kalıyordu. Hâlâ donmuş olan kısımlardan denizi geçmek.
Bu tehlikeliydi çünkü buzları geçtiklerinde düşman uçakları tarafından bombalandılar, ama sonunda başkent Berlin'e ulaştılar. Şimdi her yer harabe halindeydi. Tüm binaları, kırık eski dişler gibi yukarı doğru çıkıntı yapan kömürleşmiş, engebeli enkaza dönüşmüştü.
Üşümüş ve aç olan kız ve ağabeyi ısınmak için molozların arasında girdiler. Annelerinin onlara bulduğu, açlığı gidermek için tuğlaların arasında bulduğu bir tenekedeki, at etinden yapılmış soğuk gri bir çorbaydı.
Harabelerin arasından yol alarak sonunda güvenliğe ulaştılar. Bu kız büyüdüğünde İngiltere'de yeni bir yuva buldu ve orada benim annem oldu. Ancak bir zamanlar onun ve erkek kardeşinin evi dediği ormanlar ve göller diyarı artık çoktan yok oldu. Onu bir haritada bulamazsınız. Bir zamanlar ev dedikleri topraklar gibi, annem ve erkek kardeşi de artık sadece belleklerde kaldı.
Annemin hikâyesi
Ben onun hikâyesini torunlarına aktarmak için yazdım ve her yıl 11 Kasım*'da gelinciğimi taktığımda, onu ve savaşın sonunun, sefalet ve acının sonu anlamına gelmediği milyonlarca insanı düşünüyorum. Ayrıca, düşmanı olması gereken bir ülkeden iki korkmuş çocuğa bir avuç kiraz vermek için bir ağaca tırmanan o askeri de düşünüyorum. Kim olduğunu asla bilemeyeceğim ama farklı bir dil konuşmasına, farklı bir üniforma giymesine ve farklı bir ülkeden gelmesine rağmen o bilinmeyen askerin Sovyetler Birliğinde yaşayan, savaşın durmasını ve onun eve dönebilmesini isteyen korkmuş küçük bir oğlu ve kızı olduğunu hatırladığını düşünmek istiyorum. Keşke bu küçük iyilik hareketi için ona teşekkür edebilseydim. Belki de tüm bu hikâyeyi anlatarak tam da bunu yapabilirim. Çünkü korkmuş küçük bir çocuga kiraz vermek için bir ağaca tırmanmaktan başka bir şey yapmamış olsa da bana da bir şeyler verdi. Hepimizin geleceği için bana umut verdi ve belki de tutunması gereken şey budur.
---
*Anma Günü veya halk arasındaki adıyla Gelincik Günü-Common Poppy Day, I. Dünya Savaşı sonrası bugünkü adıyla İngiliz Milletler Topluluğu’nda görev sırasında ölen silahlı kuvvetlerinin üyelerini anmak amacıyla ilan edilen resmi bir anma günüdür. Her yıl 11 Kasım’da anılır.