AMERİKAN RÜYASININ KOFLUĞU

MUBİ´de izlenebilecek film 1970´lerin estetiğiyle, hafif politik bağlamlı, minimal anlatımlı, romantize edilmemiş bir soygunu anlatan trajik bir komedi. Olgunluk dönemini yaşayan Kelly Reichardt mükemmel bir mizansen eşliğinde fiyaskoyla neticelenen soygun sonrasında yaşananları anlatıyor. Film, arka planındaki Vietnam Savaşı´nın travması, feminist başkaldırışı aracılığıyla, dönemin Amerikan toplumunu siyasi bağlamda perdeye taşıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Kasım 2025 Çarşamba

THE MASTERMIND’

Yön Sen.ve Kur: Kelly Reichardt

Gör: Christopher Blauvelt

Müz: Rob Mazurek

Oyn: Josh O’Connor - Alana Haim - Hope Davis - Jasper Thompson - Bill Camp - John Magaro 

Kelly Reichardt’ın ‘The Mastermind’ı, 1970’ler estetiğiyle, hafif politik bağlamlı, minimal anlatımlı, romantize edilmemiş bir soygunu anlatan trajik bir komedi filmi. Film, güzel sanatlar eğitimini yarıda bırakmış, bir baltaya sap olamamış J.B. Monney’in (Josh O’Connor) Massachusetts’teki bir müzeden soyut birkaç tabloyu çalmak için yaptığı acemice girişimi anlatıyor. Her tarafı sarkan soygun planı kaçınılmaz olarak duvara tosluyor. Olgunluk dönemini yaşayan Kelly Reichardt mükemmel bir mizansen eşliğinde fiyaskoyla neticelenen bu soygunu ustalıkla perdeye aktarıyor. Film, Massachusetts Worcester Sanat Müzesi’ndeki 1973 tarihli gerçek bir soygundan ilham alıyor. Reichardt senaryosunda başkarakterinin pasifliğini, umutsuzluğunu, zayıflığını ve sosyal bağlamda ilişkisini vurguluyor. Diyalogdan ziyade gözlemlere odaklanan bir anlatımla, filme hafif bir melankoli hissi katılmış.

Mooney’in içinde bulunduğu çaresizlik ve çıkışsızlık duygusu film boyunca ustalıkla derinlemesine işleniyor. Politik ve sosyal arka plan mizansene tematik ağırlık katıyor. ‘The Mastermind’ alışılmış kalıpların dışında anlatılmış, sürükleyici olmayı başaran bir soygun filmi. Kelly Reichardt anti-Hollywood tarzına rağmen canlı ama karanlık bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Film ‘mükemmel bir yavaş soygun’ olarak başlayıp, ardından soyguncuların içine düştüğü karmaşa ve içsel çöküşe odaklanarak, soygunu altüst eden bir karakter çalışması sunuyor. Amerikalı yönetmen, alışılmış tür kurallarını altüst ederek erkek egemen arzuların ve Amerikan rüyasının kofluğunu, boşluğunu açığa çıkarıyor. Film anti-Hollywood yaklaşımıyla, soygunun kendisinden ziyade sonuçlarına, karakterin ruh haline ve toplumsal yansımalarına odaklanmayı tercih ediyor.

Her tarafı sarkan plan

Soluk renkli uzun planlar, caz müziği eşliğindeki durgun görüntülerle politik ve sosyokültürel dönemin atmosferi ustalıkla yansıtılıyor. Zaman ve mekân, Vietnam Savaşı protestoları ve dönemin toplumsal atmosferini yansıtan görsel kompozisyonlarla, uzun statik çekimlerle destekleniyor. Bu unsurlar beceriksiz başkarakterimizin iç dünyasını dışa vuruyor. Sanat okulu mezunu J.B. Mooney Massachusetts’in bir banliyösünde eşi Terri (Alana Haim) ve iki küçük çocuğuyla yaşayan işsiz bir marangozdur. Bir sanat müzesinden Arthur Dove tablolarını çalmaya karar verir. Planı basittir: tabloları çal, bir örtüye sar, hızla kaç, sonra onlara müşteri bul. Mooney bir bodrum katında buluştuğu Guy ve Larry’ye, üzerinde uzun zamandır düşündüğü planı açıklar. Plan, bir kaçış arabası çalmayı, joker Ronny’yi soyguna dâhil etmeyi ve çorapları maske olarak kullanmayı içeren bir kapkaç oyunudur.

Ancak seçtiği yardımcılar yetersiz kaldığı için planı sekteye uğrar. İşbirlikçilerden biri vazgeçer, diğerleri yüzünden de kontrolden çıkar. Fırsatçı kaçış planı ‘8 dakikalık soygun’ diye tanımlansa da, gerçekte kaotik bir hal alır. Film, soygundan sonra yaşananların etkisi, Monney’in aile ilişkileri, kaçışı ve umutsuzluğunu merkezine alır. Ancak filmin dört kahramanı komik derecede beceriksiz, düşük zekâlı soygunculardır. Soygundan yaralı, bitkin bir şekilde eve dönen Mooney oturma odasında kendisini bekleyen polisi bulur. Guy çoktan kaçmış, Larry çok geçmeden ona ihanet edecektir. Terri çocukları alıp, saygın bir yargıç olan babasının evine taşınmak için kocasını terk eder. Arkadaşlarıyla güpegündüz çaldığı dört tablo ile Mooney, sanat eserlerini elde tutmanın çalmaktan daha zor olduğunu görünce, kaçak bir hayata mahkûm olmaktan kurtulamaz.                                                   

Film arka planında, Vietnam Savaşı’nın travması dışında dönemin feminist başkaldırısı, öğrencilerin protesto yürüyüşleri, marjinalleşmiş toplumun direnişi gibi dönemin Amerikan toplumunu siyasi bağlamda perdeye taşıyor. Yavaş ama yoğun temposuyla film izleyicisini düşünmeye davet ediyor. Mooney karakteri senaryoda karizmatik ama yeteneksiz, sıradan ama sürükleyici olarak çizilmiş. Filmde orta sınıfın umarsızlığı ve toplumsal çürüme temaları öne çıkıyor. İnce bir mizah ve ironi duygusuyla beslenen yorumuyla Kelly Reichardt ‘The Mastermind’ ile alçakgönüllü ama derinden etkileyici bir filme imzasını atıyor. Nice-Matin Gazetesi eleştirmeni filmi “gereksiz sahneler barındıran ağır anlatımlı, zayıf ritimli, Cannes’ın ana seçkisine yakışmayan bir film” olarak değerlendirdi.

Film, her ikisi de 2018’de çekilen, Alonso Ruizpalacios’un ‘Müze / Museo’ ve Bart Layton’ın ‘Amerikan Soygunu / American Animals’ını akla getiriyor. Müze’nin Meksikalı yönetmeni 1985’te Meksika Ulusal Antropoloji Müzesinden çalınan 140 eserin öyküsünü perdeye taşımıştı. İngiliz belgesel yapımcısı Layton ‘Amerikan Soygunu’nda dört gencin, hayatlarını bir film sanarak yaptıkları ABD tarihinin en cüretkâr soygunlarından birini anlatmıştı. Cannes Film Festivali Direktörü Thierry Frémaux Reichardt’ın filmi için “Amerikalı yönetmen ‘The Mastermind’ ile 1970’lerin kısa suç filmleri türünü yeniden ele alıyor” dedi.

        

Kaotik soygun öyküsü

Kelly Reichardt ile evvelce ‘First Cow’, ‘Showing Up’ filmlerinde çalışan tecrübeli görüntü yönetmeni Christopher Blauvelt, sıcacık sonbahar görüntüleri eşliğinde dönemin atmosferini yaşatmayı başarıyor. ABD için kâbus sayılan Vietnam Savaşı protestoları, savaşın Kamboçya’ya yayılması endişesi gibi yürüyüşler 1970’lerin Amerika’sını perdeye getiriyor. Bob Mazurek’in coşkulu, cazvari perküsyonlu, trompet ağırlıklı müziği mizansene katkı veriyor. Filmin başrol oyuncusu Josh O’Connor ‘La Chimera’ filminde canlandırdığı eski arkeoloji bilgini iken antik çağ hırsızlığına dönüşen karaktere benziyor. Ama Alice Rohrwacher’in filminde beceriksiz bir soyguncu değil, sanat hırsızlığı konusunda bilgili, uzman ve güçlü bir karakter idi. The Mastermind’da soygun sonrası felaketin kasvetli ayrıntıları ana olay kadar önemli. Reichardt’ın gözlemci bakış açısıyla filmi etkileyici kılan bu ayrıntıdır.

Prens Charles’ı canlandırdığı ‘The Crown’ dizisinden tanıdığımız genç İngiliz aktör Josh O’Connor (35), Luca Guardagnino’nun ‘Challengers’inde, Ellen Kurras’ın ‘Lee’sinde de oynadı. Bu yıl Cannes ana yarışmasındaki Oliver Hermanus’un ‘Sesin Tarihi / The History of Sound’unda başrolü Paul Mescal ile paylaştı. Hollywood’un yıldızı yükselen genç kadın oyuncularından Alana Haim, Mooney’in talihsiz eşi rolünde, diyalogsuz ancak duygularını dile getiren mimikleri ve hüzünlü yüzüyle oyun gücünü kanıtlıyor. Başrolünü oynadığı Paul Thomas Anderson’un ‘Licorice Pizza’daki performansıyla ünlenen Alana Haim, aynı yönetmenin ‘One Battle After Another’ adlı projesinde de yer alıyor. Filmde Mooney’in annesini tecrübeli aktris Hope Davis canlandırıyor.

Yazımızı Amerikan Bağımsız Sinemasının önde giden yönetmenlerinden Kelly Reichardt ile bitirelim. 1964 Miami doğumu yönetmen, senaryo yazarı, oyuncu, yapımcı ve kurgucu Reichardt, minimalist anlatımı ve karakter odaklı filmleriyle tanınıyor. Senaryolarını Jonathan Raymond ile birlikte yazar. Ancak ‘The Mastermind’ın senaryosunu tek başına yazdı ve kurgusunu da üstlendi. Reichardt yavaş sinemayla ilişkili filmlerinde çoğu zaman küçük, kırsal topluluklardaki işçi sınıfı karakterleri konu alır. İlk filmi ‘Old Joy’ (2006) Sundance Film Festivali’nde gösterildi. Cannes Festivali’nde üç kez yer aldı.           

Bu festivalin 2019 jüri üyeleri arasındaydı. ‘Wendy and Lucy’ (2008) Cannes’ın Belirli Bir Bakış Bölümü’nde yer aldı. Oregon’da çekilen ‘Göstermek / Showing Up’ (2022) kariyerini değiştirecek bir serginin arifesindeki bir kadın sanatçıyı merkezine alan bir filmdi. Heykeltıraş olan Lizzie (Michelle Williams) yaratıcılık yaşamı, günlük sorunlar, ailesi ve arkadaşları arasında bocalar. Sergisinin açılış arifesindeki Lizzie’nin yaratış sancıları, günlük sanatçı hayatı, çevresiyle ilişkileri ve hayatındaki kaos filmde inceleme konusu ediliyordu. Kelly Reichardt’ın katıldığı Cannes Film Festivallerindeki tek ödülü, bu filmle kazandığı Carosse D’Or Ödülü.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün