Bu haftaki konuğumuz Mati Shemoelof hem edebi türler hem de diller arasında yazabilen bir şair. Ailesi Irak kökenli, kendisi ise Hayfa doğumlu; yıllardır Berlin´de yaşıyor. Onunla, sunumunu dinlemek üzere gittiğimiz; Boğaz´ın en güzel köşesinde, sanatçılara sağladığı desteğin yanı sıra, yemyeşil doğasıyla adeta bir ilham kaynağı olan Tarabya Kültür Akademisi´nde tanıştık. İstanbul´da geçirdiği dört ayını anlatan, edebi simgelerle bezenmiş konuşmasını ve hayranı olduğu İstanbul Boğazı için yazdığı şiirini dinleme fırsatını bulduk.
Mati Shemoelof şiir, düzyazı ve denemelerden oluşan on iki kitabında sürgün, kimlik ve hafıza konularını diasporanın bakış açısıyla ele alıyor. Hayfa’da, bünyesinde Iraklı, İranlı, Kürt ve Suriyeli Yahudi üyeler barındıran bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Shemoelof’un bu mirası, çok dilli ve kültürlü sesini şekillendirmiştir. Eserleri arasında, Avrupa merkezci anlatılara meydan okuyan ve bir arada yaşamak için şiirsel alanlar açan Der Preis (‘Bedel’, PalmArtPress - 2025) adlı romanı ile Baghdad /Haifa /Berlin (Aphorisma Verlag, 2019) adlı iki dilli şiir kitabı bulunuyor. Çok sayıda dilde ve kültürel çevrede yayımlanan metinleri, Yahudi-Müslüman hikâyelerini ve ulus-ötesi kimlikleri eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor.
Shemoelof ile söyleşimizden satırbaşları…
Okurlarımıza kendinizden bahseder misiniz, Mati Shemoelof kimdir?
Mati Shemoelof bir baba, eş ve çok dilli, çok disiplinli bir yazar ve küratördür. İsrail'de Arap-Yahudi bir ailede doğdum; annem Irak'ta, kızım ise son 12 yıldır yaşadığım Berlin'de doğdu. Kendimi her şeyden önce bir sanatçı olarak görüyorum ve bu nedenle kendimi aynı anda birçok sanat projesine adadım. Yakında, ortak editörlüğünü yaptığım ve Gazze'deki insani yardım çalışmaları için para toplamaya adanmış bir Almanca sanat dergisi yayınlayacağım. İlk albümümün çıkışı ise önümüzdeki yıl için planlanıyor. Bu albüm, şarkılarını benim yazdığım ve müziğini Gidi Farhi'nin bestelediği ortak bir çalışma olacak. Albüm, ‘Gidi & Mati’ adıyla çıkacak. Birdenbire edebi çalışmalarımı bırakıp şarkı söylemeye de başladım.
Sizinle Tarabya Kültür Akademisi'ndeki sunumunuz sırasında tanıştık. Bu akademide kalma amacınız neydi?
Tarabya Kültür Akademisi'nde kalmamın amacı, dört ayımı bir İslam ülkesinde geçirmek ve yazmaktı. Ailemin köklerinin olduğu Irak, İran ve Suriye'ye, şu anda İsrail ile savaş halinde oldukları için gidemiyorum. Ancak Alman bir sanatçı olarak Türkiye'ye gelip çok sevdiğim sanata odaklanabildim. İngilizce, İbranice, Almanca dillerinde yeni bir şiir dizisi kaleme aldım ve ikinci İbranice romanımı yazmaya koyuldum. Ayrıca uluslararası bir dergide yayınlanan bazı denemeler yazdım.
Şiir, deneme, oyun, makale gibi birçok türde yazıyorsunuz. Tür seçiminizi ne yönlendiriyor, kendinizi hangisine daha yakın hissediyorsunuz?
Ufkumu genişletmeye çalışıyorum. İlham perileri izin verirse, bir mucize olur ve kendimi yepyeni bir alanda da bulabilirim. Örneğin, 7 Ekim'den sonra Danimarka'daki bir dergiden, makale yazmak için davet aldım, İsrail ve Filistin şiirlerini dâhil ederek yazdım. O zamandan beri yedi makale kaleme aldım, bunlar Almanca ve diğer dillerde yayınlandı. Türden türe geçmek bana hayat veriyor. Her şeyden önce bir şairim, ama içime bakarsanız, başka alanlara da yönlendirilebilecek bir tür yaratıcı enerji var. Bir deyişle “ayakkabı ayağa uyarsa, ayak yürür.”
Şiirlerinizi üç dört farklı dilde yazıyorsunuz. Hangisini kullanacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Çok dillilik, yaratıcılığınızda ve mesajlarınızda nasıl bir rol oynuyor?
Birden fazla dilde, düz yazı yazmak zor olurdu. Şiir ise, dua kitabı gibi, farklı dilleri denememize olanak tanır. Aslında bu durum, bazen Almanca, bazen İngilizce, bazen de İbranice ve Arapça konuştuğum diasporadaki halimi yansıtıyor. Ve şimdi buna birkaç kelime Türkçe de eklendi. Çok dillilik, kültürün, tek bir ülkede yaşayan, tek bir ulusal dil konuşan ve tek bir halka ait olduğu şeklindeki milliyetçi düşünceye karşı çıkıyor.
Uzun yıllardır Berlin'de farklı kültürler arasında yaşayıp, yazıyorsunuz. Diasporada yaşamak sesinizi ve temalarınızı nasıl şekillendirdi?
Diaspora bana, vatanımda asla öğrenemeyeceğim farklı hayatlar hakkında çok şey öğretti. Yeni bir dil, Almanca öğrendim; tüm değerleri, kültürü ve coğrafyasıyla Alman dünyasına girdim. Son yıllarda Avusturya'da bile sahne aldım ve birkaç hafta sonra da İsviçre'ye gideceğim. Alman dünyası önümde bir istiridye kabuğu gibi açıldı. Diaspora, doğduğunuz yeri kaybetmenin verdiği büyük bir melankoliyi barındırır, ancak kendinizi buna açarsanız, kültürler ve diller arasında yaşamak için hayal edilemeyecek bir fırsat da sunar.
Almanya'ya göç ettiğinizde Mizrahi kimliğiniz nasıl gelişti? Diasporada olmak nasıl bir durum, kaybolmak mı yoksa yaratıcılık için bir fırsat mı?
Almanya'ya Mizrahi bilinciyle ve nereden geldiğini bilen bir Arap Yahudi’si olarak geldim. Ancak Almanya’da Arap Yahudileri ve tarihleri hakkında pek fazla bilgi yok. Avrupa tarihi Avrupa merkezlidir. Onun sadece Avrupalı Yahudileri Yahudi kültürünün temsilcileri olarak tanıdığı bu döngüden çıkmamız gerekiyor. İsrail'de de ailemin kültürü hakkında hiçbir şey öğrenmedim, yani Irak, Suriye veya İran hakkında hiçbir şey öğrenmedim. Bu ülkelerdeki Arap Yahudi kültürünün yokluğu, elimde bir hazine olduğunu fark etmemi sağladı ve çevremdekilere bu hazinenin değerini öğretmeye çalışıyorum.
Dinlediğim röportajlarınızdan birinde büyükannenize derin sevginizden bahsettiniz. Bunun hayatınızı ve kariyerinizi nasıl etkilediğini anlatabilir misiniz? Gazetemizi okuyan birçok büyükanne var, eminim bunu okumaktan mutluluk duyacaklardır.
Mati Shemoelof şiir, düzyazı ve denemelerden oluşan on iki kitabında sürgün, kimlik ve hafıza konularını diasporanın bakış açısıyla ele alıyor. Hayfa’da, bünyesinde Iraklı, İranlı, Kürt ve Suriyeli Yahudi üyeler barındıran bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Shemoelof’un bu mirası, çok dilli ve kültürlü sesini şekillendirmiştir. Eserleri arasında, Avrupa merkezci anlatılara meydan okuyan ve bir arada yaşamak için şiirsel alanlar açan Der Preis (‘Bedel’, PalmArtPress - 2025) adlı romanı ile Baghdad /Haifa /Berlin (Aphorisma Verlag, 2019) adlı iki dilli şiir kitabı bulunuyor. Çok sayıda dilde ve kültürel çevrede yayımlanan metinleri, Yahudi-Müslüman hikâyelerini ve ulus-ötesi kimlikleri eleştirel bir yaklaşımla ele alıyor.
Shemoelof ile söyleşimizden satırbaşları…
Okurlarımıza kendinizden bahseder misiniz, Mati Shemoelof kimdir?
Mati Shemoelof bir baba, eş ve çok dilli, çok disiplinli bir yazar ve küratördür. İsrail'de Arap-Yahudi bir ailede doğdum; annem Irak'ta, kızım ise son 12 yıldır yaşadığım Berlin'de doğdu. Kendimi her şeyden önce bir sanatçı olarak görüyorum ve bu nedenle kendimi aynı anda birçok sanat projesine adadım. Yakında, ortak editörlüğünü yaptığım ve Gazze'deki insani yardım çalışmaları için para toplamaya adanmış bir Almanca sanat dergisi yayınlayacağım. İlk albümümün çıkışı ise önümüzdeki yıl için planlanıyor. Bu albüm, şarkılarını benim yazdığım ve müziğini Gidi Farhi'nin bestelediği ortak bir çalışma olacak. Albüm, ‘Gidi & Mati’ adıyla çıkacak. Birdenbire edebi çalışmalarımı bırakıp şarkı söylemeye de başladım.

Sizinle Tarabya Kültür Akademisi'ndeki sunumunuz sırasında tanıştık. Bu akademide kalma amacınız neydi?
Tarabya Kültür Akademisi'nde kalmamın amacı, dört ayımı bir İslam ülkesinde geçirmek ve yazmaktı. Ailemin köklerinin olduğu Irak, İran ve Suriye'ye, şu anda İsrail ile savaş halinde oldukları için gidemiyorum. Ancak Alman bir sanatçı olarak Türkiye'ye gelip çok sevdiğim sanata odaklanabildim. İngilizce, İbranice, Almanca dillerinde yeni bir şiir dizisi kaleme aldım ve ikinci İbranice romanımı yazmaya koyuldum. Ayrıca uluslararası bir dergide yayınlanan bazı denemeler yazdım.
Şiir, deneme, oyun, makale gibi birçok türde yazıyorsunuz. Tür seçiminizi ne yönlendiriyor, kendinizi hangisine daha yakın hissediyorsunuz?
Ufkumu genişletmeye çalışıyorum. İlham perileri izin verirse, bir mucize olur ve kendimi yepyeni bir alanda da bulabilirim. Örneğin, 7 Ekim'den sonra Danimarka'daki bir dergiden, makale yazmak için davet aldım, İsrail ve Filistin şiirlerini dâhil ederek yazdım. O zamandan beri yedi makale kaleme aldım, bunlar Almanca ve diğer dillerde yayınlandı. Türden türe geçmek bana hayat veriyor. Her şeyden önce bir şairim, ama içime bakarsanız, başka alanlara da yönlendirilebilecek bir tür yaratıcı enerji var. Bir deyişle “ayakkabı ayağa uyarsa, ayak yürür.”
Şiirlerinizi üç dört farklı dilde yazıyorsunuz. Hangisini kullanacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Çok dillilik, yaratıcılığınızda ve mesajlarınızda nasıl bir rol oynuyor?
Birden fazla dilde, düz yazı yazmak zor olurdu. Şiir ise, dua kitabı gibi, farklı dilleri denememize olanak tanır. Aslında bu durum, bazen Almanca, bazen İngilizce, bazen de İbranice ve Arapça konuştuğum diasporadaki halimi yansıtıyor. Ve şimdi buna birkaç kelime Türkçe de eklendi. Çok dillilik, kültürün, tek bir ülkede yaşayan, tek bir ulusal dil konuşan ve tek bir halka ait olduğu şeklindeki milliyetçi düşünceye karşı çıkıyor.
Uzun yıllardır Berlin'de farklı kültürler arasında yaşayıp, yazıyorsunuz. Diasporada yaşamak sesinizi ve temalarınızı nasıl şekillendirdi?
Diaspora bana, vatanımda asla öğrenemeyeceğim farklı hayatlar hakkında çok şey öğretti. Yeni bir dil, Almanca öğrendim; tüm değerleri, kültürü ve coğrafyasıyla Alman dünyasına girdim. Son yıllarda Avusturya'da bile sahne aldım ve birkaç hafta sonra da İsviçre'ye gideceğim. Alman dünyası önümde bir istiridye kabuğu gibi açıldı. Diaspora, doğduğunuz yeri kaybetmenin verdiği büyük bir melankoliyi barındırır, ancak kendinizi buna açarsanız, kültürler ve diller arasında yaşamak için hayal edilemeyecek bir fırsat da sunar.
Almanya'ya göç ettiğinizde Mizrahi kimliğiniz nasıl gelişti? Diasporada olmak nasıl bir durum, kaybolmak mı yoksa yaratıcılık için bir fırsat mı?
Almanya'ya Mizrahi bilinciyle ve nereden geldiğini bilen bir Arap Yahudi’si olarak geldim. Ancak Almanya’da Arap Yahudileri ve tarihleri hakkında pek fazla bilgi yok. Avrupa tarihi Avrupa merkezlidir. Onun sadece Avrupalı Yahudileri Yahudi kültürünün temsilcileri olarak tanıdığı bu döngüden çıkmamız gerekiyor. İsrail'de de ailemin kültürü hakkında hiçbir şey öğrenmedim, yani Irak, Suriye veya İran hakkında hiçbir şey öğrenmedim. Bu ülkelerdeki Arap Yahudi kültürünün yokluğu, elimde bir hazine olduğunu fark etmemi sağladı ve çevremdekilere bu hazinenin değerini öğretmeye çalışıyorum.
Dinlediğim röportajlarınızdan birinde büyükannenize derin sevginizden bahsettiniz. Bunun hayatınızı ve kariyerinizi nasıl etkilediğini anlatabilir misiniz? Gazetemizi okuyan birçok büyükanne var, eminim bunu okumaktan mutluluk duyacaklardır.
Büyükannem Rachel Hazaz, huzur içinde yatsın, mekânı cennet olsun, her yere benimle gelir. Onu gerçek bir sevgiyle seviyorum ve bizi biz yapan her şey için ona minnettarım. Tek bir odada beş çocuk yetiştirdi. İbranice okumayı ve yazmayı bilmiyordu, ama ailesini ileriye taşımak için pek çok işte çalıştı. Bugün, çoğumuz akademik derecelere sahibiz. Ben tezimi tamamladım ve 12 kitap yayınladım. Hayatı ileriye götürme gücüm ondan geliyor. Vefat ettiğinde gerçekten yıkıldım, maalesef COVID salgını nedeniyle cenazesine gidemedim. Beni, eşimi ve kızımızı çok severdi. İsrail'de İbranice, Almanya'da Almanca olarak yayınladığım son kitabımda onun anısına bir şiir var.
Günümüzün genel siyasi ikliminde, yazarların rolünü nasıl görüyorsunuz?
Yazarlar olarak, Batı'da sansürün yayılmasına karşı çıkmalıyız. İnsan hakları ve azınlık hakları için mücadele etmeli ve en önemlisi, diktatör liderlerin yükselişinden demokrasiyi kurtarmalıyız. Filistin halkının insani haklarının yitirilmesi ve Batı'nın sessizliği beni dehşete düşürüyor. İsrail halkının Filistin tarihini öğrenmesini ve onların insanlığını tanımasını umuyorum. Ve bir gün kendi ülkelerinde, İsrail ile yan yana yaşayabilmelerini umuyorum. Ukrayna'da olduğu gibi savaşların tırmanmasına izin vermemeliyiz.
Yahudi kimliğimi ve sesimi, çeşitli mücadelelerde dayanışma, şefkat yaratmak ve iklim krizini önlemek için birleşen, daha istikrarlı, demokratik ve sosyal bir dünya hayal etmek için kullanıyorum.
Mati Shemoelof ayrıca, 6 – 8 Kasım tarihleri arasında, yurtiçi ve yurtdışından katılan sanatçılarla gerçekleştirilecek VIII. Çevrimdışı İstanbul Uluslararası Şiir Festivali’ne şiirleriyle katılacak.
***
Tarabya Kültür Akademisi, Alman Federal Meclisi’nin girişimi üzerine kuruldu. Akademi, çeşitli kültürel alanlarda faaliyet gösteren sanatçıları Türkiye’de misafir eden bir program kapsamında Türk-Alman kültür değişimine katkı sağlamaktadır. Programda yer alan bursiyerler belirli bir süre Tarabya’da kalarak yeni izlenimler edinip sanatsal çalışmalarını geliştirme imkânı bulur.