Bir zamanlar sabahlar mis gibi mektup kokardı.
Kağıdın liflerine sinmiş mürekkep, el yazısındaki özen, zarfın kenarına dikkatle yapıştırılmış bir pul…
Bir mektup yollamak, sadece “iyi bayramlar” ya da “mutlu yıllar” demek değildi;
“Ben seni hatırladım” demekti.
Birinin kalbinde yerin olduğunu hissettiren küçük ama gerçek bir temas…
Şimdi her şey saniyeler içinde ulaşıyor.
Ama duygular, nedense yolda kalıyor…
Bayram sabahı bir mesaj gönderiyorsun, iki gri tik beliriyor.
Bir saniye sonra maviye dönüyor.
Okunmuş…
Ve ardından o tanıdık sessizlik…
Ekranda donmuş bir cümle, kalpte yarım kalmış bir niyet…
Bir teşekkür bile gelmiyor çoğu zaman.
Sanki kelimeler artık fazla, içtenlik gereksiz, nezaket lüksmüş gibi…
O mavi tike öyle çok şey sığıyor ki artık…
Bir tebessüm beklentisi, bir barış çabası, bir “unutmadım” demenin masumiyeti…
Ama karşılığı çoğu kez yok.
Küçük bir ekran sessizliğinde büyüyor o kırılganlık.
Ve sonra, iki kelime yazmaya üşenenlerin o tanıdık cevabı geliyor:
Birleştirilmiş el ikonu. 🙏
Ne demek bu ikon?
“Çok yoğunum, seninle uğraşamam” mı?
“Bayram umurumda değil” mi?
“Sen umurumda değilsin” mi?
Yoksa sadece, “ben de bir şey dememiş olmayayım” mı?
Gerçekten ne demek bu?
Bir duyguyu bu kadar yüzeysel bir simgeye sığdırmak…
İçtenliği bir refleks haline getirmek…
***
Ne zaman bu kadar duygusuzlaştık biz?
Oysa bir zamanlar sayfalarca mektup yazan, postaneye gidip pul seçen,
mektup zarflarının içine kurumuş çiçekler koyan insanlar vardı bu ülkede.
O mektuplar haftalarca yol alırdı ama içindeki sevgi hiç eksilmezdi.
Şimdi her şey bir saniyede gidiyor…
Ama anlamı yolda düşüyor.
Bir ikonla geçiştirilen cümleler…
Bir mavi tikte donup kalan sessizlikler…
İnsanın insana olan ilgisinin, nezaketinin, sabrının yerini hız almış.
His gitmiş, hız kalmış.
Oysa tam da bu dönemde, her zamankinden daha çok ihtiyacımız var birbirimize.
Barışa, sevgiye, birlik duygusuna…
Bir cümlenin içinde bile olsa,
“Seni duydum” diyebilmenin inceliğine…
Birbirimize tutunmaya, hatırlamaya, yan yana olmanın sıcaklığına…
Bir mesajın ardında sadece bir ekran değil, bir kalp olduğunu unutmamaya.
Zaten bir avuç kalmışız.
Birbirimizi duymaktan, hatırlamaktan, iyi dileğe iyi dilekle karşılık vermekten vazgeçmek neden?
Bazen iki kelime, bir simgeden çok daha fazla şey anlatır.
Bir “senin de bayramın kutlu olsun” demek,
bazen bir köprü kurar, bazen bir yalnızlığı iyileştirir.
Her şeyin hızla yer değiştirdiği bu çağda,
insan olmanın en yavaş ama en kıymetli tarafını unuttuk.
Bir duyguyu ifade etmek için durmayı…
Bir cümleyi hissettirmek için düşünmeyi…
İki kelimeyi eksiksiz kurabilmek için zaman ayırmayı…
Her şey hızla akarken, biz anlamı kaybettik.
Kırılmaların yerini “görmezden gelmeler”, gönül koymaların yerini “emojiyle geçiştirmeler” aldı.
İnsanlar cevap vermez oldu, çünkü susmak daha az yoruyor.
Ama kimse düşünmüyor:
O cevapsızlık bazen bir cümle eksikliği değil, bir ilişki eksilmesi oluyor.
Ve o eksik cümle zamanla bir duvar örüyor aramıza—Görünmez ama soğuk, ince ama keskin…
Oysa hala elimizde kelimeler var.
Kırılgan ama güçlü.
Sade ama etkili.
Bir “seni anlıyorum”,
bir “ben de seni düşündüm”,
bir “senin de gönlün bayram olsun” diyebilmek…
Ne kadar büyük değişiklik yaratabilir, tahmin bile edemeyiz.
Çünkü bir mesaj, sadece ekranda belirip kaybolan bir veri değil;
Bir kalpten çıkıp, başka bir kalbe ulaşma ihtimalidir.
Ve belki de geriye en çok şunu bırakabiliriz birbirimize:
Bir mesaj değil, bir iz.
Bir ikon değil, bir his.
Ve mavi tike sıkışıp kalan bir sessizlik değil…
Yolunu bulmuş bir cümle.
Sadece yazılmamış, anlaşılmış… ve unutulmamış.