Pandemi trajedisi

Konusu 1980´ler Fransa´sında geçen, gizemli bir bulaşıcı hastalığın gölgesinde şekillenen film, bir aile ve gençlik draması. Metafor yüklü film bir genç kız, doktor annesi ve hastalıklı amcası üzerinden aile, kuşaklararası travma, uyuşturucu bağımlılığı, damgalanma korkusu gibi temaları ele alıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
29 Ekim 2025 Çarşamba

‘ALPHA’

Yön ve Sen: Julia Dıcournau

Gör: Ruben İmpens

Müz: Jim Willams

Kur: Jean-Christophe Bouzy

Oyn: Golshifteh Farahani - Mélissa Boros - Tahar Rahim - Emma Mackey - Finnegan Oldfield - Zohra Benbetka

‘Alpha’ 1980-90’lar Fransa’sında geçen, gizemli bir bulaşıcı hastalığın gölgesinde şekillenen bir aile ve gençlik draması. Filmi merkezinde 13 yaşında Alpha adında huzursuz bir kız vardır. Doktor annesi kapalı bir hastane servisinde çalışmaktadır. Hastane kan yoluyla yayılan bir virüsle mücadele etmektedir. Alpha bir gün okuldan kolunda ‘A’ harfi dövmesiyle gelir. Bu dövme bir kaza mı, yoksa bilinçli bir adım mı, belli değildir. Ancak annesi için bu, kızının bilinmeyen bir virüse maruz kalmış olabileceğini düşündüren bir tetikleyicidir. Film, hastalığın toplum üzerindeki etkisini, korkuyu ve genç bir bireyin bu belirsizlik ortamında kimlik, aidiyet ve dönüşüm süreçlerini irdeliyor. Filmin senarist-yönetmeni Julia Ducournau’nun kendi ergenlik döneminde hastalık karşısında ‘karnında hissedilen korku’dan esinlendiği yazıldı. Film tür olarak ‘body horror’ (beden korkusu) unsurları taşıyor. Hastalık, bedenin dönüşümü veya bozulması biçiminde metaforik ya da doğrudan görsel olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin hastalık, vücudun mermerleşmesi, taş gibi olması gibi sembollerle işlenmiş...

Eleştirmenleri ikiye bölen film

Ducournau’nun kariyerinin üçüncü filmi ‘Alpha’da virüs, epidemik korku, zamanın ruhu, beden dönüşümü gibi temalar öne çıkmış. Film ‘kayıp ve ölümle bağ kurmanın sinemadaki yolu’ şeklinde yorumlanmış. Fransız yönetmen başyapıtı ‘Titane’ ile Cannes Film Festivali tarihine, Jane Campion’dan (The Piano Lessons) sonra Altın Palmiye Ödülü kazanan ikinci kadın yönetmen olarak geçmişti. İzleyici ve eleştirmenleri ikiye bölen ‘Alpha’ görsel tarzı, yarattığı döneme ait atmosfer, mekan tasarımı, beden dönüşümüne dair özgün metaforik imgelemelerle takdir edilmiş. Film savruk senaryosu yüzünden Ducournau’nun ilk iki filmi kadar etkileyici olamıyor. Bazı eleştirmenler filmi karışık ve fazla yüklü bulurken, bazıları duygusal derinliğini, cesur ve samimi anlatımını övdü. Sanatsal niyetine rağmen, hikâyenin bütünlüğü ve anlatım kopukluğu eleştirildi. Filmin görsel açıdan çarpıcı olduğunu yazanlar da oldu, senaryosunun gereksiz yere karmaşık olduğunu bulanlar da.

Ancak tüm eleştirmenlerin birleştiği noktalar, oyuncu kadrosunun başarılı olduğu, Julia Ducournau’nun özgün sinemasal yolculuğunu ısrarla sürdürmekteki kararlılığıydı. Filmin hastalık, kayıp, aile ve geçiş çağı gibi temaları beden korkusu estetiği içinde ele alması, Ducornau’nun önceki iki filmine göre daha içsel bir yaklaşım sergilediği yönünde yorumlanmış. Bazı eleştirmenler dağınık buldukları filmi ‘duygusal odak noktasında net değil’, fazla sembolik olarak değerlendirdiler. AIDS benzeri hastalık motifi metaforları yorumu bazı eleştirmenlerce yüzeysel ya da uygunsuz bulundu. Bazı yorumlar Ducournau’nun şok etki yoğunluğu yüksek ‘Mezar / Grave’ ve ‘Titane’dan sonra, bu filmde ‘enerji olarak düşüş olduğu’ şeklindeydi. Görsel ve tematik olarak özgün ve ilgi çekici bulunan film anlatı ve sinema dili açısından kimi eleştirmenlerin beğenisini kazanamadı. Filmin hikâye akışı ve düşündürücü etki açısından beklentileri karşılamadığı yazıldı.  

Fas kökenli bir ailenin kızı olan Alpha (Mellissa Boros) bir akşam koluna A harfi dövmesi yaptırıp eve gelince, çalıştığı hastanede tuhaf bir hastalık salgınıyla boğuşan doktor annesi (Golshifteh Farahani) dehşete kapılır. Bu hastalık insanları mermer beyazı heykellere dönüştürüyor, ama filmde toplumun buna tepkisi inandırıcı değil. Hastanede doktorlar gülümseyerek çalışıyor, bu felaketi sıradan bir olaymış gibi karşılıyor. Film AIDS veya COVID göndermeleri yapıyor, uyuşturucu bağımlılığı, cinsiyetçilik ve homofobi temalarına dağınık bir yorumla değiniyor. Ducournau’nun önceki iki filmindeki body horror ögelerinden biraz ayrıldığı, bu kez beden dönüşümünü ve ergenlik geçişini, daha kişisel bir dramatik çerçeveyle ele aldığını söylemek mümkün.                                                                         Yönetmenin filmin görsel ve sembolik yoğunluğu duygusal olarak işleyişini yeterince kuramadığını, dramın anlatı derinliğinin zayıf kaldığını yazan eleştirmenler de oldu. Sinema dilindeki kopukluklarıyla, filmin izleyiciyle bağ kurma açısından yeterince karşılık bulmadığı söylenebilir.  

 

Toplumsal paranoya ve dışlanma                                                          

Filmde bir genç kız, doktor anne ve hastalıklı bir amca (Tahar Rahim) üzerinden, aile, kuşaklararası travma gibi temalar ele alınıyor. Anlatının dağınıklığı eleştirilen filmin, temaların yoğunluğu ve metaforik yaklaşımın izleyici açısından takibi zorlaştırdığını da söylemek mümkün. Bu psikolojik gerilim ve korku filmi, iki kayıp ruhla uğraşmak ve çözüm bulmak zorunda kalan kadın doktorun dramını anlatıyor. Virüse yıllar önce yakalanan, tek başına yaşayan doktorun kardeşi Amin kız kardeşine sığınıp evin zoraki bir misafiri olmuştur. Ducournau derinlikli çalışması provokatif filminde, abartılı, çizgi dışı ve sürreel bir sinema dili aracılığıyla, kariyerini özgün bir konuyla sürdürüyor. Toplumsal rolleri sorgulayan, merak uyandıran bu cesur sinemasal deneyim, hastalık ve toplumsal dalgalanma ekseninde etkileyici bir dram. Film özellikle ergenlik dönemi, hastalık korkusu ve sosyal temalar işleyerek izleyiciyi düşündürücü bir yolculuğa çıkarıyor. Filmde toplumsal dışlanma, anne-kız ilişkisi, damgalanma korkusu, eroin bağımlılığı, ölüm ve dönüşüm temaları öne çıkıyor.

Julia Ducournau’nun en kişisel ama aynı zamanda bu en sorunlu filminin ‘kült klasik olma potansiyeli’ olduğunu ileri sürenler de oldu. AIDS salgını başladığında -8 yaşlarında olan Ducournau “Tarihi bir film yapmak istemediğim için bir hastalık uydurmak zorunda kaldım. Çünkü asıl bahsetmek istediğim şey, toplumdaki korku ve utancın hastalar, aileleri ve nesiller üzerindeki korkunç etkisiydi” dedi. Fransız yönetmen AIDS’i şöyle tarif ediyor: “Bulaşıcı bir korku hali, toplumun bir kesiminin utancı ve bu toplumsal sorunun hepimizi ilgilendirdiğini kabullenmeyi reddetmesi. Pandemi trajedisi, aile draması, alternatif tarih fantezisi olarak ‘Alpha’ iddialı, radikal, dokunaklı bir üslup çalışması. Ducournau’nun senaryosu Alpha’nın hastalığı kapıp kapmadığı, amcası Amin’in akıbeti üzerinde hiç durmuyor. Derdi sadece bu pandeminin yarattığı travmayı otopsi masasına yatırmak.

Hastaları yavaş yavaş mermere dönüştüren, kan yoluyla bulaşan ölümcül hastalığa yakalandığından endişe edilen genç kız üzerinden film, utanç içinde ölüme mahkûm edilen AIDS hastalarının yaşadığı yalnızlık duygusunu aktarmadaki başarısıyla övgüyü hak ediyor. ‘Alpha’ bu yönüyle Robin Campillo’nun ‘Kalp Atışı Dakikada 120’ ve Leos Carax’ın ‘Kötü Kan’ filmleriyle akrabalıklar taşıyor. Filmin başarılı üç oyuncusundan, Alpha’yı canlandıran 13 yaşındaki Mellissa Baros müthiş bir keşif. Performansı, özellikle içsel çatışmaları ve karakterinin yaşadığı korkuyu yansıtmadaki yeteneği övgüyü hak ediyor. Filmin son sahnesinde kameraya umutsuzca baktığı sahne, François Truffaut’nun başyapıtı ‘400 Darbe’nin finalindeki Jean-Pierre Léaud’nun yürekleri parçalayan yüz ifadesini akla getiriyor. Tahran doğumlu, sürgünde yaşayan Golshifteh Farahani (42) doktor anne rolünde mükemmel Fransızcasının yanında filmde Arapçayı şivesiz kullanmadaki başarısıyla şaşırtıyor. Rolünün hakkını vermek için 20 kilo zayıflayan Tahar Rahim (44) görkemli kompozisyonuyla adeta dışlanmış olarak kabul edilen AIDS hastalarına saygı duruşunda bulunuyor. En savunmasız olduğu zamanda yalnızlığa terkedilen, yaralı bedenlerin görünmezliğini temsil eden bir rolde, kaburgaları sayılan fiziğiyle, canlandırdığı Amin karakterinin fiziksel çöküşünü hissettiren Rahim, kariyerinin en güçlü performanslarından birini çıkarıyor. ‘Alpha’ dünya prömiyerini mayısta Cannes Festivali’nin ana yarışmasında yaptı. Film ülkemizde cuma günü vizyona girecek.                                                                

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün