CHI PO, NON VO,
CHI VO, NON PO,
CHI SA, NON FA,
CHI FA, NON SA,
ET COSI, IL MONDO
MAL VA…
İtalya’nın Ascoli Piceno kasabasında tarihi bir duvar yazısı. Anlamı;
“Yapabilen istemiyor,
İsteyen yapamıyor,
Bilen yapmıyor,
Yapan bilmiyor,
İşte dünya böyle kötüye gidiyor.”
Tarih tekerrür ettiği için mi, bazı şeyler asla değişmez olduğu için midir bilinmez, 500 yıl öncenin bu sözü, hala geçerliliğini korumakta.
Tabi kötüye gidişin tek sebebi bu değil. Bu dünyanın kötülerin dünyası olmasından, düzenin bozukluğuna veya sistemin başarı odaklı olup, bunun için her yolun mubah sayılmasına kadar çok farklı olgular sebep olarak önerilebilir, çoğu da mutlaka doğrudur.
Yukarıdaki deyişe dönecek olursak, bu sözün bana anlattığı, ‘bir eylem’ için hem bilgi, hem istek/irade, hem de bunu uygulayacak gücün gerekliliğidir. Sözü bir adım ileriye taşırsak, ‘iyi bir eylem’ için de, hem bilgi, hem irade ve güç, hem de istenilenin ‘iyi’ olması gerekir. Yani, tıpkı ancak dört ayak üzerinde durabilen bir masa gibi, beğenilecek ve güzel diye tanımlanacak bir işin çıkması için bu dört bacağın dördü de gerekli.
Konu bir şeyler üretmek, iş yapmak olduğunda, hep konuşan ve eleştirenlerden de söz etmek gerekir. Bu konuşanların çoğu ‘iş yapma’ aşamasında pek yer almazlar. Taşın altına ellerini sokmadan, risk almadan işin içinde veya işle ilgili görünmeyi tercih edenlerdir onlar. Aynı zamanda bir şeyler üreten veya üretmeye çalışanların tökezlemelerinden haz alan bu kesimdekiler, kendi derinliklerindeki eksiklikler ve yetersizliklerde boğulmaktadırlar belki de.
Alttaki görsel bu durumu çok güzel betimlemekte. Gösterildiği gibi insanları bu anlamda üç gruba ayırırsak, toplumda önemli bir kısım ‘eleştiriciler’ grubunda yer alacaktır. Bunlar iş yaparken çalışılan ortamı ve mevcut şartları gözetmeden, iş yapanların hatalarını tespit etme ve üzerine konuşmaya meyillidirler. Bence en büyük kötülükleri de, bir şey yapmamalarını geçelim, açmakta olan yeni filizlerin üzerlerini kapatmaları ve filizlere su tutan ellerin direncini kırmalarıdır. ‘Eleştiriciler’ olarak tanımlanan bu gruptakiler, yapmaya çalışanların çabalarından bahsedilmesinden de pek haz almaz, konunun geçiştirilmesini isterler. Bu noktada yapıcı eleştiriyi elbette bir kenara koymalıyız ama yapıcı eleştiride hem niyet, hem de üslubun önemine dikkat çekelim. Hani “dost acı söyler” şeklinde bir sözümüz vardır ya, acaba “Dost, acıyı da tatlı söyler” olarak mı revize edilmeli?
İkinci grup ise ‘konuşanlar’dır, daha doğrusu ‘sadece konuşanlar’. Onları, fikir ve planların konuşulması ve tartışılmasında yer almaktan keyif alan, fakat harekete/eyleme geçmeyenler şeklinde tanımlayabiliriz. Fikir beyan etme aşamasında duydukları istek veya heyecana karşın, uygulama aşamasında söner, görünmez olurlar, sözlüye kalkmak istemeyen öğrencinin bakışlarını hocadan kaçırması misali. Onlar, bulunduğu konum ve imkanlar gereği konuştuğu konu hakkında bir şeyler yapma imkanı olmayanlardan ziyade, her durumda bir şey yapmayandır. Genelde WhatsApp gruplarında, cafelerde, dost meclislerinde etkileyici bir şekilde boy gösterirler, sorumluluk almadan yorum ve eleştiri bildirmede aktiftirler. Hükümetten, spor kulüplerine, apartman komşusundan, trafikte gördüklerine, her konuda fikirleri vardır ve genelde bu özelliklerinden gurur duyarlar. İçlerinden bazıları ‘reklamlar’ bölümünde öyle başarılıdırlar ki, burada eleştirilen yanlarını güzelce kamufle edebilip, terfiler alırlar, tahmin edilemeyecek yerlere veya pozisyonlara gelirler.
Günümüz dünyası da az veya yetersiz bilgiyle konuşmayı, görüş bildirmeyi kolaylaştırdı sanki. Post-modernitenin getirdiği sisli ortamda konuya vakıf olsun, olmasın, herkes kendine göre bir şeyler beyan edebilmekte, “Bu da benim görüşüm” diyerek işin içinden çıkabilmekte. Konu üzerinde okumalar yaparken, işin psikolojik boyutuyla ilgili hoşuma giden bir tespiti de burada paylaşmak isterim. Yapılan araştırmalar ve deneyler, bir işi tartışmada veya hedef hakkında fikirler üzerinde konuşmada, aynı o işi başarmadaki gibi haz alındığını ortaya koymakta. Bu da ‘konuşanlar’ grubunun, yapanlar, hatta başaranlar kadar haz aldığını bize söylüyor, hem de yapmanın zahmetlerine katlanmadan, risklerinin altına girmeden.
Tabi, bu ikinci grubu eleştirirken ihtiyatlı da olmak gerekir. Zira bu grupta gördüklerimizin fikir paylaşmaları ve ‘brainstorm’a katkıda bulunmaları da değerlidir. Fakat bu yapıdakilerde genelde konu veya fikrin düzenli takibi olmadığı için, bu fikirler çoğu zaman uygulamaya geçmeden askıda kalır.
Üçüncü grup pro-aktif nitelikli, sonuç ve başarı odaklı ‘Yapıcılar’dan oluşur. Onlar harekete geçmek için illa şartların mükemmel olmasını beklemezler. Konsantrasyonları gidilecek yolun detaylarında olup, motivasyon kaynakları hedefe varmaktır. Genelde çevreleri tarafından işlerini başarıyla yapan kimseler olarak düşünülseler de, aslında en önemli özellikleri hep başarılı olmaları değil, düştüklerinde tekrar ayağa kalkmaları ve vazgeçmemeleridir. Tıpkı ışık veren bir ampule ulaşabilmek için bine yakın prototip geliştiren Edison gibi.
Daha iyi bir dünya için üç grubun da varlığı gerekli diyerek sonlandırmalıyım herhalde ama buna elim varmıyor. Bu nedenle, son grubu öne çıkararak “Bu dünya ancak araştıran, düşünen, öğrenen, fikir üreten, gelişme ve değer yaratma sevdasıyla hayallerinin peşinden cesaretle giden, bilinçli tercihleri doğrulusunda alın ve akıl teri akıtan bireylerin çoğalması ile daha yaşanılası bir yer olacak” sözleriyle noktalamak istiyorum.

Sevgiyle kalın…