Anadolu yakasının yeni sahnesi Kadıköy Oda Tiyatrosu

Erdoğan MİTRANİ Sanat
15 Ekim 2025 Çarşamba

Film ve televizyon seyircilerinin iyi tanıdığı, 1979 İstanbul doğumlu tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Mehmet Ali Nuroğlu, İstanbul tiyatro izleyicisinin pek anımsadığı bir oyuncu değil. Belki benim gibi tutkulu birkaç tiyatrosever, 2019’da DasDas’ta sahnelenmiş olan Dürenmatt’ın tokat gibi karanlık bir güldürüsü ‘Uyarca’ ekibindeki etkileyici yorumuyla hatırlar.

2019 sonrası Nuroğlu tiyatrocu olarak bir süre Ankara’da oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı, 2024 baharında, akademisyen ve hak savunucularından oluşan bir grupla birlikte, Ayvalık’ta eski bir sabun imalathanesini bir performans sanatları merkezine dönüştürdü. Tiyatro, dans, stand-up gösterileri paralelinde birçok atölye çalışmasının yapıldığı, kuzey Ege’nin tek özel sahnesi Ayvalık Fabrika Tiyatro, Şubat 2025’te çıkan yangında büyük hasar görmesine karşın, haziranda tekrar açıldı.

Arada, sanat atölyeleri için İstanbul’da mekân arayan Mehmet Ali Nuroğlu, Kadıköy’de, Caferağa Mahallesi, Ressam Şeref Akdik no 3/B’de, bir merdivenle inilmesine karşın, penceresi, arka bahçesi ve yüksek tavanıyla çok ferah bir yer buldu. Mekânın sadece ilk düşünüldüğü gibi atölyeler yapılabilecek ve tiyatrocular için hayati önemi olan prova bir alanı olarak değil, 70 kadar seyirci alabilen gösteriler için de kullanılmaya elverişli olduğunun fark edilmesiyle Kadıköy Oda Tiyatrosu (KOT) doğmuş oldu.

Geçtiğimiz mayıs ayında Tolga İskit’in ‘Kalabalık Duası’ ile yıllardır sahnede yankılanan sesine benzersiz bir fasıl heyetinin katıldığı ‘Kalabalık Fasıl’ adıyla yapılan iki özel gösterimle ve bu sezonun yeni oyunu ‘Dünyada’nın hazirandaki iki ön gösterimi ile de KOT fiilen faaliyete geçmiş oldu.

Açılış oyunu: ‘Dünyada /Title and Deed’               

“Hepimiz kandan ve tuzlu sudan, ve çıkıp gitmemiz için çığlık çığlığa yalvaran bir anneden geliyoruz. İlk öğrendiğimiz ve ölene dek, ebediyen yanımızda taşıdığımız şeylerden biri de bu galiba, yani buraya varışımızın korkunç, kelimelere sığmayan bir acıya sebep olması, öyle bir acı ki bu mucizevi ana iştirak edenlerin yapabildiği tek şey çığlık atmak.”

Mehmet Ali Nuroğlu, İstanbul sahnelerine dönüş oyunu olarak, absürde yatkın tematiği, yaratıcılığı, insancıllığı ve alçakgönüllülüğü ile çoklukla Beckett’ten esinlendiği söylenen 1965 doğumlu Amerikalı ödüllü oyun yazarı Will Eno’nun ilk kez 2012’de sahnelenmiş, “Biraz yabancı bir adam için monolog” alt başlıklı ‘Title and Deed’ini seçmiş. Ayberk Erkay’ın çevirdiği metni ‘Dünyada’ adıyla hem yönetiyor, hem oynuyor. Oyuncunun kendini yönettiği oyunların olmazsa olmazı “dış göz” olarak yardımcı yönetmenliğini İpek Türktan ile Ayşegül Nuroğlu üstlenmiş. Dramaturgi İnönü bayramoğlu’na, ışık tasarımı

Ömer Rauf Aksoy’a ait. Yapımcı Büke Akşehirli.

Birkaç cümle söyledikten sonra yere bırakacağı bir küçük bavul taşıyan bir adam sahnenin ortasına geliyor ve doğrudan seyircilere hitap ederek konuşmaya başlıyor. İlk repliği, “Ben buradan değilim. Sanırım asla da olmayacağım.” Kimdir bu sıradan görünüşlü adam? Göçmen midir? Mülteci midir? Ya da kim olduğunuzu her daim hatırlatmaya çalışan bir kâhin, bir Tanrı elçisi midir? Üstelik adam sadece “biraz” yabancı. Bizim oraları diye söz ettiği dünya yaşadığımız dünyadan pek de farklı değil. Sadece bizim içinden baktıklarımıza o dışarıdan bakıyor. Anlatısı, her doğan ve ölenin yaşam yolunda deneyimlediği kederle neşeye, aidiyetle yabancılığa, bilmeyle bilmemeye odaklanıyor.

Anlatının içinde özellikle ev özlemi ve ev arayışı öne çıkıyor. “Belki evi özlemek evde olmanın yeni bir biçimidir.” Evsiz demese de “na-evli” diye uydurma bir kelimeyle tarif ettiği evde olmamayı, evden uzakta ve hep uzakta olmayı aidiyetsizlikle özdeşleştiriyor.  

Ve de tabii ki ev sadece geçmiş bir yaşamın değil tüm geride bırakılanların, başta anne ve baba olmak üzere tüm yitirilenlerin anıları. “İyi insanlardı, onlar, ama benim için ölüler artık, ikisi de öldüklerinden. Önce babam, eşyanın tabiatı gereği, sonra da annem, daha büyük acılar çekerek, buna da mı eşyanın tabiatı gereği demeli? Zavallı kadınlar. Hiç bitmiyor değil mi? Bir kadının ölmesi bir erkeğin ölmesinden daha üzücü bir şey. Hepsi de üzücü şeyler, ikisi de…” 

Yönetmen Mehmet Ali Nuroğlu her izleyicinin yaşadığı, düşündüğü ya da hissettiği sayısız öğe bulacağı Will Eno’nun güçlü ve çok katmanlı monoloğunu, seyirci ile oyuncu arasında interaktif bir diyaloğa dönüştüren etkileyici ve deneysel bir biçemde sahneliyor.

Bazı üst üste kaydedilmiş replikleri, değişik ses ve gürültüleri Çağrı Sinci’nin şarkısını ustalıkla harmanlayan Muaz Ceyhan’ın ses & efekt tasarımı tüm gösteriye farklı bir müzikal altyapı oluşturuyor. Ezgi Turan’ın görsel iletişim tasarımı, görüntü yönetmeni Ayşe Irmak Şen’in çalışmalarını ve Mehmet Ali Nuroğlu’nun canlı çekimlerini oyuncunun hemen arkasındaki büyük ekrana yansıtarak anlatıcıyla seyircileri sahnelemenin içine bir araya alıyor. Böylece Eno’nun oyuncu ve seyirci arasındaki gelgitli monoloğu, seyircinin hem duygusal, hem düşünsel hem de görsel olarak katılımcı olduğu, sinemasal görüntülerden, seslerden, aktörün oyunculuğu ve tüm beden dilinden oluşan bir performansa dönüşüyor. Katılımdan söz ederken, oyunu sezon prömiyerinde izlerken yaşamış olduklarımızı sizlerle paylaşmak isterim. Özel tiyatrolarımızın hafta sonu matineleri dışında oyuna akşam 20.30’da başlamalarına alışık seyirciler olarak ‘Dünyada’nın saat 20.00’de başladığını unutup eşimle birlikte KOT’un kapısına saat 20.10’da ulaşmıştık. Oyunun ilk 10 dakikasında gecikenleri de almaya karar verdiklerini belirtip bizi içeri aldılar. Kullanımı her sahnelemeye göre değişen “kara kutu” mekânın merdiveninden indiğimizde kendimizi oyun alanının içinde, anlatıcıyla karşı karşıya bulduk ve oyunun bir parçası gibi buyur edilip, önde açılan yerlere oturtulduk. Sadece metnin ilk birkaç repliğini kaçırdığımızdan hemen uyum sağlayarak izlemeye başladık. Video kaydı da yapan fotoğraf makinesiyle salonun her tarafında sürekli çekim yapan Mehmet Ali Nuroğlu bizi sık sık ekrana yansıtarak, karakterin içi acıyarak anımsadığı anne ve babasının simgesine dönüştürdü. En ilginç olanı, ki, bunu oyun sonrası söyleşide de paylaştım, ekrandaki görüntümü pek de ‘ben’ olarak algılamadım, sahnelemenin bir öğesi olarak gördüğüm o yaşlı adam beni aslında gençken hiç benzemediğim, yaş aldığımda giderek fiziksel olarak benzemeye başladığım babama, onunla anılarıma götürdü…                                                                                                                                                                                                     

Görsel işitsel öğelerin mizansene katılımının bir büyük başarısı da son derecede ölçülü kullanılarak metni gölgelemeyişi, izleyici kişisel hatıralara yönlendirdiğinde bile her sözcüğün öne çıkarak metnin anlamsal ve duygusal bütünlüğünü daha da açığa çıkarmasıydı.

Bu bağlamda, Nuroğlu’nun sadece anlatı olarak da çok etkileyici olabilecek oyuna kattığı teatral, interaktif ve derinlikli boyut bir tiyatro dersi niteliğinde.

Mutlaka izleyin derim. Sezon boyunca Kadıköy Oda Tiyatrosu’nda. Dikkat! Oyunlar saat 20.00’de başlıyor! Oyunu İstanbul içinde ve başka kentlerimizde turneye çıkarma niyetindeler. İnternetten takip etmekte fayda var.   

NOT: ‘Trajik ve varoluşsal bir stand-up’ olarak nitelendirilen, Eno’nun yazıldığından 20 yıl sonra bile gücünü ve etkisini yitirmemiş olan zamansız monoloğu ‘Thom Pain (Hiçbirşey

Hakkında)’, İbrahim Çiçek’in ‘Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım’ adıyla yönettiği

Hakan Kurtaş’ın müthiş etkileyici yorumuyla bu sezon da sahnelerimizde olacak. Dünyada daha içe dönük, daha meditatif iken Thom Pain daha dışa dönük bir metin ama ikisinin birbirini tamamlayan yönleri var.  Henüz göremediyseniz her iki oyunu da, mümkünse peş peşe izlemenizi tavsiye ederim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün