Sürgündeki “ölüm meleği”

Kirill Serebrennikov´un “Josef Mengele´nin Kaçışı” kaliteli bir tarihi biyografi.

Viktor APALAÇİ Sanat
15 Ekim 2025 Çarşamba

Film, mahkûmlar üzerinde insanlık dışı deneyimler yapan Dr. Mengele’nin savaş sonrası Arjantin, Paraguay ve Brezilya’daki hayatına odaklanıyor. Filmde kaçak Nazi subayın uzun yıllar yakalanmamak için verdiği mücadeleyi merkezine alıyor. Tarih dersi niteliğindeki film, aşırı sağcı ırkçı demagogların yeniden yükselişe geçtiği yeni dönem için uyarı niteliğinde.

‘DAS VERSCHWİNDEN DES JOSEF MENGELE’ Yön.ve Sen: Kirill Serebrennikov - Gör: Vladislav Opelyants - Kur: Hansjörg Weissbrch - Oyn: August Diehl - Max Brettscheider - David Ruland - Frederike Becht - Mirco Kreibich - Dana Herfurth - Karoly Haydyk

Son derece deneysel edebi biyografik film ‘Limonov: The Ballad’dan sonra Kirill Serebrennikov, tarihin daha da tartışmalı bir figürü olan eski SS doktoru ve kaçak Nazi Josef Mengele’nin etkileyici portresi olan ‘Josef Mengele’nin Kayboluşu / Das Verschwinden Des Josef Mengele’ ile Cannes Film Festivali’ne dönüş yapmıştı. Film, Filmekimi Festivali programının ağır topları arasındaydı. Tarih dersi niteliğindeki film, aşırı sağcı ırkçı demagogların yeniden yükselişe geçtiği yeni bir dönem için uyarı niteliğinde. İncelikten yoksun diyalogları pek parlak olmayan, zaman atlamalı yapısıyla, kronolojik sırada anlatılmayan bu film zaman zaman hantallaşıyor. Şok edici etkisiyle oldukça başarılı olan bu tarihi biyografi filmi, barbar, dengesiz fanatiklerin savaşta işlediği vahşete dair zamanında bir uyarı olarak okunabilir.

Kirill Serebrennikov filmin senaryosunu Olivier Guez’in 2017’de yayımlanan romanından uyarladı. Olivier Guez’in 300 bin satan, 25 dile çevrilen ‘La Disparition de Josef Mengele’ başlıklı kitabı, kaçak doktorun 1949’da Arjantin’e Helmut Gregor takma adıyla gelişini, karısı ve oğlu tarafından terk edildiğini anlatır. Fransız yazar-gazeteci Olivier Guez’in (49) İngilizce dilinde ilk çıkışını yaptığı roman, II. Dünya Savaşı sonlarında Mengele’nin Almanya’dan kaçışını, Güney Amerika’ya sığınışını anlatır. Film, kaçak Nazi subayının uzun yıllar boyunca yakalanmamak için verdiği mücadeleyi merkezine alıyor. ‘Ölüm Meleği’ (Angel of Death) unvanıyla anılan Mengele, Auschwitz’de mahkûmlar üzerinde insanlık dışı deneyler yapmıştı. Savaş sonrası sahte kimlikle ve gizli destek ağlarıyla Arjantin, Paraguay ve Brezilya arasında kaçarak yaşamını sürdürmüştü.

Nazi ‘Karanlıklar Prensi’

Film Mengele’nin geçmişini inkâr etme çabalarını, oğlu, eşi gibi akrabalarıyla ilişkilerini ve peşindeki Nazi avcılarının onu takip etmesini anlatıyor. Ayrıca film, zamanlar arası geçişler ve ileri-geri anlatımlar kullanarak Mengele’nin geçmişle bağlantısını vurgulamaya çalışıyor. Filmin kaçak hayatı, yalnızlık gibi temaları işlemedeki başarısı, savaş sonrası yaşam, kibir, inkâr gibi psikolojik ögelere ustalıkla yer vermesi, ‘J. Mengele’nin Kaçışı’nı kaliteli bir tarihi biyografi yapıyor. Yorucu bir izleme deneyimi sunmasına rağmen film kaliteli görselliği, Serebrennikov’un imzası haline gelen bale benzeri tek plan uzun çekimleri ve zarif koreografik sahneleriyle etkileyici oluyor. Yönetmenin bize kötülüğün sıradan olmadığını gösterdiği filmin dramatik temalarından biri, babasının kim olduğunu öğrenmek isteyen Mengele’nin oğlu Rolf’un varlığıdır ve Mengele sonunda ülkesi için çalışma planının bir parçası olarak Auschwitz’deki işini itiraf eder.

Temerküz kampı bölümünde, Mengele yeni evliliğinin baharında güneş ve seks dolu tasasız bir aile hayatıyla tasvir ediliyor. Bu sahnede Jonathan Glazer’in iki Oscar Ödüllü ‘İlgi Alanı / The Zone of İnterest’ başyapıtından izler var: Holokost’un tarifsiz dehşetindeki Nazi yetkililerin sıradan ev içi huzurlu hayatları. Serebrennikov sadece kara film esintili bir kovalamaca gerilim filmi değil, aynı zamanda tarihin en üretken seri katillerinden biri hakkında ürpertici bir gerçek suç korku filmi yaptığını görüyoruz. Filmin çarpıcı açılış sahnesinde Brezilya’da bir üniversitede Mengele’nin iskeletinin incelendiği gösteriliyor. Nazi Almanya’sının ‘Karanlıklar Prensi’, çocukların bedenlerini açıp, onları işkenceden geçiren, yakan kibirli doktor, Mengele 400 bin insanı ıslık çalarak gaz odasına gönderdi. Nazizm’in, ölüm fabrikalarının örnek çalışkanı olarak gösterdiği, kendini yarı-tanrı olarak gören Mengele uzun süre bu işten yakayı kolayca sıyıracağını sandı.

Yaptıklarının yanında kâr sayılacağını düşünürken, Almanya’nın yenilgisinden sonra kendini yapayalnız buldu. Brezilya’da bir yerden ötekine göçüp dururken cehenneme inişi başlamıştı. Nazi savaş suçlularından biri olan, imha kampının garnizon doktoru insanlık dışı deneylerinden sonra G. Amerika’ya kaçmayı başardı. Son derece özenli ve sistematik bir düzenek kurarak üç G. Amerika ülkesinde hiç suçlanmadan ve yakalanmadan hayatını sürdürdü. Film, kötü şöhretli Nazi suçlularından birinin peşini sürüyor. Yakalanması zor bir anti-kahraman ünü yayıldıkça Mossad ve CIA ajanlarının gözde hedefi haline gelir. Filmde Mengele’nin 1956’da Almanya’ya yaptığı kısa ama riskli dönüşünde aşırı muhafazakâr ailesi ve ıslah olmamış Nazilerden oluşan çevresiyle yeniden bağ kurmasını izliyoruz. Filmin görsel olarak ustalıklı birinci bölümünde Mengele’nin (August Diehl) ikinci eşi Martha (Frederike Becht) ile gamalı haç süslemeli görkemli bir Uruguay malikânesindeki evlilik törenini izleriz. 1960’da Brezilya’da sığındığı ücra bir sığır çiftliğinde, burayı işleten Macar çiftin eşi Gitta (Annamaria Lang) ile ateşli bir gizli aşk yaşadığına tanık oluruz.

Mengele’nin yetişkin oğlu Rolf (Max Brettschneider), uzun zamandır kayıp olan kaçak babasını nihayet tanımak için 1977’de Sao Paulo’da ziyaret eder. Rolf, babasından nefret etmesine rağmen Nazi avcılarına saklandığı yeri söylememiştir. Yaptıklarından pişmanlık duymayan Mengele, deneylerine devam edebilmek için yanında bir bavul dolusu Auschwitz numunesi taşır. Kaçak hayatında Arjantin’in Nazi dostu Peron’un yanında sığınak bulabileceğine inanır. Peron 1955’te iktidarını kaybeder ve Arjantin’e kaçanlar Nazi avcıları tarafından takip edildikleri için korunmalarını kaybederler. Adolf Eichmann yakalanır, İsrail’e getirilir, yargılanıp idam edilir. Mengele tekrar firar etmeyi başararak Paraguay’a, ardından Brezilya’ya taşınır. 1979’da geçirdiği felçten sonra, bir sahil kasabasında tatildeyken inme veya kalp krizi geçirerek denizde boğularak ölür. Kimliği, ancak 1985’te mezarı açılıp DNA testi yapılınca kesin olarak doğrulanır.

Filmde Auschwitz’de Nazi doktorun ağır engelli mahkûmlar üzerinde deneyler yaptığı sahnede, cüce mahkûmlardan oluşan bir orkestranın hüzünlü bir müzik icra ettikleri gösterilir. Mengele’nin cücelere olan gerçek hayattaki tıbbi ilgisine dayanan bu sahne gerçeküstü şiirsel bir dokunuş. Film, oğlu ile yeniden buluşması gibi motifler aracılığıyla, Mengele’nin geçmişini artık görmezden gelemeyeceği bir yüzleşme anını da kapsadığını belirtiyor. Film, kahramanının suçlarının üstünü örtmeye çalışması, kaçış hikâyesi ve vicdani gerilimleri üzerine kurulu dramatik bir biyografi portresi sunuyor. Filmin anlatımında dağınıklık yaşansa da, çarpıcı görselliği, oyuncu kadrosunun güçlü performansları, çekim tekniği ve görsel üslubuyla övgüyü hak ediyor. Uzun süreli filmleriyle tanınan Serebrennikov’un, filmin 135 dakikalık süresindeki anlatı yapısı hikâyeyi zayıflatabiliyor.

Üretken bir seri katil

Post-savaş dönemine ait gerilimli bir karakter incelemesi olan film, dikkat çekici bir uyarlama olarak başarılı sayılabilir. Cannes’daki prömiyerinde bazı izleyiciler filmde yer alan işkence ve öldürme sahnelerinden rahatsızlık duyarak, bu sahneleri görsel şiddet sergiledikleri için eleştirdiler. Kimi eleştirmenler Serebrennikov’un anlatı temposunu düzensiz bularak, filmin dram örgüsünün zayıf kaldığını yazdılar. Alman aktör August Diehl, Mengele rolünde güçlü ve çok katmanlı bir performans sergiliyor ve neredeyse küstah, asabi bir şeytana karşı izleyicinin biraz sempati duymasını sağlıyor. 1976 Berlin doğumlu oyuncu ve yazar Diehl’i ‘Soysuzlar Çetesi’, ‘Kralın Adamı’ filmlerinden tanıyoruz. Görüntü yönetmeni Vladfislav Opelyants’ın muhteşem yüksek kontrastlı siyah-beyaz çekim yapan kamerası sürekli hareket halinde.

Eski siyasi tutuklu, Putin’i sürekli eleştiren, Ukrayna Savaşı’nın açık sözlü muhalifi Kirill Serebrennikov, Rus yapımcılarına yönelik yaygın festival ambargosundan kaçabilen az sayıdaki Rus yönetmeninden biri. Cannes Film Festivali’nin gözdeleri arasındaki yönetmenin burada gösterilen filmleri sırasıyla: ‘Öğrenci / Muchenik’ (2016), ‘Leto’ (2018), ‘Petrov Grip Oldu / Petrovy v Grippe’ (2021), ‘Çaykovski’nin Karısı / Zhena Chaikovskogo’, ‘Limonov: The Ballad’ (2024). Şimdi kendisi Berlin’de yaşıyor. Başkanı olduğu devlet destekli tiyatrodan zimmetine para geçirmekle ilgili uydurma suçlamalarla ülkesinde haksız yere mahkûm edildi. ‘Mengele’nin Kayboluşu’ sürgündeki Rus yönetmenin yeni ülkesi Almanya’da, Almanca çektiği ilk film.

Muhalif politikalara sahip kahramanların öykülerini anlatan Serebrennikov, Sovyet dönemi ‘rock punk’larını, grip olmuş çizgi roman sanatçılarını, hayalperest eşleri ve radikal şairleri toplumun dokusunu bozan kusurlu anti-kahramanlar olarak tasvir etti. Bu kez sıra sürgünde yaşayan ama yine de vatanına sadık kalan ‘ölüm meleği’ne geldi. Türler arasında kolayca geçiş yapabilen yetenekli auteur yönetmen, dağınık bir rock’n’roll filminden (Leto) Sovyet sonrası bir zihnin bilinci filme (Petrov Grip Oldu), bir dönem filmine (Çaykovski’nin Karısı), siyasi gizemli bir figürün kıtalar arası geçiş öyküsüne (Limonov) kadar konuları işledi.

Yazımı, meraklısı için Josef Mengele’nin geçmişiyle ilgili bilgilerle tamamlayacağım. 1945 baharında Almanya’nın çöküşüyle Mengele, Amerikan askerlerine yakalanmamak için sahte kimlik kullanarak Bavyera’da saklandı. Bir süre çiftlik işçisi olarak çalıştı. 1949’da Katolik Kilisesi ve bazı eski Nazi destekçilerinin yardımıyla bir pasaport alarak İtalya üzerinden Arjantin’e kaçtı. Burada 10 yıl kendi adıyla yaşamaya başladı. Alman göçmen topluluğu ve Juan Peron yönetimi ona koruma sağladı. Tarım makineleri ve eczacılık alanında iş yaparak maddi durumunu sağlamlaştırdı. 1950’lerde ailesi ona Almanya’dan para gönderdi, gerçek kimliğini resmi belgelerde kullanmayı sürdürdü.                                                   

1959’da Batı Almanya’da hakkında tutuklama emri çıkınca Paraguay’a geçti. Alfredo Strolssner rejiminden Paraguay vatandaşlığı aldı. Burada daha az dikkat çekici bir hayat sürerken, 1960’ta Mossad Arjantin’de Adolf Eichmann’ı yakalayınca Brezilya’ya kaçtı. Farklı isimler kullanarak Sao Paulo civarında küçük çiftlik işleri yaptı. Nazi sempatizanı Alman-Brezilyalı ailelerin desteğiyle saklanabildi. 1979’da Bertioga yakınlarındaki bir plajda boğuldu. Film, 20. yüzyılın belki de en vicdansız adamı, eli kanlı bir katilin kaçış hikâyesi, bir kötülüğün nasıl hayatta kalabileceğinin öyküsü. Geçmişiyle firarda geçirdiği zaman arasında bağ kuran film Mengele’yi sonuna kadar kişileştirilmiş bir kötülük olarak göstermeyi başarıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün