7 Ekim saldırıları sonrasında Gazze'ye harekât başlatan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu iki hedef belirlemişti: Tüm rehinelerin kurtarılması ve Hamas'ın tamamen yok edilmesi.
Savaşta iki yıl dolarken iki hedefe de tamamen ulaşılamadı.
Hamas'ın kaçırdığı 251 rehineden 148'i canlı olarak İsrail'e dönebildi. Bu kişilerden 140'ı Hamas ile İsrail arasındaki takas anlaşmaları çerçevesinde serbest bırakılırken sadece 8 tanesi İsrail birliklerince kurtarıldı.
Hayatını kaybeden pek çok rehinenin naaşı da İsrail'e teslim edildi. İsrail'in resmi verilerine göre şu an Hamas'ın elinde 47 rehine bulunuyor. Aralarından sadece 20'sinin hayatta olduğu tahmin ediliyor.
Netanyahu, Hamas'ı tamamen yok etme hedefinde de henüz başarıya ulaşamadı. Son iki yılda siyasî lideri İsmail Haniye ve yerine gelen Yahya Sinvar gibi üst düzey yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda savaşçısı İsrail operasyonlarında öldürülse de Hamas varlığını sürdürüyor. ABD'deki Yahudi lobi kuruluşu J-Street'in verilerine göre şimdiye kadar çatışmalarda 23 bin Hamas savaşçısı öldürüldü. J-Street, Hamas'ın paramiliter bir örgütten merkezî olmayan bir gerilla grubuna dönüştüğü tespitinde bulunuyor.
Plan bu açıdan ilk bakışta İsrail lehine asimetrik. Nitekim Trump’ın planı sunarkenki “Hamas bunu reddederse, Netanyahu gerekeni yapar, desteğimiz tam” açıklaması da bu asimetrinin bir yansıması. Trump’ın İsrail’e cayması durumunda sopayı kamuoyu önünde göstermemesi, önceliğinin her şeye rağmen hâlâ İsrail olduğunu gösteriyor.
…
Hele Trump için bu tür detayların hiçbir önemi yok. Trump New York’ta bir rezidans satan tüccar edasıyla masaya oturuyor. Her ne kadar bu durum Filistin için yüreği atanları bugüne kadar üzse de aslında ilerisi için umulmadık bir fırsatının kapısını aralıyor.
Trump’ın insan hakları, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkı, Gazze nasıl umurunda değilse, İsrail-ABD ilişkilerinin kadim geçmişi, Netanyahu, Büyük İsrail de umurunda değil. Trump meseleye sadece pragmatik bir tüccar edasıyla yaklaşıyor.
Özellikle ABD’nin uzun vadede elini ayağını çektiği kalıcı bir Ortadoğu istikrarı arzuluyor. Bu nedenle Netanyahu’ya şimdiden “ne yaparsan yap” demek yerine bir barış planının ortaya çıkması için şartları zorladı.
Bundan daha önemlisi her ne kadar anayasanın açık hükmünce bir daha aday olma şansı olmasa da bir ihtimal bunu başkan yardımcısı adayı olup kukla bir ismi başkan adayı yaparak veya arka plandan ipleri elinde tutarak devam ettirmenin peşinde, bu nedenle kendi tabanından gelen İsrail tepkilerini duyuyor. 2026 ara seçimlerinde de sandık başına gidilecek olması, özellikle Elon Musk gibi bir para makinesini kaybetmesi de hesaba katıldığında kendi seçmeninin İsrail’e tepki göstermesini fark etmesi kaçınılmaz. Fakat bu seçim hesaplarının da ötesinde Trump için Nobel Barış Ödülü ciddi bir kişisel hırs.
…
Her türlü muğlaklığıyla, İsrail tarafından sömürülmeye açık noktasıyla bu plan aslında bir nihai çözüm değil, bir bilek güreşinin de başlangıcı. Bu planla İsrail belki Hamas’ın silahsızlanmasını sağlayacak ve rehineleri kurtaracak, fakat eğer planın Filistin tarafındaki ülkeler uluslararası askeri gücün Gazze’ye girme takvimini erkene almayı masada başarırsa İsrail’in Gazze’yi ilhak planları bu silahsızlanmaya rağmen dondurucudan geri çıkamayacak.
Tamamı : https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/trumpin-plani-gazzeye-baris-getirir-mi-220516/
İsrail açısından söz konusu plan, savaş ya da müzakere masasında elde edilemeyen kazanımların “barış” adı altında, farklı bir yol üzerinden tahkim edilmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda İsrail açısından öne çıkan başlıca hedefler şunlardır:
Uluslararası izolasyonun kırılması – Plan, özellikle Batılı çevrelerde İsrail’e yönelik yükselen eleştirileri yumuşatmayı, küresel kamuoyunda Siyonizm karşıtı öfkeyi bastırmayı ve İsrail’in giderek artan diplomatik yalnızlığını aşmayı amaçlamaktadır. Bu sayede İsrail, saldırı politikalarının sonuçlarını meşrulaştırarak uluslararası alanda nefes alma imkânı bulmayı planlamaktadır.
Normalleşmenin genişletilmesi – Plan, İsrail’in Körfez ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerin ötesine geçerek Endonezya, Pakistan ve Katar gibi ülkelerle de diplomatik normalleşme sürecine kapı aralamaktadır. Böylece İsrail’in bölgesel meşruiyet alanını genişletmesi ve daha fazla Arap ve Müslüman ülkeyle diplomatik ilişki tesis etmesi düşünülmektedir.
Direnişin tasfiyesi – Planın temel eksenlerinden biri, Filistin’deki mevcut ve muhtemel direniş biçimlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu durum, İsrail’in güvenlik politikaları açısından stratejik bir kazanım olarak görülmekte ve uzun süredir sürdürülen abluka ve askerî baskının “barış süreci” görüntüsü altında kalıcılaştırılması anlamına gelmektedir.
Gazze’nin uluslararası vesâyet altına alınması – Planın en kritik unsurlarından biri, Gazze’nin doğrudan İsrail yönetimine bırakılmaksızın uluslararası ya da Arap vesayeti altına devredilmesidir. Bu adım, her ne kadar meseleyi uluslararası kamuoyunu dâhil ediyormuş gibi gösterse de, İsrail açısından dolaylı fakat kalıcı bir kontrol mekanizması kurma anlamına gelmektedir. Böylece İsrail hem doğrudan sorumluluktan kaçmakta hem de bölge üzerindeki stratejik kontrol ve denetimini sürdürmektedir.
Radikal dinci ve Siyonist sağın güçlenmesi – Plan, İsrail’deki aşırı Siyonist sağın ve dindar grupların hegemonyasını dolaylı olarak kurumsallaştırmakta, İsrail iç siyasetindeki dengeyi tek taraflı biçimde aşırılıkçı ve radikal kesimler lehine pekiştirmektedir.
Mevcut haliyle planın sunduğu çerçeve, Gazze’deki mevcut duruma dair geçici bir düzenlemenin ötesinde İsrail’in uzun vadeli stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye hizmet eden bir araç niteliğindedir.
Hamas’ın, ABD Başkanı Trump’ın Gazze barış önerisine bazı konular haricinde büyük ölçüde olumlu yanıtı vermesinin ardından Trump, pazar günü bir açıklama yaparak “Bu, İsrail için harika bir şey. Tüm Arap dünyası için, tüm dünya için, herkes için harika bir anlaşma” dedi.
Ardından Trump, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu arayarak iyi haber olarak gördüğü konuyu görüştü.
Netanyahu ise farklı düşünüyordu. Amerikan basını, “Bibi (Netanyahu), Trump’a bunun kutlanacak bir şey olmadığını ve hiçbir anlam ifade etmediğini söyledi” diye yazdı. Yine Amerikan basınının yazdığına göre Trump, bunun üzerine Netanyanu’ya sert tepki gösterdi.
Tamamı : https://www.dunya.com/kose-yazisi/netanyahu-trumpa-bile-illallah-dedirtti/797212
Başta solcular olmak üzere İsrail iç siyasetinde -kimi siyonistler dahil- Yahudiler, faşist Netanyahu’ya muhalefet ediyor. Doğru.
Ancak Netanyahu iktidarı hâlâ varlığını sürdürüyor, soykırıma devam ediyor. Bu sebeple dünyadaki yaygın görüş şu oldu haliye; dünün Nazi soykırımı mağdurları, bugün bir “soykırım barbarına” dönüştürüldü. Dünün mazlumları “bugünün zalimi” oldu.
Bunlar çok sert tespitler olsa da Yahudi halkının üzerindeki tılsımlı elbise delik deşik oldu/oluyor. Protestolara karşı “nefret söylemi” gibi ithamlar yapılsa da artık bunları umursayan kalmadı.
Anti-Defamation League (ADL), 2024 yılı antisemit olaylarını analiz ederken, yüzde 58’inin İsrail ile ilgili protestolar ya da Yahudi karşıtı söylemlerle bağlantılı olduğunu bildirdi…
Evet: Çok ülkede artık İsrail vahşetini eleştirmek eskisine kıyasla daha cesurca yapılıyor; suçlama dizesi “eleştiriyi antisemitizmle bastırma” yönünde tersine dönüyor. Ve artık tepki, sessiz Yahudileri tartışmaya açtı.
Umarım, acılı halk Yahudiler bu gelişmelerden ders çıkarır, “Gazze’den sonra şiir yazılamaz” diyen Yahudi sayısı artar.
Ve kuşkusuz faşist Netanyahu’yu iktidardan alaşağı eder.
Bakınız:
Alman Yahudisi Walter Benjamin sözünü hatırlasınlar; faşizmde insanlığın kendine yabancılaşması artık kendini yok etmekten zevk alacak boyutlara ulaşır…
Netanyahu’nun faşistliği budur, Yahudi halkını yok ediyor. Her Yahudiyi dünyanın dört yanında hedef haline getiriyor.
İsrail ile Yahudiler özdeşleştiriliyor, “suç ortağı” sanılıyor maalesef…
Diaspora Yahudilerinin de İsrail’den bağımsız, çoğulcu seslerini güçlendirmesi şart… Auschwitz’e sessiz kalanlar gibi Gazze soykırımını duymazlıktan-görmezlikten gelemezler.
Bu yeni orta çağ düzeninde zaten can çekişen insanlığın katledilişini seyretmesinler artık…
Tamamı : https://www.nefes.com.tr/yazarlar/soner-yalcin/yahudiler-kaybetti-67357
İsrail’in dünyaya bakışının bin yılların birikimi olan çoklu travmaların sonucu hastalıklı bir yapıya sahip olduğu açık. Bir daha asla yurtsuz kalmayacağız; bir daha asla soykırıma uğramayacağız; bir daha asla seçilmiş olduğumuzu ve davamızı unutmayacağız vs. türünden ‘asla’lar, Netanyahu yönetiminin politikasının temel direkleri. Nereye kadar sürebileceğini hep birlikte göreceğiz.
Trump ve Netanyahu’nun elinden çıkan plana Hamas’ın incelikli yanıtı ve Trump’ın planın kabulüne yönelik baskısı, İsrail açısından yeni bir yalnızlık döneminin kapısını açacak gibi. Yıllardır Nazilerin ürettiği mağduriyetin sorumluluğunu tüm dünyaya yükleyen anlayış, sınırlarını fazla zorlayınca mazlum maskesi de o yüzde durmuyor artık. Netanyahu yönetimi ve Siyonist akıl, dünyadaki tüm Yahudileri aynı kabın içerisine alıp, kolektif hafızadaki bastırılmış antisemitik duyguları da alevlendirmiş durumda. Oysa masumiyetin dini, kimliği olmaz. Dünya üzerinde Netanyahu’dan ve Siyonizmden nefret eden milyonlarca Yahudi var ve soykırımcı damgasından da utanıyorlar.
Tamamı : https://www.dunya.com/kose-yazisi/kolektif-travmalarin-golgesi/797061
İsrailli yazar Tamar Weiss-Gabbay, La Stampa’da bir ulusun yaşadığı travmayı şöyle tarif ediyor:
“Bugün insanlar hâlâ 2023 Ekimi'nde olduğumuzu söylüyorlar. ... Böyle diyorlar, çünkü -tehdit ortadan kalkmış olsa da- korku halen hüküm sürüyor ve geçen iki yıl zarfında yaşananlar uçurumu daha da derinleştirdi, biz de hâlâ ‘ertesi güne’ uyanamadık: yeniden ayağa kalkarak o uçurumu tırmanıp aşacağımız, etrafımıza bakıp hem bize yapılanları hem de bizim neden olduğumuz yıkımı onarmaya çalışacağımız o güne. Sanırım bugün yine bu uçurumun dibinde bulunmamızın ve yöneticilerimizi hâlâ koltuklarında tutmamızın nedenlerinden biri de kalplerimizin korkudan donmuş olması.”
Tamamı : https://www.eurotopics.net/tr/346303/katliamin-uezerinden-iki-yil-gecti-israil-nereye-gidiyor#
Todman, “7 Ekim’deki başarısızlıkların İsrail’in kabiliyetlerinin değil, liderliğinin hataları olarak görülmesi gerekiyor,” diye konuştu.
“Sonraki yıllarda da görüldüğü gibi İsrail’in askeri gücü son derece güçlü ve bölgedeki lider konumunu hızla gösteriyor,” dedi.
“Lübnan’daki Hizbullah’a, İran’a, İran’daki kilit isimlere, Suriye ve Yemen’deki hedeflere ve en son Doha’daki kişilere olağanüstü bir hassasiyetle saldırdılar. Bu durum, İsrail ordusu bir harekat başlatmaya karar verdiğinde, bunu son derece etkili bir şekilde uyguladığını gösteriyor.”
Tamamı : https://tr.euronews.com/2025/10/07/analiz-israil-7-ekimde-hamas-saldirisinda-hangi-hatalari-yapti
BBC Türkçe'ye konuşan uzmanlar, Türkiye ve İsrail arasındaki çekişmenin yalnızca Filistin meselesiyle sınırlı olmadığına dikkat çekiyor.
Haydar Oruç'a göre Suriye, Doğu Akdeniz ve ABD ile ilişkiler gibi başlıklarda da çıkar çatışmaları kendini gösteriyor:
"Gazze'deki sorun çözülse bile Türkiye ile İsrail arasındaki mevcut gerginliğin diğer sahalarda devam edeceği anlaşılıyor."
Doç. Dr. İlkim Büke Okyar da Ankara'nın ABD ile ilişkilerine dikkat çekerek "Tüm bunların içinde Türkiye istese de istemese de ABD-İsrail hattının dışında bir konum alamaz, Netanyahu da bunun farkında" yorumunu yapıyor.
İki ülke arasında gerilimin çatışmaya dönme ihtimalinin olduğu sahalardan biri de Suriye.
Hem Türkiye hem de İsrail burada asker bulunduruyor ve farklı taraflara siyasi ve askeri destek sağlıyor.
İsrail'in Türkiye'nin Suriye'de inşa ettiği iddia edilen hava üslerini vurduğu öne sürüldü, ancak Milli Savunma Bakanlığı (MSB) bu iddiaları yalanladı.
Gallia Lindenstrauss, Türkiye ve İsrail'in diplomatik ilişkileri tam olarak kesmediğini söylüyor ve Suriye'de çatışmayı önleme çabaları için iki ülke arasında bir irtibat hattı bulunduğunu söylüyor.
Tamamı : https://www.bbc.com/turkce/articles/cvgqy340xj7o
Antisemitik saldırılar, Türkiyeli Yahudileri de hedef aldı.
İstanbul Bozdağan Kemeri Caddesi’nde bulunan bir sahaf, Ekim 2023’te kapısına “Yahudiler giremez” (Jews not allowed) yazılı bir pankart astı. Pankartta ayrıca İsrail bayrağı üzerine çarpı işareti kondu.
Bir grup doktor, Kasım 2023’te, Or-ahayim Balat Musevi Hastanesi yakınlarında nöbet tutacağını duyurdu. Doktorlar, Filistin’e destek için ‘kanlı’ önlükleriyle her cumartesi sessiz yürüyüş yapacaklarını belirtti. Hastane, olası tehdit ve saldırıya dair kurumsal hesabından yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Sultan Abdülhamid'in fermanı ile kurulduğu 1898 yılından itibaren kapısından içeri giren her hastaya özveriyle, en hassas şekilde hizmet veren, Türkiye’mizin en eski sağlık kuruluşlarından hastanemizin hedef gösterilmesini kınıyoruz.”
…
7 Ekim’in bir önceki yıldönümünde, İzmir’in Konak ilçesindeki tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda yer alan iki sinagoga antisemit saldırı düzenlendi. La Sinyora ve Algazi (Algaze) sinagoglarının kapılarına boyayla “kanlı el” işaretleri çizildi; La Sinyora Sinagogu’nun kapısına ayrıca “5.60” yazıldı. Saldırıyla ilgili bianet’e konuşan İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi Koordinatörü Nesim Bencoya, kendisine bunun bir Kur’an ayeti olduğunun iletildiğini aktardı.
Tamamı : https://bianet.org/haber/7-ekim-sonrasi-dunya-genelinde-antisemitizmde-artis-312328
İsviçre’de yaklaşık 18.000 Yahudi yaşıyor. Bunların büyük çoğunluğu SIG’ye bağlı cemaatlerde faaliyet gösteriyor. Ancak son yıllarda artan antisemitizm nedeniyle bazı Yahudi vatandaşlar İsrail’e göç etmeyi ciddi şekilde düşünmeye başladı. Friedländer, bunun Avrupa’daki antisemitizm artışının açık bir göstergesi olduğunu ifade etti.
Topluluk içinde genç kuşak da bu durumdan derin şekilde etkileniyor. İsviçre Yahudi Gençlik Forumu’ndan yapılan açıklamada, “Gençler artık kendilerini güvende hissetmiyor, kimliklerini kamusal alanda özgürce ifade etmekten çekiniyor” denildi. Bu da topluluğun gelecek nesilleri için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Yahudi toplumu liderleri, 7 Ekim’i sadece bir anma günü olarak görmüyor. Onlar için bu tarih, aynı zamanda barış, güvenlik ve diyalog için bir fırsat. Friedländer, “Herkes için barış istiyoruz” diyerek, benzer trajedilerin tekrarlanmaması temennisini dile getirdi. Ayrıca, İsviçre’de siyasi aktörlere, antisemitizme karşı daha güçlü önlemler alınması çağrısında bulundu.
Topluluk içinde bu tartışmalar, İsviçre genelinde de yankı buluyor. Bazı siyasetçiler, antisemitizm ile mücadelede daha sert yasal önlemler çağrısında bulunurken, diğerleri toplumsal diyalog ve eğitim yoluyla çözüm öneriyor. Bu tartışmalar, İsviçre’nin gelecekteki toplumsal uyumu açısından kritik öneme sahip.
https://41media.org/isvicre-yahudilerinde-7-ekim-etkisi/?i=1
Yani Hamas’ın mazlum Gazze halkına yapacağı son hizmet, Gazze çocuklarının geleceğinden çekip gitmesidir.
Enkaza dönmüş bir ülkede “Hamas aklı” ve “zaferinden” söz edenlere de son sözüm şu:
Hamas’ın tek zaferi bu barış için Gazze’den ve Orta Doğu’dan o İslamcı ideolojisini çekmesidir.
Çünkü, Netanyahu’nun yok etmeye çalıştığı o çocuklar, kadınlar, erkekler artık insan gibi bir hayattı hak etti.
Ve bütün dünyanın vicdan sahibi insanları da onların arkasında.
Bu yeni dünyada artık Hamas gibi örgütlere yer yok.
ABD-İsrail ilişkilerinde bugüne kadar ciddi bir kırılma noktası yaşanmamıştır, çünkü iki ülke arasındaki bağ hem stratejik hem de ideolojik temellere dayanmaktadır. Ancak potansiyel bir kırılma noktası, ABD kamuoyunda İsrail karşıtı görüşlerin artması, Demokrat Parti tabanında Filistin lehine yükselen duyarlılıkların siyasete daha güçlü yansıması ya da İsrail'in ABD'nin bölgesel çıkarlarını doğrudan zedeleyen politikalar izlemesi halinde ortaya çıkabilir. Yine de kısa vadede bu tür bir kırılmanın gerçekleşmesi zor görünmektedir. Zira kurumsal düzeyde ve çıkarlar bağlamında İsrail'in ABD için önemi çok güçlüdür.
Washington nazarında İsrail, Orta Doğu'da güvenilir bir askeri üs, teknoloji ve istihbarat ortağı, ileri bir karakol aynı zamanda İran ve radikal örgütlere karşı denge unsuru olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla ABD açısından İsrail'den vazgeçmek, yalnızca bir müttefiki kaybetmek değil, aynı zamanda Orta Doğu'daki stratejik çıkarlarının bel kemiğini zayıflatmak anlamına gelir. Bu nedenle Washington, bölgedeki itibar kaybını, Arap dünyasının tepkisini ya da BM Genel Kurulu'ndaki yalnızlaşmayı göze alarak İsrail'le olan ilişkisini sürdürmekte kararlı davranmaktadır.
Plan, iki temel konuda ciddi muğlaklıklar ve uygulanabilirlik endişeleri barındırıyor: İsrail ordusunun Gazze’den çekilme şartları ve Filistin devletleşmesinin yol haritası.
Plan metnine göre, İsrail ordusunun Gazze’den çekilmesi, “İsrail Ordusu ile Gazze için oluşturulacak Uluslararası İstikrar Gücü, planın diğer garantörleri ve ABD arasında mutabakata varılacak olan; silahsızlanma ile bağlantılı standartlar, kilometre taşları ve zaman dilimlerine” bağlı. Bu hüküm, çekilme sürecini fiilen İsrail’in inisiyatifine ve onayına bırakıyor. Nitekim Başbakan Netanyahu, bu durumu “İsrail’in öngörülebilir gelecekte, güvenlik çemberi dahil olmak üzere, Gazze’deki güvenlik sorumluluğunu elinde tutacağı” şeklinde yorumlayarak, kalıcı bir askeri varlığın kapısını araladı.
Diğer bir kritik sorun, Filistin devleti meselesinde ortaya çıkıyor. Plan, “Gazze’nin yeniden inşası ilerledikçe ve Filistin Yönetimi reform programı sadakatle uygulandıkça, Filistin’in kendi kaderini tayin etme ve devlet kurma yolunda güvenilir bir yolun koşulları nihayet yerine getirilebilir” ifadesine yer veriyor. Bu dil, Filistin Yönetimi tüm reform koşullarını yerine getirse dahi, bağımsız bir devlet kurma hakkının koşulsuz olarak garanti edilmediği anlamına geliyor. Birçok Filistinli, bu durumu fiilen bir devlet kurma hakkının süresiz ertelenmesi veya reddi olarak yorumluyor.
Trump ve Netanyahu’nun ortak basın toplantısının ardından yayınlanan bir bildiride; Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya ve Pakistan gibi bölgesel güçler, barış çabalarını genel olarak memnuniyetle karşıladıklarını ifade etmekle yetindiler. Ancak aynı hükümetler, “İsrail’in tam geri çekilmesini garanti eden, Gazze’yi yeniden inşa eden ve iki devletli çözüm temelinde adil bir barışa giden yolu açan bir güvenlik mekanizması” çağrısında bulunarak, Trump planının en büyük iki açığını vurguladılar.
Bu kolektif tepki, Trump planının en temel açmazını yansıtıyor: Plan, Netanyahu hükümeti tarafından kabul edilse dahi, bölgedeki kilit Arap ve Müslüman devletler nezdinde, İsrail’in Gazze’den tamamen çekileceğine veya gerçek anlamda bir Filistin devletini destekleyeceğine dair inandırıcı bir taahhüt olarak görülmüyor.
Tamamı : https://fikirturu.com/jeo-politika/trumpin-gazze-plani-neden-ise-yaram/
Yahudi Kutsal Kitabı, ilk kitabı Tevrat’tan son kitabı Malahi’ye kadar uzanan bütün silsilesinde, mazlumlara yönelik duyarlılığı sürekli olarak öne çıkarmakta; adalet, merhamet ve korunmaya en çok muhtaç olanların hakkını savunmayı Tanrı iradesinin ayrılmaz bir parçası olarak, yalnızca Yahudilere değil, aynı zamanda uluslararası topluma da hem hukuken hem de ahlaken bir görev olarak yüklemektedir.
Netanyahu’nun özellikle Mesihçi Siyonizm’in din kisvesine bürünmüş politik söylem ve uygulamaları, Tevrat’ın adalet, merhamet ve mazlumu koruma ilkeleri açısından değerlendirildiğinde, insanlığa peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen kadim değerlerle apaçık bir tezat teşkil etmektedir.
Yahudi Kutsal Kitabı, mazlumlara zulmetmeyi ve kamuoyunu yanıltmayı en ağır biçimde yasaklarken; bugün Gazze’de tanık olunan sivil katliamlar ile Batı Şeria’da sürdürülen ilhâk ve işgal politikaları, bu öğretilerle derin bir çelişkiyi gözler önüne sermektedir.
İsrail’in “Yahudi Devleti” kimliğini her fırsatta dile getiren, ancak dini siyasete alet eden siyasî aktörler, Yahudiliği özünü teşkil eden değerlerden koparmakta; kutsal metinlerin barış, adalet ve vicdan çağrısını Siyonizm’in dar, pragmatik ve kısa vadeli hesaplarına kurban etmektedirler.
Tamamı : https://serbestiyet.com/featured/dunya-besten-tevrattaki-kadim-degerler-siyonizmden-buyuktur-220284/
“Dünya genelinde devam eden ve sayısız örnek verebileceğimiz boykot girişimlerinden sonuç elde ediliyor mu?” sorusunu katmanlı olarak cevaplamak faydalı olacaktır. Mevcut dünya düzeninde, uluslararası kurumların hizalandığı çerçeve göz önünde tutulursa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi en kilit çekirdek konumunda yer alıyor. An itibariyle 5 üyenin 4’ü Filistin’i tanıyor. Ancak son dönemde de gördüğümüz üzere İsrail’e yönelik yaptırım kararlarında ABD’nin keskin duruşu tüm olumlu önlem setlerine gem vuruyor. Bu bağlamda Avrupa geneli ve ABD solu merkezli olarak yapılan protestoların, boykot girişimlerinin sembolik anlamı yüksek olsa da ABD’deki siyasi karar alıcılar (Trump yönetimi, Kongre, komisyonlar) üzerindeki etkisinin olup olmadığı önem kazanıyor.
İsrail’in yıllar içerisinde ABD müesses nizamıyla oluşturduğu ve özellikle 1967 sonrasında ivme kazanan ilişki, neredeyse tüm başkan dönemlerinde katlanarak nüfuzunu artırdı. Zaman zaman istisnai dönemeçler yaşansa da (Carter dönemi - 70’lerin sonu) ilişkilerin zirve yaptığı yıllar (Reegan Dönemi - 80’ler) çok daha yoğun yaşandı. Bu yazının merkezinde işlemenin imkansız olduğu bu ilişki ağı, İsrail’e dönük her türlü tepkinin ABD siyasi sahnesinde kırılıma yol açmasına neden oldu. Sansür politikası aktif olarak devredeydi, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan mağduriyetler lobiler vasıtasıyla zırh haline getirildi ve kültür sanat - akademi dünyasında tabular inşa edildi. Kırılamayan statükonun egemenliği görünmeyen eller tarafından tahkim edildi. “Siyonizmi Pazarlamak - Ilan Pappe”, “Holokost Endüstrisi- Norman Finkelstein”, “İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası- Mearsheimer, Walt” gibi Türkçeye de çevrilen eserlerde, siyasi - kültürel - akademik dünyadaki İsrail ablukasının ayrıntıları en ince noktasına dek aktarılıyor. Özellikle ABD akademik dünyası, doğası gereği liberal ve sol damara mündemiç olsa da son 2 yıldaki uygulamalarla Filistin yanlısı eylemlere direkt müdahale edildi. Öğrenci ve öğretmenler spesifik olarak tespit edilerek, hedef alındı. Öğrenciler vizeleri üzerinden tehdit edildi, fiili olarak da sonuç alındı. İsrail yanlısı lobilerin çıkarttığı fiili durum üniversite ve öğrencilerin geri adım atmasına sebep oldu. Tüm bu sürece ABD Başkanı Trump’ın oluşturduğu politik iklim de katkı sağladı.
Tamamı : https://kriterdergi.com/beynelmilel-arenada-israili-boykot-gunlukleri
Fransa’nın İsrail’e karşı bu eleştirel yaklaşımının Macron ve Netanyahu yönetimleri arasındaki ilişkileri ciddi şekilde bozduğu ve Fransa’nın başta ABD ve Almanya olmak üzere İsrail’e destek veren bazı ülkelerle arasındaki ilişkilerde gerginliğe neden olduğu söylenebilir. Örneğin, ABD’nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee, “Fransa gerçekten bir Filistin devleti görmekte bu kadar kararlıysa, bir önerim var: Côte d'Azur'dan bir parça koparıp bir Filistin devleti kurun” sözleriyle Macron’un Filistin devletini tanıma kararını eleştirirken Almanya’daki iktidar partisi CDU milletvekili ve Federal Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanı Armin Laschet de, Macron’un söz konusu “tek taraflı” kararından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.
Fransa’nın İsrail saldırganlığına yönelik eleştiriler karşısında asıl sert açıklamalar ise Netanyahu yönetiminden gelmiştir. İsrail’i eleştiren Macron’un bu tavrıyla “HAMAS’ı desteklediğini” ileri süren Netanyahu, Fransız Cumhurbaşkanının bu politikasıyla “terörizmin yanında yer almayı tercih ettiğini” söyleyerek Gazze’ye yönelik katliam politikasına yönelik eleştirilere tahammülü olmadığını göstermiştir. Tel Aviv’in Fransa’nın eleştirel tavrı karşısındaki tahammülsüzlüğü, Kasım 2024’te İsrail’i ziyaret eden Fransız Dışişleri Bakanı Jean Noel Barrot’un Kudüs’te bir kiliseyi ziyareti sırasında koruma polislerinin İsrail güvenlik güçleri tarafından tartaklanıp tutuklanması ile de görülmüştür.
Tamamı : https://kriterdergi.com/dosya-ortadogu/fransanin-gazze-soykirimina-yonelik-politikasi
Yom Kippur'da Manchester'daki Heaton Park sinagogu önünde gerçekleşen vahşi ve kanlı saldırı, münferit bir delilik eylemi değildi - diye yazıyor Avrupa Yahudi Derneği (EJA) Başkanı Haham Menachem Margolin. Bu saldırı, Avrupa Yahudileri için artık asıl sorunun bu tür saldırıların olup olmayacağı değil, bir sonraki saldırının ne zaman ve nerede gerçekleşeceği olduğunun acı bir hatırlatıcısıydı.
İsrail açısından 7 Ekim, uzun yıllar inşa edilen güvenlik doktrininin çöktüğü ve iç siyasetin kırılma noktasına ulaştığı bir eşiktir. Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükûmetin aşırı sağ politikaları hem ülke içinde derin bir toplumsal kutuplaşmayı hem de uluslararası alanda ciddi bir izolasyonu beraberinde getirmiştir. Hükûmetin “ulusal güvenlik” söylemi, iç siyasette yolsuzluk davaları ve koalisyon krizlerini gölgelemek için araçsallaştırılmış, Gazze’de yürütülen yıkıcı savaş iktidarın iç meşruiyetini tahkim etmenin bir aracı hâline gelmiştir. Ancak bu strateji İsrail’in uluslararası sistemdeki konumuna ağır bir maliyet yüklemiş, ülke tarihinin en derin diplomatik yalnızlık dönemine girilmiştir. İsrail’in saldırgan politikaları, Arap dünyasında eski normalleşme süreçlerini askıya alırken Batı kamuoyunda da ciddi bir tepki dalgası yaratmıştır.
https://orsam.org.tr/wp-content/uploads/2025/10/Dosya-No-7-tr-BASKI.pdf
Karataş Eczanesi artık anılarımın uzak yıllarca ötelerinde kaldı. İzmirli eczacılar Karataş Eczanesi'ni biliyorlar mı dersiniz? Bohor efendiyi tanıyorlar mıdır? Ya da çok sevgili eşi Klar'ı? Evin olduğu yere inşa edilen apartmandakiler ya da Karataş'ta yaşayanlar eczaneyi ne kadar biliyorlar? Bir yerlerden Karataş'ı görebiliyorlarsa, sevdalılara selam olsun...
Tamamı : https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/26512336/yasar-uruk/karatastaki-sevda-masalini-bilir-misiniz
https://serbestiyet.com/featured/suriyede-60-yil-sonra-ilk-yahudi-milletvekili-adayi-220486/
Yedioth Ahronoth, Hamra’nın adaylığını "Suriye'deki Yahudi cemaatinin onlarca yıl sonra siyasete geri dönüşü" olarak nitelendirdi. Haberde, Yahudi toplumunun Esad döneminde kamusal ve siyasal hayattan dışlandığı, bu nedenle Hamra’nın girişiminin emsal teşkil eden tarihi bir adım olduğu vurgulandı.
Bu rehber siteyi, Yahudi Çalışmaları akademik alanını Türkiye’de tanıtmak için hazırladık.
Uluslararası düzeyde yapılan araştırmaları Türkçede görünür kılmak istiyoruz. Sitede kaynak havuzu, kitap tanıtımları, web sitesi önerileri, e-kitapçıklar ve atölye içerikleri bulacaksınız.