Başta tiyatro, sanatın her dalı var olabilmek için devamlı evrim yapmak zorundadır. Ayrıksı ve araştırmacı tutumuyla günümüzün ve yarının sahne sanatları arasında bir köprü vazifesi gören ´Fringe´ çok önemsediğim ve kentimize geldiği ilk günden beri kaçırmadan izlemeye çalıştığım bir festival. Bu yıl daha da zengin bir programla karşımıza çıkan İstanbul Fringe Festivali, sadece içeriğiyle değil, günümüzde modern dans ve dans tiyatrosu yapan genç Türk topluluklarının uluslararası düzeydekilerle başa baş yarışacak düzeyde oluşunu keşfedişimizle de müthiş etkileyici oldu. Özellikle bizim genç dansçılarımızın elinden çıkan ´Rota´ ve ´Seylan Çayı´nın Tadı Nasıl Çıkarılır´ın festivalin en iyi, en beğenilen işlerinden olması guru vericiydi.
Açılış Oyunları
İstanbul Fringe Festivalinin 7. edisyonunun açılışı, Alan Kadıköy’de, keyifli bir kokteylin ardından izlenen, kısa sürelerine karşın çok heyecan verici iki gösteriyle devam etti.
‘The World Behind’
İspanya’dan gelen ‘The World Behind’ yerinden edilmişlerin bir göçünü, içsel ve dışsal yolculuğunu, yanlarında taşıdıklarını, katlandıklarını, geride bıraktıklarını, kalanları ele alan bir dans ve fiziksel tiyatro yapıtı. Koreografı Rolando Salamé, dansçıları Lucas Morones ve Rolando Salamé. Geçiş halindeki iki dünya arasında denge kuran, biri ölmekte, diğeri doğmaya çabalayan ruhları simgeleyen, uçan veya düşen iki beden, belirsizliklerle dolu bir yola başlamak için defalarca yeniden yükseliyor. Özgürlüğün bu belirsiz fikir arayışı, umudun korkuya, insanlığın en iyisinin vahşetine karşı zaferine dönüşüyor.
İzlerken, yukarıdaki kısa tanıtımda belirtilenler keşfediliyor ama asıl nefes kesici olan, Morones ile Salamé’nin iç içe geçen bedenlerinin, kimi zaman yerde sürünürken kimi zaman yer çekimine meydan okuyan devinimi.
‘PE***E’
Açılışın ikinci gösterisi ‘PE***E’, ilişkilerin karşılıklı bağımlılığına dair sosyal, kültürel ve fiziksel gerilimler gibi çeşitli tansiyonlarla oynayan İstanbul’dan bir koreografik kara mizah performansı.
En başta belirtiğim gibi iki çok başarılı İspanyol dansçının ardından bu iki genç Türk dansçının performansının üst düzeyi daha da heyecan vericiydi. Özellikle kadınla erkeğin bedenlerinin kimi zaman dört elli, dört bacaklı tek bir varlığa dönüşmesi çok etkileyiciydi.
‘Rota’
‘Rota’, ışık ve beden arasındaki ilişkinin canlı bir deneyim olarak performatif araştırması. Karanlıkta başlayan performans kapsayıcı bir atmosfere evrilirken, ışık, alandaki etkileşimleri oluşturan aktif bir öğe olarak ortaya çıkıyor. Işığın hareketiyle bedensel ve mekânsal ilişkiler dönüşüyor; görünürlük sınırları ve grup dinamikleri yeniden kuruluyor. Yaklaşık bir saat süren bu etkileyici performans, seyircileri Barın Han’ın üç katında, rotasını dansçıların çizdiği benzersiz bir yolculuğa çıkarıyor. Anlatılması güç, katılması çok zevkli performans için söyleyebileceğim, mekân kullanımının ve tek bir diyalog olmadan, sadece bedenlerin iletişimiyle ulaşılan interaktif boyutun mükemmel olduğu.
‘2gether/Al(l)one’
Tiyatro kaosun eşiğinde durur. Sahne formu ne kadar planlı ve katı olursa, sahne yanılsamasını bozan ve gerçekliğin bir müdahalesi olarak hareket eden yıkıcı potansiyel hatalar o kadar fazla olabilir. Slovenya’dan ‘2gether/AL(l)one’ dans düetinde, gerçeklik tiyatro durumunda en başından itibaren mevcuttur. Öngörülemezlik, her performansın ve dolayısıyla varlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Kontrol edilemeyen kahkaha, sahne korkusu, utanç duyguları, hayvanlar, çocuklar ve diğerleri gibi hatalar tiyatronun canlılığını korur. Performansı izlerken, izleyiciler tiyatronun fiziksel alanına girdikçe kendileri de performansçı olurlar. ‘2gether/Al(l)one’ da bu farkındalık üzerine kuruludur. Seyirciyi hatanın yerine koyar.
Bizim izlediğimiz bir düet değil, partneri gelemediğinden tek bir kişinin benzersiz sahne sempatisiyle seyirciyle anında bire bir iletişim kurarak olayı interaktif bir boyuta getirdiği, oyun alanına davet ettiği birkaç seyirciyle birlikte etkileyici bir dans tiyatrosu sahnelediği bir performanstı. Tabii ki olay sahnedekiler için çok ilginçti ama dansçı oyuncunun devamlı iletişimde olduğu seyirciler için de oyun alanına giren izleyicilerin nasıl giderek ısınmaya başladıklarını, zamanla içindeki dansçıyı keşfedip var ettiklerini görmek son derece ilgi çekiciydi. Zaten dansçı finalde tüm seyircileri gösteriye dâhil etmeyi başardı.
‘Valse, valse, valse / Dönerken kaybolmak’
Üst sınıflar ve din adamları tarafından eleştirilen vals, geçmişte kendinden geçme etkisi ve karşı cinsten bedenle olan samimiyeti, ahlaksız arzuları serbest bırakabilişi nedeniyle bazen yasaklanmış bir dans. İsviçre’den Johanna Heusser, dört dansçı ve üç müzisyenle valsın tarihsel düzensizlik ve sarhoşluk potansiyelini ortaya koyan çağdaş bir yeniden yazımının nasıl görünebileceğini sorguluyor.
Yüzeysel, derinlikten yoksun koreografi yüzünden, kanımca salon dansı gösterisini aşamayan sahnelemesiyle bu yılın en az beğendiğim işi oldu.
‘Seylan Çayı’nın Tadı Nasıl Çıkarılır’
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) desteği ile Cité Internationale des Arts (Paris, FR) misafir sanatçı programı kapsamında üretilmiş olan ‘How to Enjoy Ceylon Tea / Seylan Çayı’nın Tadı Nasıl Çıkarılır’da, retorik soru ve onu takip eden çay demlemenin ayrıntılı açıklaması Batı’nın bir şeyleri yapmanın en verimli yolunu öğretme arzusuyla beslenen kolonyal geçmişini yansıtıyor. Sanatçı beyaz çoraplarını, beyaz çamaşırlarını, tüm bedenini, inci taneleri ve dünya ile bağlantı kurduğu beyaz küreleri çaya daldırarak, kolonyal bir ürün olan Seylan Çayı’nın tadını çıkarmanın ‘Öteki’ yollarını arıyor. Çay, dünyanın çatlaklarını, derin yarıklarını, koyu ve güçlü kokusuyla sarmalıyor ve beyaz olan her şeye rengini veriyor.
Dekoru, müziği ve ses tasarımı, video gösterisiyle ve de çay ikramıyla bu dört dörtlük tek kişilik gösterinin birinci kısmında proje tasarımını ve koreografiyi de üstlenen dansçı Canan Yüçel Pekiçten, elinde hiç dökmediği çay fincanı, yere yapışarak, sadece omurgasının hareketleriyle yılan gibi sürünerek sahne ortasına kadar geliyor. Ayağa kalkıp bu kez yılan gibi boynuna dolanan upuzun saç örgüsüyle sahnedeki topları canlandırdıktan sonra sanatçının çay banyosunda çay içtiği video izleniyor. Ardından göbeğine oturttuğu çay fincanı ile bu kez sırtüstü sürünerek sahne ortasına gelen dansçı ayağa kalkıp normalde bile müthiş zor hareketleri çayı dökmeden sürdürüyor. Şiirsel ve akıcı gösteride dansçının kusursuz beden kullanımı olağanüstü.
‘Masonn / Duvarlar’
“Duvarlar herkesi tehdit eder, karanlıklarının her iki tarafında da.”
Fransa’dan Compagnie Boukousou’nun benzersiz gösterisi ‘Masonn / Duvarlar’ festivalin tartışmasız en etkileyici ve en heyecan verici olayıydı. Dört oyuncu (iki genç kadın ve iki genç erkek), her birinin evrildiği bir dizi mikro-bölgeden oluşan bir alanı paylaşıyordu. Dörtlüden biri duvarı aştığında, her şeyin bir yanılsama olduğu bir hareket başlıyordu. Mekânların ve hareket halindeki karakterlerin görüntülerinin video projeksiyonu bu yanılsamaları güçlendiriyordu. Yanıltıcı kimliklerin ve bir bölgenin istilası olarak algılanan şeye bağlı korkuların ortaya çıktığı mecazi bir yer haline gelen sahnede ‘Öteki’, dönüşümlü olarak canavara, aynaya, düşmana dönüşüyordu.
Mekânları ayrıştıran duvarların tamamen ışıkla yaratılmasına karşın, dur durak bilmeyen dört dansçının ayıran ya da hapseden duvarlarla kısıtlanışları, çıkamayışları ya da aşamayışları olağan dışıydı. Tek kelimeyle müthişti!
Hemen hepsini heyecanla izlediğim bu yılın Fringe gösterilerinde seyredebildiklerimle ilgili izlenimlerim bu kadar. Sekizinci edisyonu heyecanla bekliyorum.