Ekimin en önemli sanat etkinliği Filmekimi 3 Ekim'de başlıyor

Filmekimi´nin zengin programında, üç hafta önceki Venedik Film Festivali´nin, dört ay önceki Cannes´ın ödül kazanan ve kaliteleriyle kendilerinden bahsettiren filmler var.

Viktor APALAÇİ Sanat
25 Eylül 2025 Perşembe

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 24. kez düzenlenecek Filmekimi Festivali, bu yıl İstanbul’da 3-12 Ekim arasında sinemaseverlere film şöleni sunacak. Filmekimi Ankaralı, İzmirli, Eskişehirli sinefillere de hitap edecek. Filmekimi Türkiye’deki festivallerin en zengin programına sahip etkinliğidir. Sebebine gelince Filmekimi, Venedik Film Festivali’nden üç hafta, Cannes Film Festivali’nden dört ay sonra yapılır. Sinema endüstrisinin en önemli iki festivalinde dünya prömiyerlerini yapan, ödül kazanan ve kaliteleriyle öne çıkan filmleri Filmekimi programında yer alır. Festivali izlemek isteyen okurlarım için, programda öne çıkan filmlerden kısaca bahsederek, tercihlerinde yardımcı olmaya çalışacağım. Bu yazımda sadece programdaki Venedik ve Cannes filmlerinden bahsedeceğim.

Çiçeği burnunda Venedik filmleri

Eski yıllara kıyasla sönük geçtiği söylenen 82. Venedik Festivali’nde Altın Aslan Ödülü, deneyimli Amerikan yönetmen Jim Jarmush’un ‘Baba Anne Kız Kardeş Erkek Kardeş /Father Mother Sister Brother’ filminin oldu. Aynı motifleri ele alan üç bölümlük film, üç ayrı ülkede (Amerika, Fransa, İngiltere) geçen üç aile hikâyesi anlatıyor. Filmde yıllar içinde birbirlerinden uzaklaşan kardeşler, çözülmemiş gerilimlerle yüzleşmek ve duygusal olarak uzak ebeveynleriyle gergin ilişkilerini yeniden değerlendirmek zorunda kalarak yeniden bir araya geliyorlar. ‘La Grazia’ ile fetiş oyuncusu Toni Servillo’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandıran Paolo Sorrentino, sadık Katolik, deneyimli bir hukukçu olan İtalyan Cumhurbaşkanı De Santis’in hayatını anlatıyor. Dul kalan De Santis, görevdeki son aylarında ölen eşinin sadakatsizliğiyle boğuşurken, ötenazi yasakları ve katillerin affedilmesi konusundaki ahlaki krizlerle karşı karşıya kalıyor.

Yorgos Lanthimos’un ‘Bugonia’sında yine Emma Stone (5.kez) ve Jesse Plemons (2.kez) bir araya geliyor. Film, ilaç ve kimya sanayi devleri tarafından pazarlanan ürünlerden zehirlenen, kobay olarak kullanılan insanların yaşadıklarına odaklanıyor. Filmde komplo teorilerine meraklı bir genç, büyük bir şirketin CEO’sunu kaçırıyor. ‘Zavallılar /Poor Things’ ile Altın Aslan kazanan Lanthimos, kara mizahtan beslenen ‘Bugonia’ ile bu kez ödül listesine giremedi. Guillermo del Toro ‘Frankenstein’ ile, Mary Shelley’in klasik öyküsünün yeni uygulamasında canavarı Oscar Isaac, yaratığı Jacob Elordi canlandırıyor. Zeki ama egoist bilim insanı, sonunda hem yaratıcının hem de trajik yaratımının mahvolmasına yol açan korkunç bir deneyde bir yaratığı hayata döndürür. Del Toro ‘Suyun Sesi’ ile iki, ‘Pinocchio’ ile bir Oscar kazanmıştı.

Amerikalı bağımsız yönetmen Noah Baumbach, ‘Jay Kelly’ komedisinde ünlü sinema oyuncusunun sadık menajeriyle çıktığı fırtınalı ve beklenmedik yolculuğunu anlatıyor. İkisi yaptıkları seçimlerle, sevdikleriyle ilişkileriyle ve geride bırakacakları miraslarla yüzleşmek zorunda kalırlar. Park Chan-wook ‘No Other Choise’da birkaç yıldır işsiz bir adamın, yeni bir iş bulmak için benzersiz bir plan tasarladığını anlatıyor: kahramanı rakiplerini ortadan kaldıracaktır. ‘İhtiyar Delikanlı /Oldboy’ ile uluslararası ün kazanan G. Koreli Chan-wook’un aktifinde, ‘Hizmetçi /The Handmaiden’, ‘Ayrılma Kararı /Decision to Live’ gibi kaliteli filmler var. ‘Martin Eden’den tanıdığımız Pietro Marcello, Valeria Bruni Tedeschi’nin oynadığı ‘Duse’de efsanevi sahne kariyerini sonlandıran oyuncu Eleanora Duse’nin öyküsünü anlatıyor. Duse, İtalya’nın I.Dünya Savaşı ile faşizmin yükselişi arasındaki çalkantılı dönemde tiyatroya geri dönmek için karşı konulmaz bir istek duyar.

Ödüllü altı Cannes filmi

78.Cannes Film Festivali’nin Altın Palmiye Ödüllü filmi, Jafar Panahi’nin ‘Basit Bir Kaza’sı Filmekimi’nin ağır toplarından biri. Yasakları hiçe saymaya devam edip filmlerini çekebileceğini, yurt dışında boşluklar bulup gösterebileceğini ispatlayan bir demokrasi kahramanı olarak Panahi Cannes’da alkışlandı. Baskı, rüşvet, bürokratik yozlaşma konularında İran rejimini eleştiren filmi diktatörlük, rejimin etkileri konusunda izleyiciyi düşünmeye davet ediyor. Film, geçmişte şiddete maruz kalmış bir grup insanın, sorgulamaları sırasında kendilerine eziyet eden kişinin izini bulmasıyla gelişen olayları anlatıyor. Cannes’da Büyük Ödül kazanan Joachim Trier’in duygusal ‘Sentimental Value’su, terk ettiği ailesiyle sorun yaşayan bir babanın psikolojisini inceliyor. İnişli çıkışlı bir baba-kız ilişkisini merkezine yerleştiren filmin senaryosunda Trier bütün karakterlerine eşit mesafede durup, kendilerini ifade edebilecekleri diyaloglar yazıyor.

Sinemada yılın en ilginç keşiflerinden Olivier Laxe’ın ‘Sırat’ı izleyicisini apokaliptik bir çöl yolculuğuna götürüyor. Jüri Ödüllü film, Fas’ta kayıp kızının izini süren İspanyol bir babanın Kuzey Afrika çöllerinde geçen içsel ve fiziksel yolculuğunu konu alıyor. Bir grup dışlanmış ile yolu kesişen babanın yaşadıklarını distopik bir atmosferde izliyoruz. Laxe tansiyonu yüksek, cüretkâr, gerçekçi, özgün bir kıyamet filmine imza atıyor. Cannes’ın çifte ödüllü tek filmi Kleber Mendonça Filho’nun ‘Gizli Ajan’ı, 1977’de Brezilya’nın askeri diktatörlük rejiminde muhalif bir üniversite profesörünü izliyor. Filho’ya En İyi Mizansen, aktör Wagner Maura’ya En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini getiren film, bireyin baskıcı sistemde nasıl direndiğini ya da teslim olmak zorunda kaldığını inceliyor. Çok uzun süresi, durağan mizanseni, sarkan senaryosuyla zaman zaman sıkıcı olabilen bir film.

Hefsia Herzi’nin ‘The Little Sister’i genç Nadia Melliti’yi En İyi Kadın Oyuncu yaptı. Günümüz Fransa’sında Kuzey Afrikalı kökenli bir kadın karakterin eşcinsel kimlik keşfi gibi özgün bir temayı film, derin ve insani yönüyle işliyor. Kadınlara ilgisini keşfeden 17 yaşındaki Fatima, Müslüman inancıyla çatışan kimliğini ve toplumdaki yerini sorgulamaya başlıyor. Jüri Ödülü’nü ‘Sırat’ ile paylaşan Mascha Schilinski’nin ‘Sound of Falling’i aşırı iddialı bir drama. Film, Almanya’nın Altmark bölgesindeki bir çiftlikte yaşayan, dört farklı kuşaktan, dört genç kadının yüzyıllık bir zaman dilimindeki yaşamlarını otopsi masasına yatırıyor. Beklentilere cevap veremeyen filmin sabır gerektiren, izlenmesi yorucu anlatımıyla zorlayıcı bir yapısı var. Soğuk karakterleriyle, 2,5 saatlik bu itici filmi beğenmedim.

 

Kaliteleriyle öne çıkan filmler

2021’de ‘Titane’ ile Altın Palmiye kazanan Julia Ducournau bu kez ‘Alpha’ ile Cannes’da ödül listelerine giremedi. Bu en kişisel filmiyle genç Fransız yönetmen, konusu AIDS salgınının travmasının yaşandığı dönemde geçen, psikolojik gerilim ve korku türünü sürdürüyor. Önceki iki filmi gibi ‘body horror’ türüne sadık kalan Ducournau, çılgın tempolu mizansen eşliğinde seyircisini rahatsız etmeyi sürdürüyor. Film, iki kayıp ruhla uğraşmak ve çözüm bulmak zorunda olan bir hastane çalışanının dramını anlatıyor. Sergey Loznitsa, ‘İki Savcı / Two Prosecutors’da, Stalin’in Büyük Temizlik döneminde, genç ve idealist bir savcının suçsuz mahkûmların haklarını arama mücadelesini anlatıyor. Stalin döneminin zulmünü perdeye taşıyan, belgesel tadındaki film, olayları hem tarihsel hem güncel metaforlar aracılığıyla yorumluyor.

Sosyal gerçekçi minimalist filmleriyle ünlenen Jean Pierre - Luc Dardenne Kardeşler ‘Genç Anneler’ ile Cannes’daki dokuzuncu ödüllerini aldı. Film, genç yaşta anne olan, yoksul kadınların kaldığı bir sığınma evindeki beş kadına odaklanıyor. Belçikalı yönetmenler, duygu sömürüsünden uzak, cesur, zengin sosyal arka planı olan, insancıl temalara değinen mesajları vermeyi sürdürüyor. Kariyerleri boyunca yaptıkları gibi proletaryanın sorunlarına, sosyo-ekonomik meselelerle değiniyorlar. Umut vaat eden finaliyle filmin iyimser tonu övgüyü hak ediyor. Mısır doğumlu İsveçli yönetmen Tarık Saleh ‘Cumhuriyetin Kanatları /Eagles of Republic’ ile ‘Kahire Üçlemesi’ni tamamlıyor. Film, ünlü bir aktörün Cumhurbaşkanı Sisi’nin başarılarını anlatan bir propaganda filminde, kerhen de olsa rol almasını anlatıyor. Askeri diktatörlüğü ve yozlaşmış politikacıları eleştiren Saleh, siyasi temalar üzerindeki becerisini sürdürüyor. Filmin özelliği İstanbul’da çekilmiş olması.

Arab ve Tarzan Nasser Kardeşler ‘Once Upon A Time In Gaza’ ile Cannes’ın Belirli Bir Bakış bölümünde En İyi Yönetmen Ödülünü kazandılar. Filmde Hamas’ın Gazze üzerindeki kontrolü sıkılaşırken, Yahia’nın arkadaşı Usame’nin vahşice öldürülmesinin intikamını almaya çalışması anlatılıyor. Ancak katil ile karşılaşınca olaylar bambaşka bir kulvara taşınır. Politik mesajlar vermekten uzak kalan bu macera filminde, karanlık gece sahneleri izlenmeyi zorlaştırıyor. Aynı bölümün En İyi Film Ödülü’nü kazanan Diego Despedes’in ‘The Mysterious Gaze of the Flamingo’su, çocukluk günlerinden esinlenerek yaptığı western türünde bir film. Şilili genç yönetmen (30) bu ilk uzun metrajlı filmini ‘sevgiye doğru bir yolculuk’ olarak tanımlıyor. ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde gösterilen Lee Sang-il’in ‘Kokuho’su Japonya’da 7,5 milyon izleyiciye ulaşarak rekor kırdı. Nagazaki’de 50 yıllık bir dönemi işleyen sürükleyici filmin kahramanı 14 yaşındaki Kikuo. ‘Nouvelle Vague’ ile gönülleri fetheden Richard Linklater’in ‘Blue Moon’u Berlin Film Festivali’nde Andrew Scott’a En İyi Yardımcı Oyuncu Gümüş Ayı Ödülünü kazandırdı. Tek bir gecede geçen film, savaş zamanı Amerika’sında Broadway’in perde arkasının benzersiz bir portresini çiziyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün