Hayatı sanata dönüştüren gustolog

Moshe Aelyon ile Büyükada´nın en güzel ve tarihi otellerinden birinde buluştuk. Sohbetimiz esnasında yalnızca soruları yanıtlamadı, aynı zamanda hayatı yaşama biçimini de paylaştı. ´Gustolog´ tanımı tam da bu yüzden kendisine çok yakışıyor; yaşamın detaylarını zarafet ve incelikle harmanlayıp başkalarına ilham veriyor. Bu keyifli sohbetimizde onun yaşam felsefesinin satır aralarına dokunduk.

Betül ÖZBERK Söyleşi
25 Eylül 2025 Perşembe

Don Miguel Ruiz’in ‘Dört Anlaşma’ kitabında geçen “kelimelerle kusursuz olmak” fikrini hep çok sevmişimdir. Siz de kendinizi ‘gustolog’ olarak tanımlıyorsunuz. Merak ediyorum, bu kavramı oluşturan şapkalarınız nelerdir?
Her şey ‘gustolog’ lakabının, bir grup profesyonel dostumla yaptığımız yaratıcı bir beyin fırtınası sırasında bana atfedilmesiyle başladı. Bu unvanın kökleri ise çok daha geriye, sosyal medyada uzun süredir takipçilerimin benim için kullandığı ‘gusto sahibi’ tanımına dayanıyor. Sanırım bu sıfat, yıllar içinde kreatif alanlarda ortaya koyduğum projeler, kişisel stilim, yaşam tarzım, evim, giyim tercihlerim ve genel estetik anlayışım gibi unsurların bir yansıması olarak doğdu. ‘Şapkalarım’ ise aslında kreatif direktörlük şemsiyesi altında birleşiyor. Marka danışmanlığı, moda, deneyim tasarımı ve davet organizasyonu, dekorasyon projeleri, sosyal medya içerikleri, YouTube videoları ve yazılı içerikler gibi birçok alanda aktif üretim yapıyorum.

Günlük hayatınızda yaşarken ‘kreatif direktör’ gözlüğünüzle etrafınıza baktığınızda neler dikkatinizi çeker? Hangi ayrıntılar size ilham olur?
Bu sorunun cevabı biraz sonsuzluk gibi… İlhamım; doğadan, sanattan, bazen bir kitaptan, seyahatlerden ve farklı kültürlerle kurduğum bağlardan besleniyor. Müzik, mimari, dünyadan takip ettiğim farklı tasarımcılar; hepsi yaratıcılık sürecimde kendine yer buluyor. Eski filmler, özellikle stil konusunda benim için ciddi birer ilham kaynağı. Detaycı yapım, projelerime doğrudan yansıyor; bu yüzden gözlemcilik benim en güçlü kaslarımdan biri. Bazen bir çiçek, bazen bir tabak bile tetikleyici olabiliyor. Tekstil de benim için başlı başına bir ilham dünyası. Moda defilelerini yakından takip ederim; sadece kıyafetler değil, mekân tasarımları da beni fazlasıyla etkiler. Renkler ve kokular ise ayrı bir yerde durur benim için. Çünkü bir deneyim yaratmayı hedeflerim ve bu deneyimin beş duyunun tamamına hitap etmesi, en büyük önceliğimdir.

Hep usta-çırak ilişkisinden ve mentorluğun gücünden söz ediyorsunuz. Sizce gençlerin sizden faydalanabilmesi için hangi özelliklere sahip olması gerekiyor?
Bu iki kavram benim için vazgeçilmez. Her zaman savunduğum, her fırsatta tavsiye ettiğim şeyler. Bir ustadan öğrenmek ve arka cebinde bir mentorun olması, özellikle gençler için paha biçilmez bir ayrıcalık. Gençlerin meraklı olmaları gerekiyor. Çok çalışkan, azimli ve yılmaz olmaları. Özgünlüğün değerini bilmeleri, kendi seslerini bulmaları çok kıymetli.
Pozitif kalmak ise, zaman zaman zor gibi gözükse de; emeklerinin sürdürülebilirliğini sağlayan önemli bir güç. Çünkü bu yolda sadece yetenek değil, dayanıklılık da belirleyici oluyor.



Sıklıkla ‘deneyim’ odaklı misafirperverlik diyorsunuz. Bu bana çok şiirsel geliyor. Sizce misafirperverlik artık sadece bir hizmet değil de bir sanat biçimi mi?
Aslında ‘deneyim’ dediğimiz şey, hiç de yeni bir kavram değil. Düşünürsek, misafirperverlik yüzyıllardır en köklü kültürel miraslarımızdan biri. Ev sahibi olarak hep bir deneyim sunmadık mı? Bir misafiri ağırlarken hissettirdiklerimiz, sunduğumuz atmosfer, küçük detaylara verdiğimiz önem. Hepsi birer deneyim değil miydi? Aynı şekilde, bir restoranda oturduğumuzda ya da bir otele adım attığımızda bizi karşılayan sadece fiziksel bir alan değil, bir deneyim bütünü. Fark şu ki; bugün bu kavrama bir isim verdik. ‘Deneyim’ tanımını markamız için yaklaşık dokuz yıldır kullanıyorum. Çünkü dijitalleşen dünyada markaların yalnızca ürün ya da hizmet değil, bütüncül ve duygusal bir bağ kuran deneyimler sunması gerektiğini erken fark ettim. Her ölçekte, onlarca detayı bir ahenkle bir araya getirmek gerçek bir sanat. Ve evet, iyi bir deneyimle, vasat bir deneyimi ayırt etmek aslında çok kolay. Aradaki farkı yaratan tek şey: Sanatçı dokunuşu.

‘Slow living’ son yıllarda sizin için çok önemli bir kavram haline geldi. Yavaşlık, hayatınızda yalnızca bir yaşam tarzı mı, yoksa üretiminizi ve yaratıcılığınızı da dönüştüren bir felsefe mi?
Slow living… Uzun zamandır gönül vermeye çalıştığım bir kavram bu. Dürüst olmak gerekirse, ancak yavaş yavaş tadını almaya başladım. Tam anlamıyla içine girebilmek, özellikle bu yazın yoğun temposu nedeniyle pek mümkün olmadı. Ama hissediyorum ki, ada hayatı bu anlamda bana güçlü bir zemin sunacak. Bu değişimin etkilerini üretim sürecimde ve yaratıcılığımda şimdiden hissetmeye başladım. Her şeyden önce daha seçici oldum. Ürettiğim tüm içeriklerin, bu yeni bakış açısının süzgecinden geçeceğine eminim.
Bu bir yaşam felsefesine dönüşüyor benim için. Artık nicelik değil, nitelik olacak önceliğim. Daha az ama daha anlamlı, daha derin ve gerçek şeyler üretmek istiyorum. Kendim için, izleyicim için, marka iş birliklerim için…

Hepimizin küçük alışkanlıkları var; günümüzü dengede tutan ufak ritüeller. Sizin bakış açınızla Şalom okurlarına bugün başlayabilecekleri minik ama etkili bir ritüel önerir misiniz?
Ritüellerine sıkı sıkıya bağlı yaşayan biriyim. Onlar beni hayata çivileyen çapalar gibi… Hızla değişen dünyada, hele ki bu kadar ağır ve yoğun gündemlerle baş etmeye çalıştığımız zamanlarda, bazı şeylerin kontrolümde olması büyük bir güven ve huzur veriyor. En sevdiğim ritüelim ise sabahlar. Günün ilk iki saati tamamen bana ait. Güne balıklama dalmam; aksine, kendime alan açarak başlarım. Haberlerden uzak dururum. Sessizliği, yavaşlığı ve kendime ait o anları kutsarım. Genellikle fonda bir müzik olur… Hafif bir yürüyüş, limonlu su ve Türk kahvesi. O sade ve sakin ritüelin sonunda, Instagram’a günün ilk postunu paylaşırım. Ve işte ancak o zaman günüm gerçekten başlar.

Yeni kitabınızı çok merak ediyoruz. Sürprizi bozmayacak şekilde içeriği hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

İki farklı kitap projem var. İlki hayatımı yazdığım ve bir yazar dostuma verdiğim sayfalar. Bunlar kurgulanacak ve bir roman olacak. Aslında bir biyografi değil ama esinlenilmiş bir roman. Diğeri ise çok yeni bir proje. Ekim 2025’te başlayacak ve bir sene sürecek. Bunun sürprizi kaçsın istemiyorum. Ama çok ‘Moshe’ bir proje diyelim.

YouTube’ta takipçilerinizle ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Videolarınızı oluştururken en çok neye önem verirsiniz?
O proje, günümüz Türkiye’sinde biraz yorgun, umutsuz ve yılmış hisseden gençlere ilham olma hayaliyle yola çıktı. Amacım; başarılı, çalışkan, özgün ve kendi yolunu cesaretle çizen insanları onlarla buluşturmak, bu hikâyeleri görünür kılmaktı. Zamanla gördüm ki, bu sadece gençlere değil, her yaştan insana dokunmaya başladı. Neredeyse 150 bölüme ulaştık, her biri ayrı bir dünya, ayrı bir bakış, ayrı bir umut taşıyor içinde. Şimdilik kısa bir ara verdik. Ama içim rahat. Çünkü bu proje boyunca konuklarımın yaşamları sadece konuşulmakla kalmadı; ilham verdi, güç verdi, yol gösterdi. Ve asıl hedefim tam da buydu.

Dünya çevresinde ‘uzun ömür adaları’ olarak bilinen yerler var. Örneğin Okinawa, Nicoya, Ikaria, Sardinia, Loma Linda… Siz de bu yaz Büyükada’ya taşındınız. Adada yaşarken benzer bir güç, denge ya da ilham hissediyor musunuz?
Ada benim için yeni bir destinasyon değil. 0-19 yaş aralığında, her yıl dört ayımı burada yazlıkçı olarak geçirdim. O yıllarda başlayan bu bağ, yıllar içinde dünyanın farklı köşelerindeki adalarda yaptığım tatillerle pekişti. Ve her seferinde hislerim aynıydı: Ada hayatının ritmi bana iyi geliyor. Beni yavaşlatıyor, sadeleştiriyor, sakinleştiriyor. Doğayla bağım güçleniyor; çam ormanları, deniz, rüzgâr… Hepsi adeta birer şifa kaynağı. Belki de artık yaşımla birlikte, bana gerçekten iyi gelen şeyleri daha net ayırt edebiliyorum. Bu yüzden diyorum ki, hayatımın en iyi kararlarından birini verdiğimi hissediyorum. Bakalım, bu sonbahar ve kış aylarında nasıl hissedeceğim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün