Sevgili Şalom dostları, yazım hepinizi sağlık ve afiyette bulur inşallah.
Günümüz dünya ve ülke şartları maalesef pek iç açıcı değil. Her tarafta bir siyasi kaos, karmaşa, ekonomik sorunlar... İster istemez hepimizi gereğinden fazla bunalıma sokuyor. Eskilerde bunlar yok muydu? Tabii ki vardı, ama şimdiki gibi değildi. Bugünün şartları, farkında olmadan bizlerde bir özlem ihtiyacı yaratıyor. Belki de biraz avunmak için o günlere sığınıyoruz.
Neye mi özlem? Bakın anlatayım…
Bir varmış, bir yokmuş... Sensörlü kapıların Mr. Spock’ın uzay gemisinde bulunduğu, Anadol marka otomobillerin inekler tarafından yendiği rivayet edildiği; haşarı çocukların Arap sabununu reçel sandığı; tel dolapların mutfağın olmazsa olmazı olduğu, Necdet Tosun’un, Hüseyin Baradan’ın, Suphi Kaner’in, Ayşeciği neşelendirmek için bin bir kılığa girdiği günlerdi…
Killing, Teksas, Tommiks’in elimizden düşmediği, hukuku Avukat Petrocelli’den, dedektifliği Komiser Columbo’dan öğrendiğimiz; merdaneli çamaşır makinelerinin çalışırken salona kadar geldiği; gazetelerin ansiklopedi kuponlarıyla evlerde kütüphanelerin kurulduğu, Facit makinelerinin çıkardığı ritmik sesle hesapların yapıldığı günlerdi…
“Kadınlar hamamda nasıl bayılır” sloganı ile ayı oynatıcılarının var olduğu, sokakta futbol oynarken rüzgârdan uçan naylon topların peşinde koşulduğu, Tom Sawyer’in maceraları için radyonun başında dört kulak kesildiğimiz günlerdi…
Tahta parçalarının üzerine çakılan çivilerle futbol maçları oynadığımız, kukalı saklambaç, uzun eşek, nemli topraklara çivi saplama oyunlarını oynadığımız; McMillan’ın (Rock Hudson) öldükten sonra eşcinsel olduğunu öğrenip şaşırdığımız günlerdi…
Telefona sahip olabilmek için on yıl sıra beklenen, apartmanlarda genellikle bir dairede telefon olup herkesin onunla idare ettiği; yoğurtçuların kampana çalarak geldiği, sütçülerin kapıya çentik atarak teslimatı not ettiği; bakkalların ölümsüz siyah kaplı kalın kalamoza defterlerinin olduğu günlerdi…
İki pötibör bisküvi arasına sıkıştırılmış lokumları, ortası delik bir kuruşları, bisikletlerin arka teker jantına motor sesi çıkarsın diye takılan karton parçalarını, İlyas Steakhouse’u, Ankara Pazarı’nı, Bostay meyve suyunu; gül reçeli yapmak için sokaklardan geçen pembe gül satanları, Gırgır’ın ilk halı temizleme makinesi olduğunu, Aladdin gaz sobalarının salon ortasını süslediğini günlerdi.
Ve en önemlisi: Bütün kapıların açık, herkesin birbiri için koşuşturduğu, kim olduğunun hiç önemli olmadığı o günleri yaşamak… İşte özlem dediğimiz şey tam da budur.
iPad’lerimizin, Wi-Fi’larımızın, akıllı telefonlarımızın, uydu antenlerimizin olmadığı o günlere selam olsun…
Yaşayamayanlar için üzgünüm.
Eskiden her şeyimiz azdı ama mutluluğumuz çoktu. Özlem, geçmişle birlikte kaybettiğimiz samimiyete, kaybolan insaniyete duyulan hasrettir.
Sevgi ve sağlıkla kalın…