•Gazze işgal planı ve gerçekleşen grev ve protestolar, İsrail siyasetinde derin bir çatlağı bir kez daha gözler önüne serdi. Bir tarafta güvenlik öncelikleri, askeri stratejiler ve koalisyon dengeleri; diğer tarafta insani kaygılar, esir yakınlarının dramı ve toplumsal vicdan. Bu çatışma, aslında İsrail´in kuruluşundan beri süregelen bir sorunun güncel tezahürü: Güvenlik mi öncelikli olacak, yoksa barış ve istikrar mı? Netanyahu hükümeti güvenlik paradigmasına sıkı sıkıya bağlı kalırken, toplumun önemli bir kesimi bu paradigmanın artık sürdürülemez olduğunu düşünüyor. İsrail´in Gazze İşgal Planı ve Protestolar: Güvenlik Paradigması ile Toplumsal Talepler Arasındaki Çatışma - Tuğçe Ersoy Ceylan – www.kriterdergi.com
İsrail’in asıl amacı İran’ı tamamen etkisizleştirmek ya da Suriye’de olduğu gibi paramparça bir ülkeye dönüştürmek. İsrail’in istediği, komşularıyla istikrarlı ilişkiler kurmak değil; istediği zaman müdahale edebileceği bölünmüş ve zayıflatılmış “minnoş devletler” yaratmak. Suriye’de Esad’a karşı desteklenen rejim değişikliği süreci, sonunda El Kaide bağlantılı unsurların yönetimde yer almasına yol açtı. Buna rağmen İsrail, yeni yönetim Esad’dan daha yumuşak tavır alsa bile bombalamaya devam ediyor. İran için öngörülen senaryonun da benzer olduğu açık.
Bir diğer kritik cephe Lübnan. ABD, Lübnan hükümetinden Hizbullah’ı silahsızlandırmasını talep etti ve Beyrut bu talebi kabul etti. Ancak bu, potansiyel bir iç savaşa yol açabilir. İsrail zaten Lübnan’ı düzenli olarak bombalıyor. Hükümet içerde Hizbullah’la çatışmaya sürüklenirse, İsrail’in güney Lübnan’ı işgal planı yeniden gündeme gelebilir. ABD ve İsrail’in, UNIFIL’in görev süresini yenilenmesine karşı oldukları da hesaba katıldığında, böyle bir planın varlığı olası.
an’a bir darbe daha ya da son bir darbe?
Tüm bu gelişmeleri bir arada düşündüğümüzde, Netanyahu’nun “Büyük İsrail” vizyonu daha da netleşiyor. Gazze’de soykırım niteliğindeki saldırılar, Batı Şeria’da yerleşimlerin hızla genişletilmesi, Lübnan ve Suriye’ye yönelik işgal planları… Ortadoğu’nun önümüzdeki ayları, belki de yılları, İsrail–İran geriliminin gölgesinde şekillenecek. Netanyahu, bunu bir “tarihî ve ruhani misyon” olarak tanımlıyor. İsrail’in güvenlik stratejisi, bölgede barış değil, kalıcı kaos üretmeye dayanıyor. İran’la çıkacak yeni bir savaş, yalnızca iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi kanlı bir girdaba sürükleyebilir.
Tamamı:https://harici.com.tr/komsularla-kaos-bolgede-kaos/
İsrail ile Avrupa arasındaki gerilim büyüyor: İlk kez bir Avrupa Komisyonu üyesinin, Teresa Ribera’nın İsrail’in yaptıklarını “Gazze’de soykırım” şeklinde nitelendirmesiyle bugüne kadar kullanılan dilden büyük bir kopuş sergilendi. İspanyol siyasetçi, Paris’te yaptığı bir konuşmada Avrupa’nın bu meselede ortak hareket edememesinin doğurduğu “başarısızlığın” iyice gözler önüne serildiğini söyledi. Belçika hükümeti de bu hafta İsrail’e tek taraflı yaptırım uygulama kararı aldı.
Tamamı : https://www.eurotopics.net/tr/344754/gazze-avrupa-israil-e-nasil-yaklasmali#
Son dönemde "Filistin topraklarını devlet olarak tanıyan" ya da "tanıyacaağını açıklayan" ülkelerin yaklaşımlarında Gazze'de yaşananlar önemli bir rol oynadı.
İsrail'in yoğun baskıya rağmen politika değişikliğine gitmemesi ve Gazze'yi işgal niyeti bu adımları hızlandırdı.
"Filistin devletini tanıma" kararının arkasında iç politika unsurları olduğu da sıkça dillendiriliyor.
Bazı analistler, Yahudilerden daha fazla Müslüman nüfusu olan ülkelerde bu adımın daha kolay atıldığını savunuyor.
Tamamı : https://www.bbc.com/turkce/articles/c74147xe7veo
Anketler, Almanya'da İsrail'e silah gönderilmesine karşı çıkanların oranının giderek arttığını gösteriyor. Kamu yayıncısı ZDF tarafından düzenli olarak yaptırılan son Politbarometer anketine göre Almanların yüzde 76'sı İsrail'in Gazze'deki eylemlerinin haklı olmadığına inanıyor. Aynı anket, Almanların yüzde 83'ünün Merz hükümetinin İsrail'e silah ihracatını durdurması veya sınırlandırması gerektiğini düşündüğünü gösteriyor.
Diğer anketler de Almanların İsrail algısının giderek kötüleştiğine, İsrail hakkında olumlu görüşe sahip olanların giderek azaldığına işaret ediyor.
Peki kamuoyunun ne düşündüğü, Alman hükümetinin politikalarını ne ölçüde etkiler?
Haziran ayında düzenlenen basın toplantısında bir hükümet sözcüsüne bu soru yöneltildi. Sözcü soruyu "Kamuoyunun hissiyatı, bu tür mühim kararlarda belirleyici bir faktör değildir" sözleriyle yanıtladı.
Netanyahu hâlâ asmaya kesmeye devam ediyor, ülke içindeki muhalefetten etkilenmeden Gazze'ye saldırıyı sürdürüyor. Durdurulması bakımından İsrail takımlarının uluslararası turnuvalardan ve de Eurovision'dan menedilmesi ciddi katkı yapacaktır.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, kabinesinden bakanlar ve İsrail ordusunun liderleriyle beraber ülkede “vicdanın sesi” olarak bilinen muhalif Haaretz gazetesini “Yahudi düşmanlığıyla” suçladı. Gazetenin en tanınan köşe yazarlarından Gideon Levy, İsrail ordusunun Batı Şeria’daki başkomutanını nitelerken Nazi dönemi komutanları için kullanılan bir ifadeye başvurmuş, ayrıca Filistinlileri kolektif olarak cezalandırdığını söylemişti.
Hükümetin tepkisini çeken köşe yazısında Levy, “Oberkommandant Avi Bluth, ülkenin merkezi komutasının başı, ‘İsrailli yerleşimcilere karşı el kaldıran herkesin caydırılması için operasyonların tekrar tasarlanmasını’ emretti” diye yazdı.
Tamamı : https://gazeteoksijen.com/dunya/netanyahu-hukumeti-haaretz-gazetesine-karsi-250753
Bir Türkiye-İsrail savaşı ihtimâli sıfırın bile altındadır.
Ayrıca ne Erdoğan ne Netanyahu bunu yapacak kadar akılsızdır.
Yani ne Erdoğan ne de Netanyahu İran’ın molla rejimi kadar akılsızdır.
İkisi de bu iki ülke arasındaki savaşın karşılıklı olarak nasıl bir felakete yol açacağının bilincindeler.
O nedenle içiniz rahat osun.
Bir Türkiye-İsrail savaşı katiyen olmaz.
Gazze işgal planı ve gerçekleşen grev ve protestolar, İsrail siyasetinde derin bir çatlağı bir kez daha gözler önüne serdi. Bir tarafta güvenlik öncelikleri, askeri stratejiler ve koalisyon dengeleri; diğer tarafta insani kaygılar, esir yakınlarının dramı ve toplumsal vicdan. Bu çatışma, aslında İsrail’in kuruluşundan beri süregelen bir sorunun güncel tezahürü: Güvenlik mi öncelikli olacak, yoksa barış ve istikrar mı? Netanyahu hükümeti güvenlik paradigmasına sıkı sıkıya bağlı kalırken, toplumun önemli bir kesimi bu paradigmanın artık sürdürülemez olduğunu düşünüyor. Pazar günü sokaklara taşan öfke ve umut, yalnızca bir günlük bir protesto değil, aynı zamanda İsrail’in gelecekteki yönelimini belirleyecek kritik bir toplumsal itiraz olarak okunmalı. Eğer hükümet bu sesi görmezden gelirse, yalnızca uluslararası alanda değil, içeride de meşruiyet krizinin derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor.
Avrupa’da seküler, milliyetçi ya da dini değerleri önceleyen anlayışın temsil edildiği farklı anlayışların egemenliğinde dahi İsrail devletine destek oranının yönetim mekanizmalarında yüksek olduğu gözlemlenebilir. Her ne kadar İsrail devletinin kuruluş aşamasındaki destek oranı yıllar geçtikçe sol gelenek ve temsilcileri nezdinde düşmüş olsa da devletler ve yönetici erkler, Yahudi devletine açılan kredide sınırları genişletme eğilimi gösterdi. Burada şüphesiz ki İkinci Dünya Savaşı ve öncesinde yaşanan kambur da önemli bir faktör oluyor. Avrupa kendi topraklarından uzakta kurulan bir İsrail devletine her daim açık çek veriyor. Normal şartlarda ırkçı olan kutuplar dahi İslamofobik duyguların ağır basmasıyla İsrail’in kanlı bilançosuna onay verebiliyor. Fransa, Filistin’i tanıma kararı gibi anlamlı bir eşiğe ulaşmasının hemen öncesinde 1894'te anti-semitik bir basın kampanyası sonucunda vatana ihanetten hüküm giyen Fransız yüzbaşı Alfred Dreyfus için her yıl anma töreni düzenleneceğini duyurma ihtiyacı hissedebiliyor. Bir nevi denge politikasının iz düşümü görülebiliyor.
Gazze’de yaşanan bunca acı ve kederden sonra bile 25 Ağustos’ta Washington Post’ta Editorial Board imzasıyla (yani gazetenin de kurumsal görüşünü yansıtan bir çerçevede) kaleme alınan yazıda, Filistin devletini tanımanın ancak sembolik bir jest olabileceğine, doğru zamanın bu olmadığına dikkat çekiliyordu. Yazıdaki kısır argümanlar, Batı’nın normatif değerleriyle biçimlenen değerler kümesinin düşünce dünyasında ne denli egemen olduğuna kanıt niteliğindeydi. Bu bir kişinin kaleminden çıksa anlaşılabilir, ancak yayın kurulu imzasıyla çıkması baskın anlayışın bunca yaşanandan sonra bile ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Yazının omurgasını oluşturan “Filistin devleti olmalı, ancak şu aşamada değil” önermesi, İsrail vatandaşlarının perspektiflerini eksen alıyor, Filistin eğitim sisteminin reforme edilmesi gerektiğini ve bunun paralelinde Filistinli gençlerin endoktrine edilmesi ihtiyacına atıf yapıyor. HAMAS’ın en önemli bariyer olduğuna dikkat çekiliyor ancak onu oluşturan koşullara referans verilmiyordu.
Tamamı : https://kriterdergi.com/dosya-gazze/filistin-devleti-icin-donum-noktasi-eylul-mu-olacak
Bugün dünyanın bir İsrail sorunu var. ABD’nin koşulsuz desteği devam ettiği müddetçe İsrail’in nasıl durdurulacağı ile ilgili çözümler de oluşturulamıyor. İsrail sorunu sadece Filistinlilerin sorunu değil. Sadece Ortadoğu ya da İslam ülkelerinin de sorunu değil. İsrail sorunu bugün küreselleşmiştir. Öncelikle Ortadoğu ve İslam ülkelerinin İsrail sorununa karşı ne yapacakları konusunda ortaklaşmaları, bu ortak politikalara destek için de başta Batılı ülkeler olmak üzere küresel diplomasiye ağırlık vermeleri gerekir. İsrail sorunu yakın gelecekte bölge ülkelerini daha fazla etkileyecek, orta ve uzun vadede ise Batılı toplumlardaki vicdan sahibi kesimlerin de etkisiyle, söz konusu ülkeler de bu sorunla daha fazla yüzleşeceklerdir.
Tamamı : https://kriterdergi.com/cerceve/kuresellesen-israil-sorunu
Gazze şeridinde sahil kesimi işgal etmek üzere saldırılara başlayan İsrail, Gazze’den en az 1 milyon insanı başka ülkelere göndermeye hazırlanıyor. Eş zamanlı olarak Batı Şeria ve Doğu Kudüs gibi Filistin bölgelerine de şiddetli saldırılar yapan İsrail, son olarak Batı Şeria’da belediye başkanlarının da aralarında olduğu çok sayıda Filistinliyi tutukladı.
İsrail, Filistinli nüfusun oldukça azaltıldığı, demografinin bir Filistin devletinin kuruluşuna kesinlikle uygun olmadığı İsrail devletinin inşasına hız verdi. İsrail açısından koruması gereken sınırlar artık Suriye’den Lübnan’a uzanıyor, belki yarın Ürdün’e ve Mısır’a da sarkacak.
Velhasıl İsrail, Suriye sahasını Türkiye’ye bırakmamak konusunda kararlı ve Barrack’ın son twistine bakılırsa Amerikan yönetimi de Türkiye’den çok İsrail’e kulak veriyor!
Tamamı : https://www.evrensel.net/yazi/97623/bati-seria-ve-barrackin-twistleri
Halihazırda Gazze topraklarının yüzde 88’i İsrail ordusu tarafından kontrol edilmektedir. İsrail ordusu bu kontrolü bir kara harekatıyla değil yaklaşık 100 bin ton bomba atıp, Gazze’nin üst yapısının yüzde 90’nından fazlasını yıkarak sağlamıştır. Buna rağmen İsrail şimdiye kadar HAMAS’ı tamamen ortadan kaldıramadığı gibi, HAMAS’ın elindeki rehineleri de kurtaramamıştır.
Dolayısıyla başlatılan işgal planının bu durumu tersine çevirme ihtimali bulunmamaktadır. Yani bu plan ile Gazze’ye sokulacağı ileri sürülen 100 bin askerin Gazze’yi HAMAS’tan arındırması ve rehineleri kurtarmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Kaldı ki İsrail’in 7 Ekim’den beri kayıpları ve ordudaki huzursuzluğu da göz önünde bulundurulunca, 100 bin askeri toplaması, toplasa bile hepsini Gazze cephesine göndermesi mümkün gözükmemektedir. Zira İsrail’in maksimalist ve revizyonist politikaları nedeniyle çevresindeki bütün ülkelerle sorun yaşadığı, bir taraftan Lübnan, Suriye ve Yemen’e saldırılar düzenlerken diğer taraftan İran ile yaşanması muhtemel ikinci raundun hazırlığını yaptığı bilinmektedir. Batı Şeria’yı ilhak niyeti bilinen İsrail’in merkez komutanlığının büyük bölümünü burada görevlendirdiği göz önünde bulundurulunca mevcut insan gücünün tüm cephelerde savaşmaya yetmeyeceği aşikardır.
Böylesine bir kara ordusu olmadan da Gazze’nin tamamının kontrol edilmesi söz konusu olamayacağından, alınan işgal kararı ve kabul edilen planın yüzde 100 başarıya ulaşma ihtimali bulunmamaktadır.
Tüm bu verilerin yanı sıra İsrail’in 7 Ekim 2023’ten Mayıs 2025’e kadar devam eden saldırılarında katlettiği 53 bin kişinin yüzde 83’ünün sivil olduğu, yine İsrail askeri istihbaratından sızan bir belgelerden anlaşılmaktadır. Bu koşullar altında şimdiye kadar ancak yüzde 17’si etkisiz hale getirildiği iddia edilen HAMAS’ın, başlatılan yeni işgal planı sonucunda tamamen ortadan kalkmasını beklemek saha gerçekleriyle uyuşmamaktadır. Yani İsrail kara harekatıyla Gazze’nin üst yapısının tamamını kontrol etse bile, tünellerde varlığını sürdürecek olan HAMAS nedeniyle tam olarak muvaffak olamayacaktır. Üstüne rehinelerin hepsinin ölmesine yol açacak ve bu durum da İsrail toplumundaki fay hatları daha da derinleşecektir.
İşgal planına yönelik en trajik öngörü ise tahmin edileceği üzere Filistin halkının muhtemel kayıpları üzerinedir. Zira şimdiye kadar 63 binden fazla insanın hunharca katledildiği Gazze’de, eğer işgal planı derinleştirilirse yaşanacak kayıpları tahmin etmek bile güçleşecektir. BM’nin Gazze’de kıtlık ilan ettiği bir dönemde ve zaten insan hayatı pamuk ipliğine bağlıyken, bunun üstüne eklenebilecek topyekün bir işgalin yüzyılın en büyük felaketine yol açabileceği unutulmamalıdır.
Dolayısıyla İsrail’in Gazze’yi işgal planını önlemek dünyanın birinci önceliği olmalı, bunu sağlamak için de BM Genel Kurulu derhal “Barış için Birleşme” opsiyonunu hayata geçirmelidir.
Tamamı : https://kriterdergi.com/dosya-gazze/israilin-gazzeyi-isgal-plani-amac-yontem-ve-muhtemel-sonuclar
İsrail’in tarihsel tecrübesine bakıldığında “ince strateji” uygulamakta çok mahir olduğu görülüyor. Küçük adımlarla büyük sonuçlar üretmek, insani ve güvenlik gerekçeleri üzerinden uzun vadeli toprak kontrolü sağlamak bu ülkenin alışıldık yöntemlerinden biri. Lübnan’da Güney Kuşağı örneği nasıl yıllara yayılan bir işgale dönüştüyse, Suriye’nin güneyinde de Dürzi kartı benzer bir işlev görebilir. Bugün “koruma” adıyla açılan insani koridor, yarın fiilî sınır genişlemesine dönüşebilir. Yani Dürziler yalnızca kısa vadeli askeri manevraların değil, uzun soluklu stratejilerin de parçası haline getiriliyor.
Tamamı : https://medyagunlugu.com/israilin-cok-katmanli-durzi-politikasi/
Rapor, İsrail’in “kararlı zafer yerine caydırıcılık mantığı” ile hareket ettiğini, çatışmayı sürdürmeyi ve nihai bir ateşkes ile rehine anlaşmasına ulaşmayı hedeflediğini, bunun da Hamas tarafından lehine kullanıldığını öne sürüyor. Ayrıca yardım dağıtımındaki yetersizlik nedeniyle Hamas’ın, Gazze halkını aç bırakmakla suçlayarak küresel bir propaganda kampanyası yürütmesinin kolaylaştığı vurgulanıyor.
Belge, ordunun aynı bölgelerde yavaş manevralar yaptığı ve görev başarısından çok kayıpları önlemeyi önceliklendirdiğini de kaydediyor. Tükenme, personel yorgunluğu, teçhizat aşınması ve gerilla savaşına hazırlıksızlık ise başarısızlığın temel nedenleri arasında gösteriliyor.
Rapor ayrıca operasyonun Hamas’ın rehinelerle ilgili taleplerinden geri adım atmasına yol açtığını ileri sürüyor. Geçen ay Hamas, İsrail tarafından daha önce onaylanan Witkoff önerisine benzer aşamalı bir rehine-ateşkes teklifini kabul etmişti. Ancak Başbakan Binyamin Netanyahu hükümeti, kısmi anlaşmalarla ilgilenmediğini ve “kapsamlı bir anlaşma” talep ettiğini belirtiyor.
İsrail ordusu, raporda yer alan iddiaları reddetti ve operasyonun belirlenen hedefleri karşıladığını, savaşın genel amaçlarına ulaşmak için çalışmalarına devam ettiklerini duyurdu. Askeri yetkililer, sızdırılan belgenin “ilgili mercilerden izin veya onay alınmadan dağıtıldığını” ve konunun incelendiğini aktardı.
Tamamı : https://harici.com.tr/israil-ordusu-gideonun-savas-arabalarinda-tum-hatalar-yapildi/
Siyasi söylemini “Önce Amerika” şeklinde özetleyen ABD Başkanı Trump’ın İsrail’e verdiği koşulsuz destek ve bu desteğin Amerikan ulusal çıkarlarıyla uyuşmaması, Trump’ın tabanında tartışmalara yol açıyor. Başta MAGA hareketinin önemli isimlerinden Cumhuriyetçi Kongre üyesi Marjorie Taylor Greene olmak üzere medyadaki en önemli Cumhuriyetçi figürlerden eski FOX sunucusu şimdilerde kendi kanalından yayın yapan Tucker Carlson, Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon ve bir diğer Cumhuriyetçi Kongre üyesi Thomas Massie gibi isimler, İsrail konusunda açıkça Trump’ın politikalarını eleştiriyor. Bu eleştirilerin tamamı büyük oranda “bağlamsal” bir çizgiye otururken, bu isimlerin özellikle Gazze ve ABD’nin İran’a saldırısı konusundaki tutumunu açıkça eleştirmeleri dikkat çekiyor.
İsrail polisi, Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana birçok protesto gösterisini güvenlik gerekçeleriyle yasakladı veya kısıtladı. Özellikle Filistinlilerin yoğun yaşadığı Doğu Kudüs gibi bölgelerde düzenlenen gösteriler, “güvenliğe tehdit oluşturduğu” gerekçesiyle engellendi.
Haaretz gibi barış yanlısı yayın organları, savaş politikalarını eleştirdikleri ve Gazze’deki insani krize dikkat çektikleri için sert tepkilerle karşılaştı. Hükümet ve aşırı sağcı kesimler, bu tür yayınları “moral bozmakla” ve “düşmana yardım etmekle” suçladı.
Bazı gösterilerde pankartlara el konuldu, protestolar zorla dağıtıldı ve katılımcılar gözaltına alındı. Nasıra’daki bir barış gösterisinde Knesset’in eski üyesi Muhammed Barakeh ve İsrail’in bazı Arap vatandaşları gözaltına alınıp birkaç saat sonra serbest bırakıldılar. Tel Aviv’deki eylemlerde de bazı aktivistler gözaltına alındı, ancak haklarında dava açılmadı.
Netanyahu hükümetine karşı İsrail’de düzenlenen gösterilerde gözaltına alınanlar genellikle birkaç saatle bir gece arasında nezarette tutulduktan sonra serbest bırakılıyor. Çoğu durumda bu gözaltılar “kamu düzenini bozma” gerekçesiyle yapılıyor. Protestocuların büyük bir kısmı hakkında ceza davası açılmıyor; yalnızca bazı olaylarda, polise direnme, yolu kapatma veya izinsiz gösteri gibi suçlamalarla dava açıldığı oluyor. Ancak genel tabloya bakıldığında, bu gözaltılar uzun süreli tutuklamalara veya ceza davalarına dönüşmüyor.
Tamamı : https://t24.com.tr/yazarlar/cagatay-anadol/kansizlar,51419
Gazze'de "Son Savaş"
HAMAS yenilirse; yeraltına iner ve Filistin dışında diaspora örgütüne dönüşür.
İsrail başaramazsa; Netanyahu hükümeti düşer, İsrail ordusunun "paramiliter savaşa" hazır olmadığı görülür, Gazze'de "Gazzelilerin yönetiminde" bir yönetim oluşur.
Haritadaki Plan, "Gideon'un Arabaları 2"ye göre; Gazze şehrindeki ahali, Khan Yunus dahil, güneyde oluşturulan "Güvenli Bölge ve İnsani Yardımlar Bölgesine" tahliye edilecek (mavi çizgi içi), 5 Tümenlik İsrail ordusu Gazze şehrine girerek, HAMAS'ı "kesin mağlubiyete ve teslim olmaya" zorlayacak.
İsrail ordusu bunu başarırsa; Gazze Şeridi tamamen işgal edilmiş ve HAMAS yeraltına inmiş, ya da ülke dışına kaçmış olacak.
İsrail ordusu; işgal edilmiş topraklarda, "sivil hükümet kuracak". Bunun için, HAMAS'a muhalif kabilelerden yararlanılacak.
Gazzelileri kabul edecek ülkelere "gönüllü tahliyeler" yoğunlaşacak.
Güvenli Bölgede, İsrail'in ve Uluslararası kuruluşların sağladığı insani yardımlar ve sivil hayat sürdürülecek. (su,elektrik,yiyecek,sağlık,eğitim,yardımlar,HAMAS'tan izole vb.tedbirlerle)
Kuzey Gazze'den itibaren, Gazze inşa edilmeye başlanacak.
Gazze Şeridinin dış kontrolü İsrail Ordusunca sağlanırken, "iç güvenlik için", HAMAS'a muhalif kabile ve şahıslar işe alınıp, işgal alanının iç güvenliği sağlanacak.
İşgalin ilhaka dönüşüp, dönüşmeyeceği gelişmelere göre değerlendirilecek.
İsrail nasyonalistleri, İsrail demokratlarınca "sindirilebilirse", bölgesel barış çatısı kurulabilir ve Filistin Devletinin kuruluşunun yolu da açılabilir.
Bu planın en zayıf halkası, İsrail ordusunun "paramiliter savaş için" yeterli eğitim ve donanıma sahip olmadığı konusu. İşler ters giderse ve HAMAS çok güçlü bir direnişle İsrail ordusuna önemli zayiatlar verdirirse, Netanyahu hükümeti dayanamayacak ve devrilecek. İsrail toplumunda savaş karşıtlığı zaten %60'larda. Toplum yoruldu.
Bu Netanyahu'ya verilen "son kredi"
Bütün bunlar; BM Genel Kurulunda Fransa'nın liderliğinde "Filistin Devletini Tanıma" çıkışları yapılırken ve Fransa-Suudi Arabistan'ın liderliğinde "Filistin Devletinin kurulmasını kolaylaştırma konferansı" yürütülürken olacak.
İsrail'in; diplomatik anlamda, tarihinin en keskin kuşatıldığı dönemi yaşadığını da vurgulayalım.
"Son Savaş" gerçekten 2 taraf için de çok önemli sonuçlar doğuracak.
https://x.com/AdelinaSfishta/status/1964263629278282058
Afrika’da Yahudi Diasporası,15.yüzyılda Avrupa’dan kovulan Sefarad Yahudilerinin, Osmanlı hakimiyetinde olan Kuzey Afrika’ya gelmeleri ile başlamıştır. Bununla birlikte Etiyopya Yahudileri olarak da ifade edilen Falaşalar (Beta İsrail) 1 Afrika ile diyalog kurmada etkili olmuşlardır. Falaşaların Hz. Süleyman’dan sonra kaybolmuş Yahudi kabilelerinin soyundan geldiklerini ifade edilmektedir...
Tamamı :https://tasam.org/tr-TR/Icerik/73990/afrikadaki_yahudi_diasporasi
1982 Hayfa doğumlu bu subay, aile kökeni itibarıyla Suriye, Irak ve Türkiye Yahudisi sayılıyor. Anne tarafından dedesi ve ninesi Irak’tan göç etmiş; baba tarafından ninesi ise Türkiye’den İsrail’e gitmiş; babasının babası ise Suriye’den İsrail’e gidip yerleşenler arasındaymış. Çocukluğunda Irak şivesi ile konuşmuş olsa da dilbilgisi kurallarına uygun Arapça öğrenimi okuldaki eğitim sayesinde olmuş.
Adraee, İsrail ordusuna bağlı istihbarat birliklerinin sinyal muhaberesi için kurulan dünyaca ünlü BİRİM 8200 merkezinde görev yapmıştır. İsrail Millî SIGINT Birimi diye de anılan bu bölüm, 1952 yılında kurulmuştur: Gizli operasyon, sinyal istihbaratı (SIGINT) toplama, kod çözme, karşı istihbarat, siber savaş, askerî istihbarat ve gözetleme görevlerinden sorumlu İsrail Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı bir istihbarat kolordusu birimidir.
22 yaşında başçavuş rütbesi aldığında, İsrail birlikleri Gazze’den çekilmekteydi. O zamandan beri ordunun Sözcülük Birimi’ne bağlı Arapça Masası başkanı olarak görevlendirilmiştir.
Muhalif yayın çizgisini benimsemiş olan Haaretz gazetesi, 2004 yılında yayımladığı bir makalede şu tespiti yapmıştı:
“İsrail’in bölgedeki esas sorunlarından biri düşman kesimle irtibat kurup onlara derdini anlatamamaktır! Nitekim ilk ordu sözcüsü Batılı görüşleri, anlayış ve söylemleri benimsiyordu. Bu yüzden Arap ve Doğu dünyasına hitap etmekte geri ve zayıf kalıyordu.”
Bu tür tespitler üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı, bölgesel ve uluslararası alanda Arap kamuoyunu etkilemek amacıyla Arapça konuşan elemanlar yetiştirip farklı alanlarda istihdam etmeye başladı.
Efendim işte o günlerde TRT 1’de Baba filmine denk geldim. Çayımı aldım, gözünün bebeğiyle oynayan Al Pacino’yu izlemeye başladım. Gerçi ben Baba’lara günün hangi saatinde, nerede denk gelsem hürmetimi gösteririm. Tabii o anda bu depderin vuruşla karşılaşacağımı tahmin edemezdim. Ben sadece Baba 2’yi izliyorum sanıyordum.
Michael Corleone’nin alem buysa kral benim dediği bölüm. Adam zeka küpü, Havana’da işler tıkırında giderken yaklaşan devrimin kokusunu bir tek o alıyor. Ayrıca karındaşı Fredo’nun kendini sattığını da anlıyor. Kifayetsiz muhteris Fredo, üç kuruşa ve azıcık pohpohlanmaya tav olup haset ettiği kardeşini babalarının zamanından kalma Hyman Roth amcaya ispiyonluyor. Eh Baba olmak kolay değil, tuzaklardan kurtulmuş bir Michael Corleone’nin eline düşmeyi kim ister? İtiş kakışın sonunda Hyman Roth canını kurtarmak için soluğu İsrail’de alıyor. Oradan da sınırdışı ediliyor. Hikayeyi biliyorsunuz.
Neyse film akıp giderken, defalarca izlemenin yarattığı etkiyle beynim boşlukları doldurmuş olsa gerek Hyman Roth ve İsrail denilen yerlerde sessizlik olduğunu başta fark etmedim. Koca TRT’ye bozuk film satacak halleri yok ya? Salonda olsak “makinist ses” diye bağırırız, ama devir o değil. Bunlar hep dijital. Ne oluyor, nasıl oluyor diye dikkatlice izlemeye başlayınca gördüm ki oyuncuların ağızları oynuyor ama ses yok. Yetiş ya Puzo, yetiş ya Coppola! Evladınıza neler etmişler diye bağırıyorum evde.
Koltuk, koridor, mutfak arasında yol yaparken aklıma düştü; bunun mesaisi nasıldır acaba? Baba 2, control F, bul/değiştir, Hyman Roth/sessizlik, metindeki tüm değişiklikler yapıldı. Böyle midir? Baba 2’deki Hyman Roth ve İsrail kelimelerini bulup onların üzerine pamuk tıkamayı akıl edenler nasıl birileridir? Bu kadar saçma bir işte çok derin akıllar bulanlar nasıl kişilerdir, demeye de korkuyor insan.
https://bianet.org/yazi/babaya-bu-yapilir-mi-311185
KONDA’nın aynı yıl yaptığı iki farklı araştırmaya göre, 6-7 Eylül 1955’e dair toplumun bilgi düzeyi düşük ve görüşülen her 5 kişiden 3’ü konuya dair fikir beyan etmekten kaçınıyor.
Araştırmaya katılanların sadece yüzde 15’i, faillerin cezalandırılması gerektiğini savunurken, yüzde 5’i devletin resmî bir özür dilemesini, yüzde 9’u ise mağdurların haklarının anayasal güvenceye alınmasını talep ediyor. Karşıt görüşte, her 100 kişiden 8’i devletin bu konuda herhangi bir müdahalede bulunmaması gerektiğini söylüyor.
Siyasi tercihlere göre bakıldığında, AKP, MHP ve İYİ Parti seçmenleri arasında benzer bir tutum görülüyor ve bu pozisyon, Türkiye ortalamasıyla hemen hemen aynı. CHP ve DEM Parti (o dönem HDP) seçmenleri ise devletin 6-7 Eylül 1955 ile yüzleşmesini daha güçlü biçimde destekliyor. Ancak CHP’lilerin yarısından fazlası, HDP’lilerin ise neredeyse yarısı bu konuda fikir beyan etmiyor.
Söz konusu araştırmalar, Türkiye’de azınlıklara yönelik hak ihlalleri ile yüzleşme konusunda toplumsal farkındalık ve taleplerin hâlâ sınırlı olduğunu gösteriyor.
Tamamı : https://bianet.org/haber/70-yil-sonra-da-yuzlesme-yok-6-7-eylul-azinliklar-ve-demokrasi-311203
Batı Avrupa savaşa mı gidiyor? Ayni tedbirler başka ülkelerde de alınıyor mu? Nato üyelerinin savunma bütçelerinin milli hasılanın % 5’ine çıkarılması önemli bir eşik!
Filistin bayrakları ve taraftarlığı ile ülkesini savunmanın ne ilgisi var? Belki de Avrupa kıtasında yaşayanlar (İngilizler dahil) hayat tarzlarına, tarih anlayışlarına ve medeniyetlerine saldırı olduğunu hissetmeye başladılar. Neden şimdi?
Rusya - Ukrayna savaşının çok uzakta cereyan etmediğini biliyorlardı fakat güçlenen Moskova’nın başka maceralar girişme olasılığının arttığını farkettiler.
Ortadoğu kökenli göçmenlerin kendi başarısız yönetim sistematiğini geride bırakmak yerine gittikleri ülkelerde uygulamak istediklerini gözlemliyorlar.
Özellikle Müslüman diyarlardan göçenlerin (Pakistan, Afganistan vs) kadınlara reva gördükleri baskının ciddi sosyal problemler doğurduğu ortaya çıktı. Bu kapsamda cinselliğe yöneltmelerinin polis tarafından hasıraltı edilmesine karşı büyük bir tepki oluştu.
Sonuçta Gazze savaşının yarattığı heyecan ve acıma dalgası ile kendi alıştıkları yaşam ve yönetim anlayışı arasında ikilem belirdi. Arap asıllı Ortadoğu halklarının kendilerine yönelik değiştirme isteklerine karşı koymak İsrail’e sempati ile bakmaya henüz dönüşmedi ve belki de dönüşmeyecek.
Fakat yakınlaşan tank ve top sesleri, artan finansal sıkıntılar, kendilerini savunma arzusu Avrupa’lıların müsamaha ve empati sınırlarını zorluyor ve içlerindeki vatanseverlik güdüsünü güçlendiriyor.
Süratle tedbir almazlarsa halleri yaman!
https://www.sozcu.com.tr/6-7-eylul-rezaleti-p222879
6-7 Eylül olayları, tarihimize kara bir leke olarak geçti. Kimlikler üzerinden örgütlenen nefret ve şiddet, sadece azınlıkları değil, ortak yurttaşlık hukukunu da hedef aldı. Bu acı deneyim, bizlere farklılıkların bir tehdit değil, ortak yaşamın zenginliği olduğunu hatırlatıyor
Bugün bize düşen önce utanmak, sonra ders çıkarmak, ayrımcılıktan sıkıya sıkıya kaçınmak, tarihimizin tüm sayfalarını iyi ögrenmek ve bu tür olayların tekrarlanmamasını sağlamak için laiklik ilkesini akılda tutarak gereken siyasal sağduyuyu göstermektir.
https://x.com/NamikTan/status/1964243278376890872
Hemen her Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi, ezcümle gayrimüslim için büyük bir travmadır bu pogrom. Henüz yapıcı bir yüzleşme ve kabulle karşılaşılmadığını da düşünecek olursak bu tarih, sadece dezenformasyonun gücünün 70 yıldır sürdüğünü hatırlatmıyor, aynı zamanda hem bir zamanlar gayrimüslim komşuların yaşadığı semtlerin nostaljisini yaparken hem de neden bugün esamisinin okunmadığını da gözler önüne seriyor.
6 Eylül’de yaşananlara "olay" demek o gün burnu dahi kanayanlara büyük haksızlık olacağı için, pogromla yüzleşmeye önce adını koyarak başlamalıyız. İçinde yaşadığımız utanç müzesinin bugününde 1955’e dair bir şerh düşüyor; pogromun 70. yıldönümünde de tarihimizi bilme, öğrenme konusunda ne kadar hevessiz olduğumuzu bir kez daha hatırlamak istiyorum.
Tamamı : https://aposto.com/s/6-7-eylulle-yuzlesmek-olay-degil-pogrom
https://www.youtube.com/watch?v=0Tkk6tEnxj0
Bu felaket bilmezden geliniyorsa, söz edilmesine, hatırlanmasına bile tahammül edilemiyorsa, ya da “şimdi sırası değil” deniyorsa, bu şiddetin, mağduriyetin, tedirginliğin devam ettiğini gösteriyor.
Tamamı : https://www.yeniarayis.com/yazi/6-7-eylul-pogromunu-70-yilinda-unutmadik-unutmuyoruz-11714
Başta Rumlar olmak üzere İstanbul’da yaşayan gayrimüslimleri hedef alan 6-7 Eylül Pogromu’nun üzerinden 70 yıl geçti. Pogrom genellikle “yağma” üzerinden ele alınsa da, faillerin devletin bilgisi dahilinde uyguladığı şiddetin her türlüsü kuşaklararası travmalara neden olacak kapanmayan yaralar açtı. Burcu Karakaş, 6-7 Eylül’ün son tanıklarıyla görüşerek “Akşam İstanbul’da Çok Fena Şeyler Oldu” kitabını kaleme alan gazeteci Serdar Korucu ile konuştu.
https://www.youtube.com/watch?v=OJoXsZDBKYg
Coldplay'in Londra'da düzenlediği konserde grubun vokali Chris Martin'in sahneye iki genç İsrailli hayranını çıkarması büyük tepkilere yol açtı.
Martin gençleri sahneye çağırırken "Burada birer insan olarak bulunmanızdan çok memnunum. Biz sizi insan olarak eşit görüyoruz, nereden geldiğiniz önemli değil" dedi.
Daha sonra konuşmasına "Biraz tartışma yaratacak olsa da Filistin'den gelenleri de ağırlamak istiyorum" diye devam eden Martin "Hepimizin eşit insanlar olduğuna inanıyorum" dedi. Bu sırada dinleyiciler de Martin'in sözlerine alkışlarla destek verdi.
Ancak görüntülerin sosyal medyaya düşmesinin ardından bazı Yahudi toplulukları, Martin'i eleştiri yağmuruna tuttu. Martin'in İsrailli gençleri utandırdığını söyleyen eleştirmenler, bu sözlerle İsraillilerin "varlığının sorgulandığını" iddia ettiler.
Kendine siyonist gazeteci diyen Eve Barlow, "Favori grubunuzun sizi sahneye davet ettiğini ve sonrasında bu fırsatın on binlerce dinleyici önünde varlığınızı kanıtlama fırsatına dönüştüğünü düşünün" diye yazdı.
YouTube içerik üreticisi Yaakov Langer ise Martin'in Hamas'ın elindeki rehinelerden bahsetmediğini ve İsraillilere "insan muamelesi yapmadığını" iddia etti.
Araştırmacı Casey Babb ise gecenin "utanç ve hayal kırıklığı"na dönüştüğünü söyledi.
https://www.nefes.com.tr/coldplay-israillileri-kizdirdi-59337
Hastane son olarak iki yıl önce dinci gericilerin hedefi olmuştu. AKP’nin İsrail ile ilişkilerine gıkını çıkarmayan bir grup sözde doktor 18 Kasım 2023 günü hastanenin önüne yürüyüş düzenleyip hedef gösterdiler, eylemi her Cumartesi tekrarlayacaklarını açıkladılar, kamuoyundan gelen tepkilerden sonra vazgeçtiler.
∗∗∗
Dinciler ne kadar hedef göstermeye çalışsa da Balat Musevi Hastanesi başından itibaren Balat halkı tarafından benimsenip sahip çıkılmıştır. Hastane de bu sahiplenmeyi karşılıksız bırakmamış; Müslüman, Hristiyan, Yahudi, her inançtan yoksul ve çaresiz insanlara kucak açmıştır.
Zaten hastanenin girişinde Pasteur’ün şu sözleri yazılıdır: “Bir hastaya ne hangi memleketten olduğunu sorarlar, ne de dinini.
Ona şöyle derler: Izdırab mı çekiyorsun? Sana yardım edeceğim.”
Vakıf hastanesi statüsündeki Or-ahayim hiçbir zaman diğer vakıf hastanesi görünümlü özel hastaneler gibi olmadı. Her daim hayır kurumu özelliğini korudu. Bu nedenle de kâr etmek bir yana, başından itibaren Yahudi Cemaatinin maddi destekleriyle ayakta kalabildi. Ancak İstanbul’daki Yahudi nüfusunun iyiden iyiye azalması, mali zorluklar gibi nedenler hastaneyi giderek zora soktu.
Vakıf Yönetim Kurulu geçtiğimiz Temmuz ayında 127 yıldır İstanbullulara sağlık hizmeti veren hastanenin kapatılmasına karar verdi. Hastanenin birçok bölümü şimdiden kapandı, kalan bölümler de bu ay içinde kapanacak.
Hastane binasının akıbeti hala meçhul. Bir söylentiye göre İstanbul’u örümcek ağı gibi saran zincir hastanelerden birine satılacak. Bir başka söylentiye göre ise Vakıflar Genel Müdürlüğü vakıf senedindeki sağlık tesisi şartını kaldırmış, bu durumda muhtemelen otele dönüşecek.
https://www.birgun.net/makale/halicteki-hayat-isigi-sonuyor-650047
Zaman tüneli misali: Edirnekapı Kasturya sinagogunun sokağı
https://x.com/onderkayaistan1/status/1963865408168997164
Öte yandan Esed'in düşüşünün ardından iktidara gelen yeni Suriye yönetimi, Şam'da kalan Yahudi cemaatine karşı açık tutumunu gizlemedi. Bu cemaat, Eski Şehir'de, özellikle de Yahudi mahallesinde yaşayan yedi kişiden ibaretti. Cemaatin lideri Bakhour Chamntoub, Suriye'nin özgürleştirilmesinden sonra yetkililerden oluşan bir heyetin kendisini ziyaret ettiğini ve Yahudi cemaatine güven verici mesajlar ilettiğini söyledi.
Gözlemciler bu açılımı, Suriye'de katı çizgideki İslamcıların iktidara gelmesinden korkan İsrail'i yatıştırmak ve uluslararası destek kazanmak için yapılan bir girişim olarak değerlendirdi. Tel Aviv bu yüzden hava saldırılarını yoğunlaştırarak askeri ve stratejik hedefleri bombaladı ve eski düzenli ordunun kapasitesinin yüzde 80'ini, özellikle hava savunma tesislerini ve füze sistemlerini imha ederken, Suriye'nin güneyindeki Kuneytra ve Dera'ya doğru ilerleyerek başkent Şam'ın çevresindeki kırsal bölgelere ulaştı.
Suriye'deki Yahudilerin geçmişi Antik çağlardan, özellikle de Hz. Davud'un zamanından beri burada yaşayan Mizrahim ve 16. yüzyılda İspanya'dan Yahudilerin sürülmesi ve Endülüs'ün düşüşünün ardından buraya gelen Sefaradlar olmak üzere iki gruba dayanıyor. Suriye’deki Yahudiler, 20. yüzyılda göç etmeden önce bile çeşitli zanaatlarda, özellikle altın işçiliğinde ustalıklarıyla tanınıyorlardı.
Geçtiğimiz şubat ayında, Rabbi Yosef Hamra, olağanüstü ve zorlu siyasi koşullar nedeniyle otuz yıl önce terk ettiği Şam'a geri döndü. Ziyareti buzları eritti ve Suriye’nin yeni yetkililerinin nabzını ölçmek için bir test görevi gördü. Arap Ülkelerinde Yahudiler için Adalet Örgütü'nün eşbaşkanı Haham Eli Abadi ise basına yaptığı açıklamalarda, Suriye’de kalan Yahudilerin ayrılmak istemediğini ve Suriye dışında, İsrail ve ABD’de, özellikle New York'ta akrabaları olduğunu söyledi.