Un Libro Avierto ile Yahudi çalışmaları: “Ne gerek var?”

Bu ayın sonuna doğru avierto.net adresinde yayına girecek olan Un Libro Avierto – Açık Kitap platformu ve e-kitabı için hazırlıklarımız sürerken, bana sıkça yöneltilen bir soruyu bu yazının merkezine taşımak istedim: “Ne gerek var?”

Ceki HAZAN Kültür
3 Eylül 2025 Çarşamba

Her yeni çalışmada, her yeni projede bu soru yeniden çıkıyor karşıma. Toplumumuzda “ne gerek var” çoğu zaman bir meraktan çok, “buna uğraşmaya değer mi?” tavrına dönüşüyor. Gelişmeye ve geliştirmeye kapalılık, boşvermişlik, vazgeçmişlik… İlgisizlik de bilgisizliği beraberinde getiriyor. Sonunda bu durum yumurta–tavuk hikâyesine dönüyor. İlgi olmadığı için mi bilgi eksik, bilgi olmadığı için mi ilgi yok? Muhtemelen ikisi birden.

Sevgili Rıfat Bali’nin geçtiğimiz yıl yayımlanan anı kitabı Bilanço Zamanı: Bâkî Kalan Bu Kubbede Bir Boş Sadâ İmiş (1992–2023)’ün girişinde aktardığı, kendisine de yıllarca söylenen “Ne lüzum var?” ifadesini ben de çocukluğumdan beri İzmir Yahudi Toplumu içinde işitiyorum.

Bir işi neden yaptığımızı sorgulamak elbette önemlidir. Simon Sinek’in çok satan kitabında vurguladığı gibi, “neden?” sorusu işin özünü ortaya çıkarır. Bir şeyin önemli mi önemsiz mi, gerekli mi gereksiz mi olduğuna karar vermek kişiden kişiye değişir. Merak da böyledir. Kiminin merakı tuttuğu futbol takımının yeni transferleri, kimininki doğa ya da çevre, bir başkasınınki komşusunun hayatı üzerine olabilir. Kimimiz içinse kültürel, akademik ya da entelektüel merak ön plana çıkar.

Ne var ki gerek cemaat içinde gerek daha geniş toplumda, Türkçe konuşulan her ortamda Yahudilik üzerine düşünmeye ya da sorgulamaya başladığımda aldığım tepkiler geniş bir merak yolculuğundan çok beni hep yerelde tutmaya yönelik oluyor. Evrensele açılmak yerine, konu Türkiye Yahudileriyle ya da tarihsel olarak Osmanlı Yahudileriyle sınırlı kalıyor. Yereli koruma kaygısını anlıyorum ama benim son yirmi yıldır merak ettiğim, son birkaç yıldır ise aktif olarak yanıt aradığım sorular şu şekilde: “Günümüzde Yahudilik dünyanın farklı noktalarında nasıl inceleniyor? Hangi araştırma alanları ve konular ön plana çıkıyor?”

Yahudilik Üzerine Araştırma Yapmak Kimlerin İşi?

Bu sorunun adresi çoğu zaman akademik kurumlar ve o kurumlara bağlı kişiler olarak görülür. Ancak dünyada ve Türkiye’de akademi, derinlikli tartışmalardan çok hızlı, kolay tüketilen, sansasyonel içeriklere de kayabiliyor. Televizyon ekranlarında uzmanlıkların değersizleştiği, herkesin her konuda yorum yaptığı bir dönemde, YouTube kanalları, podcastler ve e-kitaplara erişim belki bir nebze nefes aldırıyor ama mesele bundan daha fazlası.

İngiltere’nin Oxford kentinde bulunan ve Avrupa genelindeki üniversitelerde Yahudilik üzerine araştırma yapan akademisyenleri temsil eden European Association for Jewish Studies (EAJS) – Avrupa Yahudi Çalışmaları Derneği üyelerinin hatırı sayılır bir kısmı Yahudi değil. Bu durum ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Tevrat’ı, Talmud’u ya da diğer dini metinleri okuyup yorumlayan, sinagog ritüelleri üzerine araştırmalar yapan akademisyenlerin Yahudi olmaması, özellikle toplumun içinden bakanlar için tuhaf gelebilir. Oysa bu, akademinin doğasında var. Tıpkı bir Yahudi akademisyenin İslamiyet, Hıristiyanlık veya Budizm üzerine çalışabilmesi gibi, Yahudi olmayan araştırmacılar da Yahudilik üzerine çok değerli katkılar sunuyor.

Bunun en canlı örneklerinden birini geçtiğimiz temmuz ayında İzmir’de yaşadım. Ladino konuşanlarla yaptığımız üç günlük kayıt çalışmasında birlikte çalıştığımız isim, İspanya’nın Zaragoza kentinde doğan Dr. Carlos Yebra Lopez’ti.

Carlos’un hikâyesi oldukça ilginç. 2014’te Kudüs’te bir konferans için bulunduğu sırada Yasmin Levy’nin sahnede seslendirdiği Adio Kerida şarkısını dinlerken kulağına modern İspanyolcaya benzemeyen bazı kelimeler çarpmış. Çevresindekilere sorduğunda bunun Ladino olduğunu öğrenmiş. Bu küçük tesadüf hayatının yönünü değiştirmiş.

2015’te New York Üniversitesi’nde dilbilim doktorasına başladığında bir yandan da Ladino öğrenmeye koyulmuş. Ladinokomunita e-posta grubuna katılmış, Ladino konuşanlarla tanışmış. 2017’de Ladino21 adlı dijital arşivi kurmuş, çevrimiçi dersler hazırlamış. Bugün Oxford Üniversitesi’nde halka açık ücretsiz çevrimiçi Ladino dersleri veriyor. University College London’daki doktora sonrası araştırmalarında ise Ladino konuşanların bulunduğu farklı ülkelere giderek sözlü tarih çalışmaları yürütüyor ve yeni bir ders kitabı hazırlıyor. Aynı zamanda bu çalışmalarını Ladino21 YouTube kanalında paylaşarak dijital ortama da taşıyor.

İzmir’de görüştüğümüz kişiler de ona sık sık aynı soruları yöneltiyordu: “Yahudi misin? Değilsen bu dile neden ilgi duydun? Neden ve nasıl öğrendin?”

“Akademisyenim” demesi belki anlaşılır bir açıklamaydı ama yine de bu soruları yönelten birçok kişi içinde gizli bir “Ne gerek var?” sorgusu barındırıyor gibiydi.

Türkiye’de de Türkiye Yahudilerinin geçmişini ve bugününü araştıran sayıları az ama önemli araştırmacılar var. İzmir cemaatinin yakından tanıdığı ve Şalom’da uzun yıllardır yazılarını paylaşan Dr. Siren Bora, bu isimlerden biri. Yeni nesil akademisyenler, akademisyen adayları ve bağımsız araştırmacılar da Türkiye Yahudileri üzerine değerli çalışmalar yapıyor. Rıfat Bali, Naim Güleryüz, Yusuf Altıntaş, Karen Gerson Şarhon gibi isimlerin etkisi ve katkıları da bu kişilere yıllardır yol göstermeye devam ediyor.

Dünya geneline baktığımızda da Yahudi tarihi, felsefesi, dili ve edebiyatının yanı sıra dini metinler üzerine de aynı şey geçerli: Tevrat’ı, Talmud’u, dini kuralları ve buna bağlı tartışmaları çalışan ve bu alana katkı sunan çok sayıda Yahudi olmayan araştırmacı ve düşünüre rastlıyoruz. Kimi zaman bu araştırmalar dini tartışmaları doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor, kimi zaman da toplulukların alışkanlıklarına ve iç dinamiklerine yeni bakış açıları getiriyor.

Kısacası Yahudi çalışmaları yalnızca Yahudilerin işi değil. Merak eden, emek veren herkesin katkısıyla gelişiyor. Belki de bu yüzden sınırları oldukça geniş.

Türkçe Bir Çalışmaya Neden Gerek Duyduk?

Yahudilik üzerine araştırma yapmak yalnızca “kimin işi” sorusunu değil, aynı zamanda “kimler için” sorusunu da beraberinde getiriyor. Uluslararası literatürün büyük kısmı İngilizce. Buna İbranice, Fransızca, Almanca, Aramice, Yidiş ya da Ladino gibi dillerde yazılmış kaynaklar eklendiğinde, bu alan çoğu zaman ancak birkaç yabancı dili bilenlerin erişebildiği bir alan hâline geliyor.

Ama her dilde olduğu gibi Türkçede de, konuyu merak edenlerin anlayabileceği rehberlere ihtiyaç var. Kullanılan terimleri ve yaklaşımları kendi dilinde görmek özellikle ilk adımı atacaklar için çok değerli. Türkçe bir giriş, ilgi duyanlara güvenilir başlangıç noktaları sunabilir. Kitapların, saygın yayınevlerinin, güvenilir sitelerin ve ders materyallerinin Türkçe tanıtımı, konuyla yeni tanışanların doğru kaynaklara daha kolay ulaşmasını sağlar.

Son yıllarda bana ulaşan öğrencilerin çoğu, Türkçe başlangıç kaynaklarının eksikliğinden yakınıyor. Ellerinde yalnızca bağlamdan kopuk birkaç makale ve internet sitesi oluyor. Bu da hem merakı törpülüyor hem de konuyu ciddiyetinden uzaklaştırıyor.

Yapay zekâ araçları bu noktada bir kolaylaştırıcı olabilir. Doğru sorular sorulduğunda insanı nitelikli kaynaklara yönlendirebilir, farklı bakış açılarını aynı anda görmeyi sağlayabilir. Ama bunun olabilmesi için önce Türkçe referansların bulunması gerekiyor. Hem doğru soruları sorabilmek hem de verilen yanıtların hangi kaynaklara dayandığını anlayıp sorgulayabilmek için sağlam bir altyapı şart.

Kısacası mesele yalnızca uzman bir çevreye hitap etmek değil. Türkçe içeriklerle bu alanı daha erişilebilir kılmak, daha çok kişinin merak edip öğrenmeye başlamasına ve sorgulamaya cesaret etmesine katkı sunmak.

Yapay Zekâ ve Sosyal Medya Çağında Akademik Yayınevlerine Ne Gerek Var?

Diğer akademik alanlarda olduğu gibi Yahudi çalışmalarında da ilk akla gelen şeylerden biri güvenilir kaynaklardır. Bir konuyu anlamak, doğruyu yanlıştan ayırabilmek için hangi kitapların ve hangi kurumların ciddiye alınması gerektiğini bilmek önemlidir. Din, kültür, dil, toplumsal yaşam, müzik, yemek ya da felsefe ve mistisizm üzerine yapılan araştırmaların çoğu eninde sonunda bu yayınevlerinin ürettiği kitaplara dayanır. Bu yüzden yalnızca kitapların değil, onları hazırlayan akademisyenlerin ve bağlı oldukları kurumların da tanınması gerekir.

Amerika ve İngiltere öne çıkıyor gibi görünse de tablo daha geniştir. Princeton, Stanford, Harvard, Yale, Columbia, New York University, University of California, Oxford ve Cambridge gibi üniversite yayınevleri; Routledge, Springer ve Brill gibi uluslararası akademik yayınevleri bu alanın merkezinde yer alıyor. Ama mesele yalnızca Anglo-Sakson dünyasıyla sınırlı değil; Avrupa’daki, Latin Amerika’daki ya da İsrail’deki akademik çalışmalar da bu haritanın önemli parçalarıdır.

Elbette hiçbir yayınevi kusursuz değil. Hatalar olabilir, eleştiriler yapılabilir. Ama bu çabaların değersizleştirilmesi ya da görmezden gelinmesi yerine değerlendirilmesi gerekir. Çünkü yıllar süren emekle hazırlanan kitaplar yalnızca salt bilgi sunmaz; aynı zamanda farklı bakış açılarını görme, kıyas yapma ve yeni sorular sorma imkânı verir. Kitapların sağladığı bu derinlik, güncel tartışmaları daha geniş bir bağlama yerleştirmemizi de mümkün kılar. Akademik yayıncılığın değeri tam da bu yavaşlıkta, dikkatli üretimde ve uzun ömürlü olmasında gizlidir.

Bugün Yahudi çalışmaları dendiğinde dini metinler üzerine yapılan araştırmaların yanı sıra tarih, felsefe, mistisizm, edebiyat, dilbilim, sosyoloji, antropoloji, müzik, yemek kültürü, kadın çalışmaları, queer çalışmaları, mimari ve daha pek çok alan karşımıza çıkıyor. Bu çeşitlilik, ancak çok sayıda akademisyenin ve araştırmacının emek verdiği sağlam dergiler, kitaplar ve güvenilir yayınevleriyle anlam kazanıyor.

Yapay zekâ ve sosyal medya çağında bilgiye hızlıca ulaşmak mümkün. Ama asıl ihtiyaç, bu bilgiyi süzgeçten geçirip derinlik ve güvenilirlik katacak kaynaklar. Akademik yayınevleri tam da bu noktada devreye giriyor. Otoriteyi dayatmak için değil, bilgiyi beslemek ve tartışmayı zenginleştirmek için.

İşte tam da burada başa dönüyoruz: Ne gerek var?

Kimi zaman küçümseyen bir tonla, kimi zaman da samimi bir merakla sorulan bu cümle aslında bizi aynı noktaya götürüyor. Benim cevabım açık: bilgiyi erişilebilir kılarken nitelikli akademik kaynakları daha görünür hale getirmeye ihtiyaç var. Sağlam bir bilgi havuzu olmadığında aktarım köklerinden kopar ve yalnızca dar kalıplı ezberlere dayanan, içi giderek boşalan tekrarların ötesine geçemez.

Önümüzdeki ay avierto.net’te yayımlanacak örnek içeriklerde buluşmak, ortak meraklarımızı beslemek dileğiyle.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün