BİR RESSAMIN SES DÜNYASI Vol.4 - Ahmet Yeşil'in Karagöz - Hacivat macerası

Büyük ressam Ahmet Yeşil´in Ses Dünyasına yer verdiğim yazı dizime geçtiğimiz kaldığım yerden devam… Yeşil, Mersin´de geçen çocukluğunu anlatmaya devam ediyor…

Renan KOEN Perspektif
3 Eylül 2025 Çarşamba

Ayinlere gider miydiniz?

Tabii canım. Papazın çocukları arkadaşımızdı.

Duaların müziği nasıldı?

Vallahi Ortodoks kilisesi daha çok Maruni kökenliydi, daha sıcak gelirdi. Katoliklerin biraz daha tiyatral bir havası vardı. Ama Ortodokslar, Maruni kökenli olduğu için daha sıcaktı. Beyrutluydular. Mesela ben ilkokuldayken bir kapı komşumuz vardı, Albert. Katolikti onlar ama anne Ortodoks’tu.  Şimdi ilk okul dörte geçmiştim, Albert ile konuştuk; ya dedim “Albert canımız sıkılıyor, para kazanalım harçlığımız çıkar. Ne yapalım?” “Karagöz-Hacivat sahnesi yapalım” dedi. “Ben çizemem” dedi. Ben çizerim, dedim. Karagöz-Hacivat figürlerini çizdim, çok güzel.

Kaç yaşındaydınız bu arada Ahmet ağabey?

On yaşında.

Ahmet Yeşil

ON yaşında ve bütün bu atmosferin içinde. Katolik, Ortodoks kilisesine gidiyorsunuz...

Tabii, cami vardı. Tahtalı Cami vardı meşhur. Sinagoga da giderdik.

Ve bütün bu atmosferin içinde Karagöz-Hacivat sahnesi yapma fikri içinde ileriyorsunuz

Tabii. Albertlerin deposunda sahne kurup, Karagöz- Hacivat sahnesi yarattık. Orayı da babam kiralamıştı, narenciye yapıyorlardı onlar sandıkla. Duvarın şurasındaki sandıkları aldık bu tarafa koyduk orayı boşalttık görünmesin diye.

Ne görünmesin diye? Narenciyeler mi?

Hayır hayır. Sahnemiz görünmesin diye çünkü oraya girmek yasak. Albert’in babasının paketleri de  var, çimento zannettik biz ama gübreymiş mesela onlar. Şimdi yaptık sahneyi, her şey güzel. On tane de bilet sattık 25 kuruştan, 2.5 lira. Ooo müthiş para, harçlık Albert’le kırışacağız.

Çizimleri siz yaptınız

Tabii çizdim dört-beş figür çizdim çok güzdeldi. Sahneyi kurduk, mum yok! Bilet sattık ama girişte para verecekler. Mum alacağız para yok. Albert dedim senin harçlığın var mı yok. Bana dedi senin var mı? Hayır benim de yok dedim harcadım paramı dedim. 25 kuruş harçlığımız vardı.

Mum gölge oyunu yapmak için şart tabii..

Tabii, gölge oyunu. Albert “ya dedi gel Ahmet” dedi,” kiliseye gidelim orada mum çok” Mum çalmaya kiliseye gidiyoruz. Albert önde, ben arkada. Albert’i daha çok tanıyorlar tabii. Kültür merkezinin yanındaki kiliseye gidiyoruz. Albert “ben ne yaparsam aynısını yap” dedi. O iki tane mum aldı mütevazi bir şekilde. Ben de onu takip ediyordum, iki tane mum aldım. Ama gözüm doymadı en büyüklerinden aldım. Dedim ki bütün yaz yetsin bize. Şimdi döndüm bir baktım cenaze var kilisede, tören. Ben hayatımda ilk defa cenaze görüyorum.

Bu hangi kilisede oluyor?

Ortodoks.

Maruni kökenli olan…

Maruni kökenli olan. Hemen zaten mahallemizin içindeydi. Bir sokak ötedeydi. Şimdi mumları aldık döndük. İlk defa hayatımda ölü görüyorum. Korktum, dondum kaldım böyle mumlar elimde.

10 yaşındasınız…

10 yaşımdayım. İlk defa bir ölünün yüzünü gördüm. İşte tören yapıyorlar orada falan. Dondum kaldım. Albert tabii mumları almak için dolandı alışık olduğu için. Ben alınca birisinin dikkatini çekti. Bir Maruni vardı, anladı oradan mum çaldığımızı. Geldi bize kızdı, nasıl mum çalarsınız, falan. O tahta ayakkabılarla bir tekme attı popomuza. Annenize, babanıza söyleyeceğim dedi. Korkudan o kilisenin duvarını nasıl çıkarım o boyumla diye düşünüyorum.

Albert kaç yaşında bu arada?

Albert benden bir-iki yaş büyüktü. 12 yaşındaydı. O fark etti kaçtı, kapıdaydı o. Ben korkudan öylece durmuşum. Ondan sonra mumları tabii bırakmadık, aldık mumları. Tabii herhalde kilisenin bedduasını aldık nedir mumlar işe yaramadı. Sonra borç para aldık arkadaştan 25 kuruşa mum aldık. Karagöz-Hacivat sahnesini kurduk. Şimdi müşteri de çok ya... Ben konuşuyorum, Karagöz-Hacivat oynatıyoruz. Albert’i buldum, müşterimiz dediğimiz bizim gibi çocuklar. 6, 9 yaşında, 10 yaşında çocuklar; dedim yol yapalım, ambarın içinde. Sinemamıza yol yapalım dedik. Nereden yapacağız? Oğlum orada kaç tane çimento torbası var dedim. Ama dedi onlar... Oğlum bu kadar çimentoyu ne yapacak baban dedim.

Toprak mı dışarısı?

Toprak. İki tanesini aldık, karıştırdık yaptık. Ama gizli, görünmeyecek şekilde. Ondan sonra bir türlü kurumuyor. Dedik ki bugün kimseyi kabul etmeyelim, ertesi güne kurusun. Ertesi gün çamur kurur ya onun gibi kurudu. Basınca dağılıyor. Ertesi gün öğlen, Albert’in babasının aynı zamanda iki tane bahçesi var. Silah tamiri de yapar. Öğlenleyin uykudan kalkar bahçeye gider. Meğersem sayarmış torbaları. Eksik ne oldu? Ondan sonra bir baktık bağırdı, çağırdı. Kıyamet kopuyor! Albert’in babasının elinde silah küfrediyor, kim benim gübrelerimi çaldı? Meğerse onlar ithal bir gübreymiş.

O yüzden de tabii çamur gibi kuruyor.

Evet çamur gibi kuruyor. Artık biz Albertle korkudan bir hafta ambara girmedik.

Müşteriler kaçtı mı?

Müşteriler kaçtı. Çünkü rahmetli Havaca kızdığı zaman duman olurdu ortalık.

Onun adı neydi?

Havaca Hanna derdik. Havaca Bey anlamındaymış. İşte o büyüklerin dediği şey ağzımıza yapıştı.

Yani o şekilde bir maceramız oldu. Karagöz - Hacivat macerası. Yaylaya çıkardık yazın. Sıcak olur ya Mersin, o zaman deniz kültürü yoktu Mersinlilerde. İki yıl çıktık, ondan sonra çıkmadık bir daha. Çünkü babam zarar ziyan ödemeden bıktı. Rahat durmazdım. En son orada da Karagöz-Hacivat oyunu yaptım. Olay oldu.

Orada kimle? Tek başınıza mı?

Tek başıma yaptım. Kiraladığımız evin ahırı, samanlar bir tutuşsa ortalık şey yapar. Ondan sonra uyardılar, yani biraz tehlikeli dediler. Bir iki sahne yaptım. Fakat 30 Ağustos’ta göç ateşleri yakıldı.

Aşağıya inmek için...

Aşağıya inilmek için. Böyle bir gelenek vardı. Şimdi büyükler göç ateşi yakıyorlar, üzerinden atlıyorlar, zıplıyorlar. Biz çocuk olduğumuz için bize izin vermiyorlar. Ben de tayfamı topladım. Kendi göç ateşemizi yakacağız dedim. Ateşi yaktık ama bir şeyi unuttuk . Bir nohut tarlası toplanmış artık kurumuş bir tutuştu. Tarlanın ortasında bir yayla evi ahşap, o tutuştu. Ta Mersin’e kadar alevler yayıldı. Kim yaptı falan derken. Ahmet Yeşil yaptı. Ya yaylanın en büyük ateşini biz yaptık. Tabii şikayetler mikayetler...

Bir göç, pir göç…

Evet. İyi bir dayak yedim. Ondan sonra babam bir daha çıkmadı.

Tam göç ettiniz siz oradan. (gülüyor)

Kaçardım, beni odaya şey yapardı, aşağıya inmeyeceksin derdi. Pencereye ip bağlardım kaçardım. Kuş lastiğim cebimde, avcı şeyinde. İşte kuş vuracağız, pala yapacağız falan. Bir gün kırlangıç vurdum yenmez onun eti yanımdaki çocuklara yedirdim. Doya doya geçti çocukluğum. 

devam edecek…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün