•Kitabın bu bölümünde Öymen, azınlıklara karşı kuvvetli bir ayrımcılıktan etkilenen “dönemin ruhu”nu da bir faktör olarak denkleme dahil ediyor. Bu çabası, Varlık Vergisi´nin konuyu çevreleyen koşullar ve dinamiklerle birlikte bir bütün olarak anlaşılması bakımından kuşkusuz önemlidir. •Öymen, bu hatırlatmalardan sonra “bu vergiyle ilgili ayrımcı uygulamaları sadece Saracoğlu´nun icadıymış gibi görüp ona yüklenmek yerine, bu eğilimin Türkiye´de on yıllardan beri çok yaygın olduğunu hatırlamak gerekir” diyor. •Bu çerçevede dönemin İçişleri Bakanı Hilmi Uran´ın da Varlık Vergisi´nden yalnızca Saracoğlu´nun sorumlu tutulamayacağını belirtip, “Bu kanun Meclis´ten çıktı. Uygulaması da hepimizin gözü önünde oldu. Eğer varsa günahı hepimizindir” diye yazdığını hatırlatıyor. SEDAT ERGİN – OKSİJEN
Holokost sonrası Yahudi kimliği, hayatta kalmanın kendisinin bir direniş biçimi haline geldiği binlerce yıllık zulümle şekillendi. Neredeyse her bayram, hikayeyi yeniden anlatıyor: Yabancıydık, bize zulmettiler, direndik.
Yine de, büyükannemle büyükbabamın hayatta kalmasını ve acılarının nasıl cebir yoluyla güç anlatısına dönüştürüldüğünü o sınıfta düşünmeden edemezdim. Holokost'un en büyük dersi Yahudilerin kendilerini silahlandırmaları gerektiği miydi, yoksa biz insanlar olarak savunmasızları korumalı ve gözlerini kaçırmanın rahatlığına direnmeli miydik? Holokost sadece aşırılık yanlıları Yahudileri öldürmek istediği için gerçekleşmedi. Gerçekleşebildi çünkü sıradan insanlar, komşular ortadan kaybolduğunda seçici körlüğü tercih etti, kendi savaş zamanı zorluklarına odaklandı ve işlerin göründüğü kadar korkunç olmadığında ısrar etti.
7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail'e gerçekleştirdiğim ilk ziyaretimde, bir arkadaşım Londra'daki antisemitizmden korkup korkmadığımı sordu. "Pek sayılmaz" diye yanıt verdim. Gösterilerde ellerinde afişler tutan aileler, kefiyeli öğrenciler ve Filistin bayraklı yaşlı kadınlar görmüştüm. Onlarla ilgili hiçbir şey bana tehdit gibi gelmiyordu. Bazen biraz gergin hissediyordum ama "Nehirden denize" sloganını duyduğumda bunu İsrail'in yok edilmesi çağrısı diye değil, Filistinlilerin özgürlüğü için bir talep olarak algıladım.
Ama daha önce de söylediğim gibi bu sadece cinayet değil aynı zamanda intihar ve kardeş katli. İsrail bir parya devlete dönüşme yolunda ilerliyor. Öyle ki bundan böyle İsrailliler yurtdışına çıktıklarında korkmadan İbranice bile konuşamaz hale gelecek.
İsrail hükümeti bunun haksızlık olduğunu söylüyor. Hükümete göre dünya Hamas’ın yaklaşık 1200 kişiyi öldürdüğünü, kadın, çocuk ve yaşlılar dahil 250 civarında kişiyi kaçırdığını ve bazılarını hala Gazze’deki tünel ve başka yerlerde insanlık dışı koşullarda rehin tuttuğunu unutmuş görünüyor. Hamas yönetimi Gazze’yi terk etmeyi ve tüm rehineleri serbest bırakmayı kabul ederek bütün bu acıları sona erdirebilirdi. Üstelik Hamas da bu savaşı sürdürmekle korkunç suçlar işliyor. Hem İsrailli rehineleri öldürüyor hem de kendi çılgın hayallerine binlerce Filistinliyi kurban ediyor.
Bunların hepsi doğru ve anlamlı. Öyleyse şu anda dünya neden Hamas’a değil de İsrail’e karşı birleşip tavır alıyor? Çünkü İsrail’i Hamas’tan daha yüksek bir standartta görüyor.
Bir sebep daha var. Dünya artık İsrail’in ayakta kalması için yürütülen bir savaş ile İsrail başbakanının siyasi bekası için yürütülen savaş arasındaki farkı ayırt edebiliyor.
Netanyahu ise Gazze’nin ne Hamas ne de Filistin yönetimi tarafından yönetilmesine izin vereceğini açıkça ortaya koyduğu için savaş giderek gerçek yüzünü gösteriyor: Amaç İsrail’in işgalini Batı Şeria’dan Gazze’ye genişletmek. Dünyanın birçok yerinde insanlar her gün onlarca Filistinlinin neden öldürüldüğünü anladı.
Bu gerçek görülmüşken İsrail’in dünya genelindeki birçok dostunu ve Suudi Arabistan gibi potansiyel bölgesel ortaklarını kaybetmesi şaşırtıcı mı?
İslam ülkelerinin baskıcı tutumları Gazze’de yaşanan insanlık dramına karşı çıkan protesto hareketlerini sınırlı tuttu. İstanbul, Amman, Kahire, Jakarta gibi şehirlerde yüz binlerce kişilik mitingler düzenlense de bu gösteriler genellikle devlet güdümlü ve kısa süreli oldu, kalıcı bir uluslararası etki yaratmadı. Buna karşılık dünya genelinde en büyük, en sürekli ve en etkili kitle gösterileri Müslüman toplumlar tarafından değil, çoğu zaman Yahudi ve Hıristiyan vicdan hareketleri tarafından organize edildi.
Jewish Voice for Peace (Barış İçin Yahudi Sesi) ve IfNotNow gibi örgütler, yüz binlerin katıldığı yürüyüşler düzenlediler. 2023 sonu New York’ta Brooklyn Köprüsü’nde binlerce Yahudi, “Not in Our Name” (Bizim Adımıza Değil) sloganıyla günlerce protesto yaptı. Washington’daki Capitol binasında yapılan oturma eylemleri ABD gündeminde geniş yankı buldu. Birçok Yahudi Gazze’deki açlığı protesto etmek için açlık grevine başladı.
Londra, Roma, Madrid, Paris, Dublin gibi şehirlerde kilise gruplarının öncülük ettiği barış yürüyüşleri düzenlendi. Latin Amerika’da, özellikle Brezilya ve Şili’de kiliseler Filistin’le dayanışma eylemlerine aktif destek verdiler. İngiltere’de 2024 sonbaharında 500 bini aşkın insan sokaklara döküldü; ABD’de Kasım 2023’te Washington DC’de yapılan gösteriye 300 binden fazla kişi katıldı. Bu eylemlerde Yahudi ve Hıristiyan aktivistlerin varlığı ön saflardaydı. Avusturalya Sidney'de binlerce gösterici "Medeniyet Yürüyüşü" başlığı altında organize edilen protestoda kentin ünlü Liman Köprüsü'nden geçerek Gazze için ateşkes ve insani yardım talebinde bulundu. Kuşkusuz bu protestolara ilgili ülkelerin Müslüman vatandaşları da katılıyordu.
Nüfusunun çoğu Müslüman olan ülkeler, Gazze’deki yıkıma karşı diplomatik, siyasi ve toplumsal düzeyde en zayıf tepkileri verenler arasında kaldı. Devletler düzeyinde çoğunlukla “endişe ve kınama” açıklamalarıyla yetinildi; uluslararası kurumlarda somut inisiyatifler daha çok Güney Afrika, Nikaragua, Kolombiya, Bolivya gibi Müslüman olmayan ülkelerden geldi. Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı toplantıları, uzun bildiriler dışında etkili bir adım üretmedi.
Birçoğu ABD’ye bağımlı olan İslam ülkelerinin Filistin sorununu ayaklarına batan bir diken gibi gördükleri ve İsrail’in bu “dikeni” çıkarmasına örtük bir onay verdikleri acı bir gerçek olarak ortaya çıktı. Ne de olsa vicdan pek para etmiyordu!
Tamamı : https://t24.com.tr/yazarlar/cagatay-anadol/gazze-nin-son-gunleri,51299
Gallup şirketinin Kasım 2024’te yayımladığı veriler, Amerikalı yetişkinlerin yalnızca %32’sinin İsrail’in Gazze’deki ‘askerî harekâtını’ desteklediğini, 18-34 yaş arası genç yetişkinlerde ise bu oranın sadece %9 gibi son derece düşük bir düzeyde kaldığını ortaya koydu. ABD genelinde farklı ideolojik kamplardan insanlar, ilk kez ortak bir noktada buluşuyor: İsrail hükümetinin politikalarına eleştirel bakmak ve Filistinlilerin yaşadığı trajediye insani zeminde duyarlılık göstermek.
İsrail ile ABD arasındaki stratejik ittifak bir gecede sona erecek değil. Ortadoğu’da İran’ın nüfuzu, küresel jeopolitik çıkarlar ve ABD iç siyasetindeki dengeler gibi unsurlar, Washington’ın belirli sınırların ötesine geçmesini engelleyebilir. Ancak bugün gelinen noktada, İsrail’in uluslararası yalnızlaşması açık bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. İsrail’in kurulu düzen yanlısı en sadık dostları bile “batan gemiyi kurtarmak” için itibar hasarını tamir etmeye, gerekirse bazı sembolik tavizlerle dünyayı yatıştırmaya çalışıyor. Örneğin, Eylül 2025’te Birleşmiş Milletler’de Filistin devletini tanıma yönünde atılacak adımlar, gerçekte iki devletli çözüme inanç geri gelmiş gibi görünmekten ziyade, Batı’nın kendi imajını kurtarma ve İsrail’i dizginleme hamlesi olabilir.
Sonuç olarak, ABD kamuoyunun İsrail’e desteği konusunda bir dönüm noktasına yaklaşıldığı söylenebilir. Kamuoyu eğilimleri ve siyasi söylemler, artık İsrail’e eleştirinin marjinal bir tutum olmaktan çıkıp ana akımın parçası haline geldiğine işaret ediyor. İsrail, kuruluşundan bu yana belki de ilk defa, en büyük hamisi olan Amerikan toplumunun önemli bir kesimi tarafından sorgulanır durumda. Bu sorgulama, İsrail’i “vazgeçilmez müttefik” olarak gören anlayışta bir gedik açmış durumda.
Tamamı : https://fikirturu.com/jeo-politika/gazze-soykirimi-israil-abd-icin-batan/
İsrail o kadar ileri gitti ki pek çok Batı ülkesinde İsrail’e bugüne kadar verilen koşulsuz siyasi ve askeri desteğin tonu son dönemde aşağıdan gelen kamuoyu baskısı ile değişmeye başladı.
Birçok Avrupa başkentinde silah ihracatına sınırlamalar tartışılmaya başlandı; örneğin İngiltere bu hafta ülkenin en büyük savunma fuarına İsrailli yetkilileri almama kararı verdi; İngiliz hükümeti ayrıca Filistin devletini tanıma konusunu da gündemine aldı. Ancak hala Avrupa Birliği içinde İsrail’e karşı ortak yaptırım kararı çıkmıyor; İrlanda, İspanya, Hollanda ve İsveç gibi ülkeler AB-İsrail Ortaklık Anlaşmasının askıya alınmasını ve Horizon Europe gibi araştırma fonlarının kesilmesini savunurken, Almanya, Macaristan ve Çekya gibi üyeler buna karşı çıkıyor. Temmuz 2025’te AB Dış İlişkiler Servisi 10 yaptırım seçeneği hazırlasa da, bakanlar Kopenhag toplantısında harekete geçemedi. Bazı AB üyesi ülkeler ise tek taraflı adımlar attı: örneğin Slovenya iki İsrailli bakana giriş yasağı koydu, Hollanda benzer şekilde kimi İsrailli yetkilileri “istenmeyen kişi” ilan etti.
İslam dünyası ise daha da dağınık. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 25 Ağustos’taki Cidde toplantısından çıkan sonuç koca bir hayal kırıklığı oldu. 57 ülkeyi kapsayan ve Filistin davasını “öncelik” olarak gören İİT, Avrupa’daki tartışmaların dahi gerisine düşen, etkisiz bir bildiriyle yetindi.
Zaten kınamalar, diplomatik çağrılar İsrail’i durduracak gibi değil. Zira ana mesele ABD’nin devam eden siyasi ve askeri desteği. İsrail bugün dünyada ABD’ye en bağımlı müttefiklerden biri: kendi varlığını Washington’un askeri ve diplomatik desteğine dayandırıyor, bu destek olmadan bölgesel üstünlüğünü sürdürmesi de mümkün değil.
Washington yönetimi ise Kongre’deki tartışmalara ve ABD kamuoyunda yükselen eleştirilere rağmen İsrail’e askeri yardım akışını ve siyasi desteğini sürdürüyor. Yaz aylarında Trump yönetimi, Beyaz Saray’da “Gazze sonrası” başlıklı toplantı organize etti; Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın katıldığı görüşmede Trump, yıl sonuna kadar şu ya da bu şekilde bir “çözüm” için baskı yapacağını duyurdu. “Orta Doğu Rivierası” gibi ifadelerle Gazze’yi bir kalkınma projesine indirgeyen bir liderin öngördüğü çözüm, barıştan çok tahakkümün yeni biçimleri olacağa benziyor.
Tamamı : https://t24.com.tr/yazarlar/evren-balta/renad-in-mutfagindan-bir-savasin-oykusu,51377
https://www.youtube.com/watch?v=J8JE2jLlSfE
https://www.bbc.com/turkce/articles/cvg390617xlo
İsrail hükümeti, Şin Bet ve polis kaynakları, geçen yıl İran’ın internet üzerinden yürüttüğü casusluk vakalarının 25'inden fazlasını çözdüğünü ve daha erken aşamalarda yakalanan düzinelerce vakayı da engellediğini söyledi. Şin Bet yaptığı açıklamada, "İranlılar, misyonları yerine getirmek üzere internet üzerinden İsraillileri işe almak için büyük miktarda para ve kaynak yatırımı yapıyor" dedi. İsrail hükümetinin kamuoyunu bilinçlendirme kampanyası kapsamında, radyo ve sosyal medya reklamlarında, 'kolay para kazanmanın' yıllarca hapis cezası gibi 'ağır bir bedele' yol açabileceği uyarısı yapıldı.
Fransa, Avrupa’nın en büyük Yahudi nüfusuna sahip ülkesi. İsrail ve ABD’den sonra küresel olarak üçüncü büyük Yahudi nüfus Fransa’da. Ülkede aşırı sağ tehdidine rağmen Yahudiler huzurla yaşarlar. Hatta eskiden Yahudi düşmanı olan Fransız aşırı sağı, artık Yahudi dostu. Aşırı siyonist Yahudilerle aşırı sağın ortak bir düşmanı var: “İslamla ilgili her şey”.
Fransa’da Hamas saldırısından sonraki olaylara bakılacak olursak, en “tepki çekenler” şöyle:
•Son iki yıldır Fransa’daki Yahudi Kurumları Temsilcileri Konseyi CRIF’e göre, 7 Ekim Hamas saldırısından sonra, anti-semitik olaylar bir önceki yıla göre 4 kat arttı. 2023’te 1676 suç girişimi kaydedildi. 2024’te sayı 1570 oldu.
•Rouen Sinagogu’na Mayıs 2024’te kundaklanma girişiminde bulunuldu. Zanlı polis tarafından öldürüldü.
•Orleans Hahambaşına (22 Mart 2025) hakaret edildi, Macron olayı kınandı.
•Alplerde, İngiliz Ortodoks Yahudi turistlerin araçlarına “Filistin’e Özgürlük” yazıldı, soruşturma başlatıldı.
•İsrailli çocukların Pireneler’de bir parka girmesi engellendi. Sorumlu, çocukların güvenliği için böyle davrandığı şeklinde kendini savundu.
Bu arada Fransız toplumunda bu Yahudi düşmanı izole olaylara karşı, Hamas saldırısından hemen sonra, 12 Kasım 2023’te Paris ve diğer büyük şehirlerde 182 bin kişinin “Cumhuriyet için, Anti-semitizme Karşı” sessiz yürüyüş yaptığını hatırlayalım.
Tamamı : https://gazeteoksijen.com/dunya/trumpin-buyukelci-dunuru-abd-fransa-iliskilerini-karistirdi-250145
Öymen, kitabının bu bölümünde o dönemde toplumda hakim olan hissiyatı da aktarıyor. Buna göre, ekonomik hayatta Müslüman Türklerin güçlendirilmesi, başta Müslüman Türk tüccarlar arasında olmak üzere taraftarları çok olan bir hedefti.
Kitabın bu bölümünde Öymen, azınlıklara karşı kuvvetli bir ayrımcılıktan etkilenen “dönemin ruhu”nu da bir faktör olarak denkleme dahil ediyor. Bu çabası, Varlık Vergisi’nin konuyu çevreleyen koşullar ve dinamiklerle birlikte bir bütün olarak anlaşılması bakımından kuşkusuz önemlidir.
Öymen, bu hatırlatmalardan sonra “bu vergiyle ilgili ayrımcı uygulamaları sadece Saracoğlu’nun icadıymış gibi görüp ona yüklenmek yerine, bu eğilimin Türkiye’de on yıllardan beri çok yaygın olduğunu hatırlamak gerekir” diyor.
Bu çerçevede dönemin İçişleri Bakanı Hilmi Uran’ın da Varlık Vergisi’nden yalnızca Saracoğlu’nun sorumlu tutulamayacağını belirtip, “Bu kanun Meclis’ten çıktı. Uygulaması da hepimizin gözü önünde oldu. Eğer varsa günahı hepimizindir” diye yazdığını hatırlatıyor.